Yeliz Turan Yunusoğlu:
"Vajinismus, bel fıtığı kadar kolay telaffuz edilmiyor."
Evrim Kepenek, bianet.org, 4 Eylül 2021
“Eşim bana her dokunduğunda sanki hâlâ yapmamam gereken bir şeyi yapıyormuş gibi bir his oldu bende."

“Annemin ve babamın sesini duyar gibiydim. Orada yoklardı ama sesleri kulaklarımda çınlıyordu. Sanki beni izliyorlardı – kafamın içinde hayal kırıklığına uğramış ve kahretmişler gibi…”

Tanıklık, Yeliz Turan Yunusoğlu’nun Yatak Odasındaki Kalabalık, Türkiye’de Kadınların Vajinusmus Deneyimleri kitabından.

Cinselliği çevreleyen kültürel, kişilerarası ve içsel senaryolara odaklanan kitap, sözü vajinismus deneyimi yaşamış kadınlara veriyor.

Atılım Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yunusoğlu'nun araştırma konuları arasında kadın ve cinsellik, cinsel problemler ve evlilik içi cinsel şiddet bulunuyor.

Yunusoğlu, kitabını anlatırken “Cinselliğimizi özgürce konuşabilmemiz ve korkmadan yaşayabilmemiz için bir başlangıç yapmayı istediğim bu araştırmayı politik bir etkinlik olarak gördüm ve hem bu sürecin hem ortaya çıkan sonuçların bilinç yükseltme amacına hizmet etmesini umdum” diyor.

Yunusoğlu ile kitabı üzerine söyleştik.

"Kadınları dinleyince hasta diyemiyorsunuz"

Öncelikle bu kitap fikri nasıl ortaya çıktı?

Cinsel davranışların diğer sosyal davranışlardan çok da farklı olmadığını düşünen biri olarak, cinsel problemler, özellikle vajinismus hakkında yapılan çalışmalarda, cinsel birleşme anına fazlasıyla odaklanılması bir kadın olarak beni rahatsız ediyordu.

Gündüz eşine hizmet eden kadın, gece yatakta eşine hizmet etmeye devam ediyorsa, başkalarını memnun etmek için hareket etmeye koşullanmış kadınlar eşlerinin gönlünü yapmak için cinsel ilişkiye giriyorlarsa ya da bir kadın beklentileri karşılamak adına çocuk sahibi olabilmek için cinselliği yaşamak istiyorsa, ben cinselliği biyolojik bir dürtü olarak görmekte zorlanıyorum.

Dolayısıyla, kadın cinselliğini ve kadınların yaşamış oldukları cinsel problemleri anlamak istiyorsak, yaşamlarının doğrudan cinsellikle ilgili olmayan bölümlerini de araştırmalarımıza dahil etmeliyiz diye düşündüm.

Böylelikle, Türkiye’de vajinismusu kuşatan cinsel senaryoları incelemeye başladım. Ortaya çıkan sonuçlar gösterdi ki vajinismus, “başarısız” vajinal ilişki girişimiyle başlamıyor, keza “başarılı” bir şekilde penisin vajinaya girmesiyle bu problem çözüme kavuşmuyor.

Peki, sonra?

Kadınların hikâyelerini dinledikten sonra vajinismusu ve farklı kadınlık deneyimlerini, ortaya çıktıkları bağlam içerisinde anlamlandırmaya çalıştım. “İyi ki vajinismus olmuşum” diyen bir kadını hiç yargılamadım mesela çünkü neden böyle söylediğini çok iyi anlamış ve ona hak vermiştim.

Bir hastalık olarak kabul edilen vajinismus, karakterini ortaya çıktığı toplum ve ikili ilişkilerden aldığından, hikâyesini dinledikten sonra bu kadına “hasta” diyemiyorsunuz. Ya da cinsel ilişkiyi reddettiği için “erkek düşmanı”, “histerik” olarak etiketlemiyorsunuz. Kendi koşulları içinde değerlendirdiğinizde vajinismus olmasını normal karşılıyorsunuz.

‘Sonuçları tek tek paylaştım’

En azından ben bu şekilde baktım anlatılanlara ve elde ettiğim sonuçlar içimde öyle bir heyecan uyandırdı ki bunu herkesle paylaşmak istedim.

Daha bu kitap ortada bile yokken, elde ettiğim verileri her bir katılımcı ile tek tek paylaştım. Kendi söylediklerinin başka kadınlar tarafından da söylenmiş olması onları bir hayli şaşırtmıştı. Hem çok fazla ortak yanları vardı hem de her biri farklı yaşanmışlıklardan bahsediyorlardı.

O güne kadar kendilerini olağanüstü bir durumdan muzdarip tek kadın olarak görenler, başka kadınların da benzer problemlerle karşılaştıklarını görünce oldukça rahatlamışlardı. Hikâyelerini okudukları kadınların yerine kendilerini koyduklarında, kendi içinde bulundukları durumları daha iyi kavramışlar ve başkalarını yargılamadan kendi yaşantılarını sorgulamışlardı.

‘Kadınlar birbirlerine destek olmak istedi’

Hatta kadınlar arasında oluşan bu farkındalık ve dayanışma ruhu öyle ilerledi ki bu kadınlardan bazıları birbirleriyle görüşmek, birbirlerine destek olmak bile istediler.

Yalnız olmadığımızı, diğer bir yandan deneyimlerimizin ne kadar eşsiz ve özel olduğunu hissetmek için bundan daha güzel bir yöntem olabilir mi?

Benimle beraber on iki kadın arasında başlayan bu iletişime daha fazla kadının dahil olmasını istedim çünkü çok iyi biliyorum ki kitapta sadece on bir kadın olsa da aslında hikâyeler hepimizin hikâyesi.

Bu kitap ile beraber ataerkil yapıyı dönüştürerek, kadınların seslerinin hem bir bilim insanı olarak metin üretiminde hem de üretilen metinlerin içindeki kadın temsilleriyle var olmasını amaçladım.

Sonuç olarak, cinselliğimizi özgürce konuşabilmemiz ve korkmadan yaşayabilmemiz için bir başlangıç yapmayı istediğim bu araştırmayı politik bir etkinlik olarak gördüm ve hem bu sürecin hem ortaya çıkan sonuçların bilinç yükseltme amacına hizmet etmesini umdum.

Bu sebeple, vajinismus hakkında yapılan araştırmalardaki genel eğilimin aksine, "Türkiye’de her on kadından biri vajinismustur" demek yerine, bu kitabı yazarak o “1” olarak duyduğumuz kadının hikâyesini sizler de bilin istedim.

Size çok özel alanlarından söz ettiler siz bu güveni nasıl kazandınız?

Son zamanlarda kadınlar birçok sosyal araştırmanın konusu oluyorlar.

Ancak metodolojik eğilimin pozitivist, ana akım ve gelenekselci olduğu bu çalışmalarda kadının ekonomi, sağlık, eğitim, hukuk vb. alanlarla ilişkisini araştırmak kadın konusunu açıklamaya yetmediği gibi araştırmaya katılan kadınlara da bir fayda sağlamıyor gibi görünüyor. Bahsettiğim sosyal araştırmalara ben de birçok kez katıldım.

Bu araştırmalarda süreç, nesnel ve yansız olduğunu iddia eden araştırmacının “bilen” konumunu işgal ederek katılımcılara soru sormasıyla başlıyor. Soru-cevap şeklinde giden ya da yalnızca bir ölçekteki maddeleri size uygunluk derecesine göre 1 ile 7 arasında oyladığınız bu araştırmalarda araştırmacı ulaşmak istediği sayıda katılımcıya ulaşınca verileri analiz etmeye başlıyor.

Sizler de katılımcı olarak yalnızca bir “rakam” oluyorsunuz. Düşünün, cinsellikle alakalı katıldığınız bir araştırmada şöyle bir ifade var: “Cinsellikten keyif alıyorum.” Kolaysa 1 ile 7 arasında oylayın bunu. Böyle ifadeler görünce bahsi geçen “cinsellik” nedir, “keyif”ten kastı ne, gibi soru işaretleri kalıyor aklımda.

Ayrıca, bazen keyif alıyorum bazen de almıyorum. Bunun için belli sebeplerim var ve bunlardan ayrıntılı bir şekilde bahsetmek istiyorum. 4 verip geçeyim demek içime sinmiyor çünkü ne 4 yaşadıklarımı yansıtıyor ne 5 ne de 6. Bin kişiden şu kadar kadın şöyle düşünüyor, şu kadarı buna inanıyor şeklinde sonuçları olan bu çalışmalar içerisinde kendimizi görmemiz çok zor oluyor.

'Kadınların deneyimleri biricik'

Üstelik çoğu zaman ortaya ne gibi sonuçlar çıktı bundan haberimiz bile olmuyor. Görüşmelerin sonunda ya da bize verilen soru formlarının en altında genellikle şöyle bir soruyla karşılaşıyorum: “Araştırmanın sonuçlarıyla ilgili bilgilendirilmek istiyor musunuz?” Her seferinde “evet” desem de henüz katıldığım araştırmaların sonuçları hakkında beni bilgilendiren birileri olmadı. Böyle olunca da insan ister istemez araştırmaya neden katıldığını sorguluyor.

Kendi araştırmama gelince, kadın cinselliği gibi hassas bir konu üzerine çalıştığımın en başından beri farkında olarak hareket ettim ve eleştirdiğim araştırmacılar/uygulamacılar gibi olmamaya özen gösterdim. Kadınların biricik deneyimlerinin büyük rakamlar içerisinde kaybolmasına izin vermedim.

Her bir anlatılanı olduğu gibi yazıya döktükten sonra kadınların onayını aldım ve çıkan sonuçlardan onları zaman zaman haberdar ettim.

Dil engelini ortadan kaldırmak için İngilizce yazdığım tezimin Türkçe özetini kitapçık olarak onlarla paylaştım çünkü kendi söylediklerine yabancılaşmalarını istemedim. Her şeyden öte, içeriden biri olarak kadınların hayatlarına dokunmak ve yaşamlarının can sıkıcı yanlarını onlarla birlikte dönüştürmek istedim.

'Kadınlar yılmış durumda'

Ayrıca, sevinerek söylüyorum ki kadınlar, kendi gerçekliklerini yansıtmayan araştırmaların nesnesi olmaktan yılmış durumdalar. Cinsel problemlerini bir uzmanla paylaşıp onun “klinik deneyimleri” olmak istemiyorlar. Kadın olarak anlaşılmaya ihtiyaçları var; o yüzden toplumsal cinsiyet konularına duyarlı olan çalışmalara katılmaya daha bir gönüllü oluyorlar. Ben de kendi çalışmamda nesnel olmak adına, vajinismus yaşayan kadınlara “dışarıdan” bakmak yerine katılımcılara duygudaş bir içebakışla yaklaşmaya çalıştım.

Yani değer-yansız bilim insanı mitinin olanaksızlığını savunan biri olarak hiçbir zaman konuya belli bir mesafeden bakan, nesnel bir araştırmacı olmadım.

Paylaşılanlara karşı tarafsız ve kayıtsız olmaktansa, katılımcılar ile kısmen yan tutma ve kısmi özdeşleşmeyle gerçekleştirilen “bilinçli taraflılık” ilkesini benimsemem kadınların hayatlarının belki de en özel alanını bana açmalarına yardımcı oldu.

Sonuç olarak kadınların içinde bulundukları durumu anlamak ve dönüştürmek için gerekli olan politik ve etik kararlılığı yalnızca kâğıt üzerinde değil, araştırma davranışıma da yansıtmam kadınların güvenini kazanmamda büyük rol oynadı.

Vajinumus sorunu genelde tıpta ele alınıyor. Siz tıp dışında bir duruma da dikkat çekiyorsunuz. Gelenekler, aile baskıları gibi.. Biraz bu durumu açar mısınız?

“Evlenmeden olmaz” diyor genç bir kız erkek arkadaşının cinsel olarak yakınlaşma isteğine. Ya da bir kadın “beni kirletti” diyor evlenmeden cinsel ilişkiye girdiği adama. Erkekse, “benim oldu” diye ortalıkta dolaşıyor bir kadınla cinsel birliktelik yaşadıktan sonra.

Evlenmeden cinsel ilişki olmuyorsa bunun ardında ne biyolojik ne de fizyolojik bir sebep bulunur. Bal gibi de olur evlenmeden, ama “olmaz” işte çünkü erkek cinselliğinin doğası gereği şehvetli, saldırgan ve öngörülemez olarak kurgulanması, evlenmeden önce cinsel olarak aktif olmak isteyen kadını “gerçekten buna değer mi?” sorusunu sormaya itiyor.

"Kirlenmek" dediğimizse cinsel ilişkiden sonra kadının bedeninde oluşan bir yara, bir iz değildir ki.

Burada kir, kadının evlenmeden önce bekâretini kaybetmesine yapılan bir vurgu, gelecekte karşılaşacağı damgalanmaya bir göndermedir. Cinsel birleşmeyle beraber "benim oldun"a ne demeli? Penisin vajinaya girmesiyle birine sahip olmak da ne! Bu söylemlerde açıkça görüldüğü gibi genel kanının aksine, cinsellik serbestçe yaşanan biyolojik bir dürtü ve arzu olmaktan ziyade kültürel ve sosyal koşullar altında organize edilen ve anlam bulan bir olgudur.

Tıpkı cinsellik gibi cinsel problemler de belirli bir sosyal ve kültürel çevre içerisinde şekillenir. Türkiye'de kadınların sıklıkla karşılaştıkları cinsel sorunlardan olan vajinismus her ne kadar hastanelere taşınmış olsa da esasen kadının toplumdaki pasifliğinin semantik kurgusu olarak karşımıza çıkar.

Sizin de işaret ettiğiniz gibi toplumsal hafızamızı yansıtan bazı gelenek ve görenekler kadınların evlilik hayatı içerisinde yaşamaya şartlandıkları cinsellik için yıkıcı bir etki yaratmaktadır.

Söz gelimi baba ve damat/kayınpeder arasında bir alışveriş niteliğinde olan kız isteme geleneği, kadının evlilikteki aşağı konumunu önceler çünkü damat "istemiş" gelin ise "verilmiş"tir. Üzerine bir de başlık parası için pazarlıklar dönerse kadın, satılık bir nesne haline alenen getirilir; ortada mal ve hizmet vardır. Başlık parası her ne kadar Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgeleri'nde süregelen bir gelenek olarak bilinse de benzer uygulamalara Türkiye'nin her bölgesinde rastlayabiliriz.

Başlık parasını ilkel bulan aileler, evlenirken erkek tarafından ev, araba, altın, bilezik gibi isteklerde bulunurlar. Evlenirken erkek tarafının gerek nakit gerekse farklı yollardan yaptığı ödemeler, erkeğe evleneceği kadın üzerinde her türlü tasarrufta bulunabileceği mesajını vermektedir.

Bu şartlar altında kadın olmak, piyasada belli karşılıkları olan davranışların yerine getirilmesi ile mümkündür. Para karşılığında erkeğin boyunduruğu altına giren kadın, ömrü boyunca erkeğin emri ve baskısına maruz kalacak, üstüne bir de erkeğe hizmet edecektir.

Bu koşullar altında vajinismus, ataerkil pazarlığa tehdit niteliğindedir zira evlilik sözleşmesi ile kadına gıda, giyim, barınma gibi temel ihtiyaçları sağlama sözü veren erkek vajinismusun ortaya çıkmasıyla beraber eşinden beklediği itaati ve teslimiyeti görememiştir. Bedenini cinsellik ve çocuk doğurma yoluyla kocasına teslim edecek olan kadın, beklentileri alt üst etmiştir.

Konu artık yalnızca penisin vajinaya girmemesi değil, dizginlenemeyen ve başkaldıran bir kadın bedenidir de. Bu yüzden, vajinismusu yalnızca tıbbın konusu olarak görmek yerine sosyal, kültürel ve ilişkisel boyutlarına odaklanmayı var olan ataerkil düzeni anlamak ve dönüştürmek için daha yararlı buluyorum.

Kadınlar vajinusmus sorunu yaşadıklarının farkına varıyor mu yoksa bu sorunu “doğal” olarak mı görüyorlar?

Cinsel istek bozukluğu, uyarılma bozukluğu, cinsel tiksinti bozukluğu, cinsel istek yokluğu/azlığı, orgazm olamama ve ağrılı cinsel ilişki gibi kadınların yaşadıkları diğer cinsel problemlerle kıyaslandığında vajinismusun kadınlarda en sık karşılaşılan cinsel problem olduğu söyleniyor.

Bence vajinismusun en sık karşılaşılan cinsel problem olarak kayıtlara geçmesindeki bir neden, bu sorunun kadının doğurganlığını teknik olarak engellemesi ve bu sebeple kadınların cinsel problemlerini çözmek için yardım arayışı içine girmeleri olabilir. Diğer problemler cinsel birleşmeye engel olmadığı için kadınlar tarafından daha az sorunsallaştırılıyor. Kadınlar bu problemleri çözmek için yollar aramıyor hatta zamanla bu problemleri görmezden geliyorlar.

Mesela orgazm olamamayı kadınlar çok fazla sorun etmiyorlar çünkü erkeklerin aksine kadınların her cinsel birleşmede orgazm olamayacağına inanılıyor. Ya da cinsel ilişki ağrılı da olsa kadınlar buna katlanmaya çalışıyorlar çünkü her cinsel birleşme az çok ağrıya sebep olabilir gibi düşünüyorlar.

Ancak vajinismus olduklarında benzer bir tutum içinde olmadıklarını görüyoruz. Cinsel isteğin olmaması, uyarılamama, orgazm olamama, cinselliği ağrılı da olsa yaşama çok “doğal” karşılanırken vajinismus büyük bir problem olarak görülüyor ve kesinlikle tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak kabul ediliyor. Bir de şöyle bir durum var; vajinismus hastalık olarak algılanıyor ancak bir bel fıtığı kadar da kolay telaffuz edilemiyor.

Bu da bize vajinismusun “doğal” olarak karşılanmadığını ve esas kadının kadın olarak kendinden beklenenleri yerine getirememesinin marazileştirildiğini gösteriyor.

"Yatak Odasındaki Kalabalık" kimi zaman da bir metafor

Kitabın adı bir hayli ilginç nereden geliyor?

Kitabın adı çalışma boyunca kadın cinselliğini ve vajinismusu açımlamak için kullandığım tiyatro metaforuna bir gönderme yapıyor aslında.

Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsiz ilişkilerin kadın cinselliğini nasıl kurguladığını, cinsel davranışları hangi şekillerde denetlediğini ve kadınların cinsel problemlerine nasıl sirayet ettiğini incelediğim çalışmamda yatak odasında gerçekten yalnız olup olmadığımız kendime sorduğum birkaç sorudan biriydi ve bu soruya yanıt ararken sıklıkla tiyatro metaforuna başvurdum.

Buna göre vajinismus, cinsel etkileşim esnasında oynamamız üzere bazen kültür tarafından bize sunulan bir metin olurken, bazen eşlerin ortak yazdıkları, kimi zaman da kişilerin kendi içlerinde yazıp çizdikleri bir senaryo oluyor.

Toplum seyirci olarak sahne önünde -yani yatak odasında- cinsel birleşme yaşayamayan kadını izliyor sadece. Ancak kadın sahneye çıkmak için nasıl hazırlanıyor, çıkana kadar başından neler geçiyor seyirci bunu bilmiyor, sorgulamıyor. Dolayısıyla, vajinismusu tıbbi bir problem olarak görmeyip sosyal bağlamın içine oturtmak istediğim için kadınların içinde yaşadıkları sosyal çevreyi ve “ben kızken” diye adlandırdıkları dönemi “kulis”e benzetiyorum.

Sahneye çıkıp evlilik oyununu oynayacak kadınlara kuliste birçok kişinin eşlik ettiği şüphe götürmez. Kuliste yapılan hazırlıkların neticesinde sahneye atılan kadına diğer başrol oyuncusu olan eşi/erkek arkadaşı eşlik etmektedir. “İlk gece”nin prömiyer, oyunun ise vajinismus olduğu bu oyunda anne baba, akrabalar, komşular ve arkadaşlar gibi birçok kişi suflör olarak görev yaparlar. Ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini heyecandan unutan kadına sahne arkasından müdahale ederler.

Yani bizler yatak odasında -sahnede- yalnız olduğumuzu düşünsek de aslında annemizin bir sözü, babamızın bir bakışı bize eşlik etmektedir zira görüşmeler esnasında bir kadın vajinismus deneyimini paylaşırken şöyle diyor: “Eşim bana her dokunduğunda sanki hâlâ yapmamam gereken bir şeyi yapıyormuş gibi bir his oldu bende. Annemin ve babamın sesini duyar gibiydim. Orada yoklardı ama sesleri kulaklarımda çınlıyordu. Sanki beni izliyorlardı – kafamın içinde hayal kırıklığına uğramış ve kahretmişler gibi.”

Erkek arkadaşıyla cinsel olarak yakınlaşmaktan keyif alan bir kadınsa yatak odasında yalnız olmadığını şu sözlerle dile getiriyor: “Daha fazlasını yapmayı istediğinde onu reddederdim ve cinsel isteğimi engellerdim çünkü annemin sesini duyar gibiydim. Diyordu ki, ‘hayır, bunu yapamazsın; komşularımız ve akrabalarımız bunu duymamalı.’”

Bu kitapta, “Yatak Odasındaki Kalabalık” kimi zaman da bir metafor olmanın ötesinde, asıl itibariyle kendini göstermektedir. Kendi gözlemlerim ve araştırmadan elde ettiğim verilere dayanarak, birçok evde yatak odasının anahtarının olmadığını ve herhangi bir oda olarak kullanıldığını söyleyebilirim.

Ayrıca, eve gelen misafirler rahatlıkla bu odaya girip çıkıyorlar, hatta orada ağırlanıyorlar. Yatak odasının bu kadar gelen gideni, girip çıkanı çok olan, çok işleyen, çok canlı ve çok hareketli bir oda olmasının bir sebebi evde yeterli odanın olmaması yani maddi imkânsızlıklara dayanıyor bunun farkındayım ancak burada esas vurgulamak istediğim cinselliği yaşarken gerekli olan özenin ve mahremiyetin çiftlere sağlanmaması.

Cinselliği yaşarken yatak odasındaki kalabalığa vurgu yapan bir katılımcı şöyle diyor: “Eşimle ne zaman cinsel olarak yakınlaşsak kayınvalidem odaya dalıyordu ve mahremiyetimizi işgal ediyordu. Bir şeyler bahane edip odaya geliyordu. Ya bir şey sormak için ya da odadan bir şeyler almak için. Evin erzakları (baklagiller, yağ, tuvalet kâğıdı) bizim odadaydı. ‘Tuvalet kâğıdı bitti,’ der girerdi. ‘Yarın için fasulye ıslatacağım,’ der gecenin bir yarısı içeri dalardı.” Yatak odasının erzak odası olarak da kullanılmasını anlamakla beraber, burada gecenin bir yarısı yatak odasına girilmesinin eşlerin mahremiyetini hiçe saydığını düşünüyorum.

Bu yüzden, gerek metaforik gerek gerçek anlamda yatak odasının kalabalık olmasının kadınların vajinismus deneyimlerinde önemli bir rol oynadığını düşünerek kitaba yayıneviyle beraber bu ismi verdik.

Sizce vajinumus sorunu yaşayan kadınları "şu sınıftan, şu ekonomik gelirden, köylü kentli" gibi kategorize edebilir miyiz? Yoksa genel bir sorundan mı söz ediyoruz?

Kadınların mensup oldukları grupla birlikte sosyokültürel ve ekonomik koşulları vajinismusun ortaya çıkmasını, sürdürülmesini ve kadınların bu durumu nasıl deneyimlediklerini etkilese de vajinismus olgusunu sınıf-bağlı düşünmek ya da sosyoekonomik ve sosyokültürel özelliklerle açıklamak çok zor çünkü öyle görünüyor ki vajinismus yaşayan kadınlar farklı sınıflardan ve toplumun farklı kesimlerinden geliyorlar.

En azından kendi araştırmama dayanarak vajinismusun belli sosyoekonomik ve sosyokültürel gruptan olan kadınların değil, her sınıftan ve her gruptan kadının yaşadığını söyleyebilirim.

Medeniyet ve ilkelliğin cinsiyetçi açıklamalara dayandırılması ve cinsel ahlak kurallarının farklı kültürleri ve sınıfları ayıran en temel özellik haline gelmesi sanıyorum vajinismusun ve diğer cinsel problemlerin belli gruptan kadınların yaşadığına inandırıyor bizi.

Hâlbuki böyle bir durumdan söz etmemiz çok zor çünkü kitapta da bahsettiğim gibi Türkiye’de yaşayan hiçbir kadın cinselliğe dair kısıtlamalardan muaf tutulmaz.

Daha geleneksel bölgelerde kadın bedeni ve cinselliği mekânsal kısıtlamalar ve fiziksel şiddet ile denetlenirken, batı tipi ataerkilliğin etkili olduğu kesimlerde bu denetleme karı-koca ve baba-kız arasındaki sözde sevgi, saygı ve bağlılıkla sağlanır.

Yani ataerkil yapılanma ortadan kalkmadığı sürece kadın cinselliğinin kısıtlanmasını düşük gelir ve yaşam koşullarına ya da eğitim durumuna göre açıklamamız pek doğru olmaz diye düşünüyorum.
Okuyabileceğiniz diğer Yeliz Turan Yunusoğlu söyleşileri
▪ "Türkiye'de Kadınların Vajinismus Deneyimleri: Feminist mücadeleye ihtiyaç var"
Emek Erez, Gazete Duvar, 17 Temmuz 2021
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X