| | Fidan Terzioğlu: "Tasavvuf gözüyle yapay zekâ filmleri" Aynur Kulak, K24, 26 Ekim 2023 “İnsanı insan yapan nedir?” sorusunun peşinde, sinema tarihinde derin iz bırakmış yedi önemli yapay zekâ filmine tasavvufun gözüyle bakarak bizi bir yolculuğa davet ediyorsunuz. Bilmediğimiz, arzuladığımız, istemediğimiz ötekilikleri görebilmek, izleyebilmek ve dönüştürebilmek için...İnsanı İnsan Yapan Nedir?, kitabın isminin böyle bir soru olmasının nedenlerini konuşarak başlamak istiyorum. İnsan kavramı olmadan bir meseleyi, bir kavramı, bir tezi açıklamak mümkün olmuyor sanırım, ne dersiniz?Soru sormaya nereden başlıyoruz? Herhangi bir şeyi anlamaya, adlandırmaya, anlamlandırmaya çalışırken, bunu yapan ben kimim? Bu mesele, biz istesek de istemesek de temel meselemiz olmakta direnir. Biz istesek de istemesek de diyorum, çünkü bu mesele beni ilgilendirmiyor deyip arkamızı dönme imkânımız yok. Benim bünyemdeki bu sorgulamayı, cevaplandırmayı yürüten varlığı anlama ihtiyacımdan kaçamam. Ve eğer kendimizi “insan” diye bir kategoride görme konusunda mutabık kalırsak, bu isimle neyi işaret ettiğimiz konusunda da aşağı yukarı anlaşmaya çalışırız. İyi ki de böyle, çünkü sadece kendi yargılarımla bu işi yürütürsem, bir yöne gidemem. Kapalı devrede kalırım. Beraber anlamaya çalışıyoruz, bazen çarpışarak, bazen anlaşarak. Böyle olduğunda iş basit bir benmerkezcilik düzeyinde kalmıyor. “Birbiriyle ilişkisiz gibi görünen alanların ilişkiselliğini keşfetme” cümlesini odağa alarak kitabın alt başlığına gelmek istiyorum. Neden yapay zekâ ve tasavvuf ikilisini tercih ettiniz? Bu kavramların ilişkiselliğini ön plana çıkaran ve özel kılan sebepler nelerdi?Böyle bir eşleşme ve bir araya getirme benim kararım olmadı. Başlangıçtaki soru gerçekten de o soruydu: İnsanı insan yapan nedir? Bu soruyu ilerletebildiğim en verimli, en heyecan verici, en tutarlı yollardan gidiyorum. Bazen durarak, bazen ne kadar hızlı gittiğimi sonradan görerek, bazen kayboldum zannederek. Tasavvuf, naçizane tecrübeme göre, beni yürüten en tutarlı yol. Belki de ben bu yolun tercihiyim. Yolum beni sinemadan, hikâyelerden, hikâye anlatma yöntemlerimizden geçiriyor. Onlarla meşgul olarak öğreniyorum. Bu durumda bilimkurgu alanı, yapay zekâ filmleri kendini bana çeken devasa bir yıldız kümesi gibi. Bu yıldız kümesindeki birincil soruların belki de en başında yine aynı soru var. İnsanı insan yapan nedir? Yapay zekâyı insandan ayıran nedir? Bugüne kadar bu meseleyle ilgili yüzlerce film yaptık, hâlâ da devam ediyoruz. Yapay zekâ, bilimkurgu, tekâmül gibi kavramların ilişkiselliği içinde, bu konuları konuşmamızı sağlayan ve yıldız gibi parlayan bir kavram var: Öteki ya da ötekileştirme. Bilimkurgucuların tasavvufçuları, tasavvufçuların bilimkurgucuları ötekileştirdiği, hatta kendini her şeyin merkezine koyan insanın her şeyi ötekileştirebildiği bir dünyada ötekileştirme ilişkiselliğe dahil bir şeye mi dönüşüyor acaba? Yoksa ilişkisellik, ötekileştirme var olduğu sürece imkânsız mı?Ben dediğim bir varlığı tanımlamak için, öteki dediğim bir varlığa ihtiyacım var. Öteki; yani ben olmayan. İlişkisellik böylece en baştan var zaten. Öteki olarak neyi adlandırıyorum? Ben olmayanı. Demek ki kendimi ötekine sıkı sıkıya bağlamışım. Neyse ki, öteki, bu varlığıyla sürekli beni meşgul ederek, beni kendisiyle ilişki kurmaya zorluyor. İyi ki zorluyor, böylece bir sürü şey öğreniyorum. Ben diye tanıdığım varlığı tanıdıkça, bildiklerim değişiyor, ben değişiyorum. Ben değiştikçe ötekilerim değişiyor. Ötekileştirme olmasa, ilişkilerimiz de olmazdı. Sorun ötekileştirmekte değil, ötekini sabit kılıp uzak tutmaya çalışmakta. Kitaptaki yapay zekâ odaklı yedi filmi seçme nedenlerinizi merak etmekle beraber, kitabın içeriğinde de sorduğunuz şu soru üzerine de konuşmak isterim: “Yapay zekâ filmleri nasıl izlenir?”Kitapta sorduğum soru, hangi filmin tasavvuf kavramlarına daha yakın olduğunu belirleme sorusu değil. Hangi filmin “en iyi film” olduğunu belirleme sorusu da değil. Bugüne kadar bu filmleri nasıl izledik, nerelerden yaklaştık, bundan bahsederek başlıyorum işe. Bugüne kadar neleri konuştuk, bundan sonra daha farklı nasıl bakabiliriz konusunu merak ediyorum. Kitapta bu yedi film öne çıktı, çünkü söz ettiğim şeylerin temellenmesi için, okuyucunun izlemiş olabileceği filmler üzerinden ilerlemek isterim. Bir yerde tesadüfen izlediğim ama çok az kimsenin bildiği bir filmi tartışmak, böyle bir maksat için çok anlamlı olmazdı. Filmlerin kitaba girmelerinin nedeni tasavvufa yakın olmaları değil, tartışmaya uygun bir zemin oluşturmaları. “Simurg ve Gösterdikleri”, kitabın sizinle en çok konuşmak istediğim bölümü oldu. Mantık Al-Tâyraçılımınız merak uyandırıcı. Bu açılımı filmlere ve şimdiki zamanın yaşamına, tüketim alışkanlıklarına, ötekinin varlığına, dijitalleşmeye, kendi bedenlerimizle ve öteki bedenlerle ilişkimizde geldiğimiz noktalara giden çok önemli bilgilerle derinleştiriyorsunuz. Şimdiyi konuşmak gerekiyor belki de.Doğru, ne güzel söylediniz, şimdiyi konuşmak gerekiyor. Şimdi burada yaşadıklarımızdan uzaklaşırsak, düşüncelerimiz askıda kalır, bütünleşemeden uçuşan söz öbekleriyle konuşmaya başlarız. Simurg’un gösterdiği de bu değil mi? Kendimizden başlayıp kendimizde bitiriyoruz yolculuğu. Yolculuk da hiç bitmiyor, hep şimdi burada devam ediyor. Simurg bizim yol göstericimiz, çünkü bize zaman ve mekân içinde nasıl yol aldığımızı gösteriyor. İşte bu yüzden, içinde yaşadığımız bu dönemde, teknoloji sebebiyle altüst olan zaman ve mekân algımızın yön bulması için çok değerli bu yol gösterici. Kaybolmuş gibi hissettiğimiz anda nasıl, ne yönden, ne gibi araçlarla gidebileceğimizi gösterebilir. Kaybolmuş hissetmenin çağımıza özgü bir hastalık olmadığını görmemizi de sağlayabilir. Tasavvuf dışında tekâmülü en iyi görebileceğimiz yer bilimkurgu, yapay zekâ ve distopyalar dünyasıdır diyebilir miyiz? Bunun ötesinde mitoloji, masallar, biyografiler, deneme ve anı kitapları da tekâmülünanlaşılması için birer seçenek olabilir mi?Elbette, bu saydığınız alanların hepsi, tekâmülü anlamak için kurduğumuz hikâyelerden oluşur. Bu alanların hiçbiri diğerinden kopuk değil, hepsi birbirleriyle etkileşim ve işbirliği halinde. Görünürde taban tabana zıt söylemler ve kavramlarla konuşsalar da, temelde dünyayı ve kendimizi anlama çabamızın ürünleri. Bilimkurgu, yapay zekâ ve distopyalar dünyası bugün bizim tecrübemizi daha yakından ifade eden cümlelerle konuşuyor belki. Ama bu alanın malzemesi ve dili de mitolojiden, masallardan, diğer tüm hikâye anlatma biçimlerinden etkilenerek kuruluyor. Kitabın başlangıcında bir Yunus Emre sözü var: “Ete kemiğe büründüm, Yûnus gibi göründüm.” Tasavvufun, edebiyatın, felsefenin bilimi öncelediğini düşünürsek eğer, içinde bulunduğumuz dönem sonrasında yeni bir şeyler olmaya devam edecek mi, yoksa bu gidiş bir son mu getirecek?Evet, ben de bu soruyu sormamızı istiyorum, ne güzel… Gelecek günlerde tekâmülün nereye doğru gideceğini merak edelim, bu soruyu iş edinelim ve bu tekâmülde bizim payımıza düşeni görüp ona göre davranmaya çalışalım beraber. Uzun süren bir pandemi süreci, hemen ardından patlak veren sıcak savaş, derin ekonomik krizler, iklim krizi… Bundan sonraki süreçlerde insanı insan yapan nitelikler, öncelikler, umutlar, hayaller neler olacak? Umudunuz var mı?İnsanı insan yapan nitelikler, öncelikler dönemlere göre fazla değişmiyor, ama bizim onları icra etme yöntemlerimiz değişiyor diye düşünüyorum. Umutlarımız, hayallerimiz olmasa bir an bile yerimizden kımıldayamayız. Elbette benim de umutlarım, hayallerim var. Bunlarla hemhal olarak, yoğrularak yaşıyorum. İnsan olma çabamızı beraber yürütelim istiyorum sanırım, bu hiç değişmiyor. Benim ümidim, hayalim, gayretim bu yönde.
Okuyabileceğiniz diğer Fidan Terzioğlu söyleşileri |