Son yedi sekiz yıldır serbest gazetecilik yapan Zeynep Atikkan’ın ‘patronsuz gazetecilik’ olarak adlandırdığı dönem üçüncü meyvesini verdi. Atikkan’ın Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağ partilerin liderleri, gençlik örgütleri ve bu konu üzerine çalışan akademisyenlerle görüşerek yazdığı Avrupa Benim başlıklı son kitabı Metis Yayınları tarafından yayımlandı. Bu kitaptan yola çıkarak, Avrupa Parlamentosu’nun ardından İsveç seçimlerinde de büyük başarı kazanan bu partileri Atikkan’la konuştuk.Kitabınıza konu olan partileri nasıl isimlendirebiliriz?Avrupa akademisinde de bu tartışma sürüyor. Medyada ‘aşırı sağ’ sıklıkla kullanılan bir tanım. Ancak Fransa’daki Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen kısa zaman önce, “Bize aşırı sağ diyenleri mahkemeye vereceğiz” açıklamasını yaptı. Bu tanımlamayı kabul etmiyor. Zira onunla görüşmemde “Aşırı sağı bırakın, sağ da değiliz” dedi mesela. Yaptığım görüşmelerde tüm partiler ‘aşırı sağ’ tanımlamasını reddetti. Danimarkalı yönetici örneğin ‘radikal merkez’ tanımlamasını yaptı kendileri için. ‘Sağ popülist’, ‘nasyonel popülist’, ‘radikal sağ’ gibi tanımlar yapılıyor akademide de. Bu partilerin gerçeğiyle yüzleşmek istemeyen Avrupa akademisi de ‘aşırı sağ’ deyimini kullanmadığı için ‘yeni sağ’ demeye başladı. ‘Aşırı’ kavramının şiddet içerdiğini, ancak bu partilerin şiddete meyyal olmadığını düşündükleri için ‘radikal’ terimini kullanmayı tercih edenler de var.
Peki, bu partiler gerçekten ‘yeni’ mi?Bir şekliyle ‘yeni sağ’ da denilebilir. Örneğin Danimarka’daki Halk Partisi 1995’te kuruldu. Fakat İsveç’teki Demokratlar veya Avusturya’daki Özgürlük Partisi gibi mevcut partilerin Nazilerle işbirliği ve bağlantılı geçmişi olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu yüzden de bence ‘aşırı sağ’ kavramı daha doğru.
Siz neden ‘aşırı sağ’ diyorsunuz?Liderlerinin birçok konuşmasını dinledim ve çoğuyla birebir görüştüm. Parti diskurlarını ve savundukları görüşleri yakından takip ettim. Açıkça “İslam bir kanserdir, metastaz yapar” diyen liderlerin partilerine ben ‘radikal’ diyemem. Benimle konuşurken bu şekilde konuşmadılar, kelimelerini çok dikkatli seçtiler; fakat kendi kitlelerine yaptıkları konuşmaları dinlediğinizde, bunun isminin ‘aşırı’ olması gerektiğini görürsünüz.
80’lerden itibaren nasıl ortaya çıktı bu partiler?80’lerden itibaren Avrupa’nın neo-liberal ekonomiye adapte edilmesi için politikalar geliştirmesi gerekiyordu. O sırada ABD ve İngiltere’nin böyle bir trendi başlatmasıyla, imalat sanayinin Avrupa dışına kayması sürecine girildi. Bu yüzden Avrupa kimliğinin bir parçası olan ‘sosyal refah devleti’ni Avrupa artık finanse edememeye başladı. İşte bu limanın yok olması, çok ciddi travmalar yarattı. Aynı dönemde,“Biz nereye gidiyoruz?” soruları çok sık sorulmaya başladı. Ekonomik sorunun işsizliği de beraberinde getirmesi, sadece mavi yakalıları değil, beyaz yakalıları da çok korkutmaya başladı. Buna karşın, ekonomi politikaları açısından merkez sağ ile merkez solun birbirinden çok ayrımı kalmadı. Örneğin Fransa’da sosyalist Mitterand iktidarı olmasına rağmen, en sert işçi karşıtı yasalar çıkarıldı. 90’larda ise Yeşiller’in ortaya çıkışıyla bu insanların oy verme biçimi değişti. Alternatiflere de yönelmeye başladılar ve dolayısıyla bu partilere de zemin sağlanmış oldu.
Ekonomik nedenlerin dışında bir sebep var mı?İkinci neden, bence demografik. Avrupa hızla yaşlanıyor. İnsanlar gibi toplumlar da yaşlanınca yeniliklere alışmakta zorlanırlar. Avrupa’nın başına da bu geliyor.
Bu yenilikler göçmenler mi?
Yenilik göçmenler değil. Göçmenlerin kalıcı ve görünür olması. Eskiden başörtülü veya Müslüman kimliğiyle insanlar bu kadar sık görünmezken, bu kez yeni taleplerle görünür hale geliyorlar. Örneğin kızım erkeklerle havuza girmesin diyen göçmene karşı ne yapacaklarını bilmiyorlar, çünkü böyle bir talep beklemiyorlar. Göçmenlerin gelip çalışıp gideceğini zannediyorlar. Bu konu üzerine düşünmemişler. Çok önemli bir zaaf bu.
Fransa’daki Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen 2017’dek cumhurbaşkanlığı seçimlerinin favorilerinden
Bu yükselişe Avrupa’nın verdiği tepki ne oldu?Jörg Haider, Avusturya’da 1999’da ikinci parti olduğunda Avrupa’da kıyamet kopmuştu. Avusturya’ya ambargo uygulanmasını isteyenler bile ortaya çıkmıştı. Özellikle 2000’lerde bu tür partilerin başarılar kazanmasıyla duruma alışıldı diyebilirim. Fakat bence Avrupalılar bu yükselişi görmek istemedi. Bu yükseliş karşısında kafalarını kuma gömmek istediler. Çünkü Avrupalılar için bu partiler, II. Dünya Savaşı’ndaki kötü anıları çağrıştırıyor.
Peki, bu söylemden korkan bir hareketlenme yok mu Avrupa’da?Açıkçası Avrupa’da bu gruplara karşı bir sinmişlik var. Benim görüştüğüm bir akademisyen, “Türkiye’nin AB’ye girmesini destekliyorum ama bunu artık açıkça dile getiremem” dedi. Gerçekten büyük bir baskı ortamı var, söylemleri genele hâkim artık. Buna karşı çıkacak büyük projeleriniz de yoksa, şu anda karşı çıkamazsınız.
Avrupa’nın geleneksel partilerinin yaklaşımı nasıl?Bu geleneksel partiler, Avrupa için yeni bir şey söylemiyor, topluma bir şey anlatmıyorlar. Böyle olunca, rağbet gören aşırı sağ söylem, merkezi de radikalleştirdi. Özellikle göçmenlik ve çokkültürlülük politikalarında aşırı sağın yaklaşımı, artık ana akımı çok büyük ölçüde etkilemiş durumda. Bu etkilenme merkez sağla da sınırlı değil. Geleneksel merkez sol partiler de bu söyleme ayak uyduruyor. Ségolène Royal, Fransa’da cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında, “Fransızlar bayraklarına sahip çıkmalı ve bunu daha çok göstermeli” diyebildi. İngiltere’de Tony Blair’ın İslam’la ilgili bazı çıkışları, İngiltere’deki aşırı sağ UKIP’ten aşağı kalır değil. Ayrıca Avrupa’nın şu anki tablosuna baktığınızda Angela Merkel dışında güçlü bir lider olmaması, bu partiler için çok elverişli bir ortam yaratıyor. Yeni şeyler söyleyen, vizyonu olan, Avrupa için tasarıları olan, gençlere umut veren bir lider yok.
Norveç’teki aşırı sağ örgütlerin 2014’te düzenlediği ‘müslüman göçmen karşıtı’ eylemden.Peki, bu tür sağ partiler kitleye ne öneriyorlar, nasıl bir Avrupa istiyorlar?Liderleriyle söyleşimizden yola çıkarsam, ilk söyledikleri, eğer Avrupa’ya Müslümanlar gelecekse, senin gibiler gelsin diyorlar. İkinci söyledikleri, şimdiye kadar çok fazla göçmen geldi ve Avrupa bunu artık kaldıramaz, buna bir kota gelmeli, hatta mümkünse göçmen gelmemeli. Avrupa Birliği’ne ulus egemenliğinin devredilmesine kesinlikle karşılar. Özellikle Fransa’daki Ulusal Cephe, büyük devlet geleneklerinin zedeleneceğini düşünüyor. Özellikle İskandinav partilerin refah devleti politikalarının terk edilmesine karşı büyük itirazları var ve bu yönde atılan adımların suçunu “hiçbir şey yapmadan devletten para alan göçmenler”de görüyorlar. Bu yüzden de sığınmacılara ayrılan bütçenin kısıtlanmasını istiyorlar. Hepsinin ortak bir söylemi de, Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin kesinlikle olamayacağı ve bunu açıkça dile getiriyorlar. En çok vurguladıkları şey de zaten “Avrupa benim”, hem Avrupa’nın kimlikleri olduğunu hem de Avrupa’nın onlara ait olduğunu vurguluyorlar.
Bu partiler Avrupa siyasetine yerleşiyorlar mı, yoksa bu dönemdeki ekonomik sorunlar sebebiyle mi yükseliyorlar?Bu partilerin gelip geçici olduklarını düşünmüyorum. Hollanda ve Danimarka’da dışarıdan hükümeti destekliyorlardı zaten, şimdi ise sözleri daha güçlü ve bu konumu kaybetmemek için çalışıyorlar. Zira göç konusunda öne sürdükleri tezler, merkez partileri de rahatlatan söylemler. Diğer partiler de artık bu söylemin çok uzağında değil. Elbette ki Avrupa’nın şu andaki ekonomik durumu kökleşmelerini sağlıyor. Ancak ben onları konjonktür partileri olarak görmüyorum, bu partiler merkezin parçası artık.
‘Bu partiler, AB’nin önündeki en ciddi engeller’Aşırı sağ partiler Birleşik Avrupa hayalini ne kadar etkilerler?Avrupa Birliği, 20. yüzyılda bir barış projesiydi ve başarılı oldu. Fakat 21. yüzyıla geçmekte zorlanıyor. Bu yüzyılın sorunlarıyla yüzleşmek ve ona çözüm üretmekte başarılı değil. Avrupa, siyaset üretemiyor ve yumuşak gücünü aktive edemiyor. Bu partilerin söylemleri de bu anlamda çok engelleyici oluyor. Birlik adına en ufak bir adım atıldığında, bu partiler sistematik olarak saldırıya geçiyorlar. Buna en iyi örnek Yunanistan krizi. Yunanistan’daki ekonomik krizden dolayı AB’nin yardımı konuşulurken, İskandinavya’daydım. Yunanlara karşı duydukları nefreti size anlatamam. “O tembeller daha fazla güneşlenebilsinler diye, biz burada daha fazla çalışmak zorunda değiliz” söylemi çok hâkimdi. Refah devleti zayıflayan, çocuklarının geleceğini düşünmeye başlayan ve ilaç paralarını eskisi gibi ucuza alamayan İsveçli’ye bu fikirler çok hoş gelmeye başlıyor. Bu yüzden, ben kısa ve orta vadede bu partilerin Avrupa Birliği’nin önündeki en ciddi engel olacağını düşünüyorum.