| | Ayşegül Sabuktay: "Devletin yasal olmayan faaliyetleri" Esra Açıkgöz, Cumhuriyet Dergi, 16 Mayıs 2010 Tarih, 3 Kasım 1996. Susurluk. Bir araba ile kamyon çarpışır ve... Türkiye'de devletin yasal olmayan faaliyetlerinin en ayyuka çıktığı olaydı Susurluk. Adli ve polisiye yanıyla, devlet-mafya ilişkisiyle çok konuşuldu, yazıldı. Ayşegül Sabuktay kitabı Devletin Yasal Olmayan Faaliyetleri’yle Susurluk’u yeni bir çerçeveden, hukuk-siyaset kuramları üzerinden irdeliyor. Bu bir tez çalışması. Devlet nedir? Gücünü neye dayandırır? Yasal olmayan faaliyetlerini nasıl aklar? Sabuktay’ın peşinde olduğu pek çok soru var. Şimdi o yanıtlıyor.Tez için neden bu konuyu seçtiniz?Susurluk’taki olayın kısa sürede trafik kazasından fazla anlamı olduğunu fark ettik. Kaza olmadan bir süre önce “devlet çete olmaktan çıksın, hukuka otursun” dediği için Çetin Altan’a dava açıldı. Akla gelen suçlamalar, kazadan sonra açıkça tartışılabilir hale geldi. Kaza, devlet hakkında konuşmamızı kolaylaştırdı. Bu olanağın devlete kuramsal bakışta da bir zenginlik sağlayacağını düşündüm. Devletin genellikle hukuki sınırları içinde, daha çok pozitif hukuk tarafından tanımlanmış halinden bahsediyoruz. Ama karşı karşıya kaldığımız devlet bu bakış açısıyla kapsanamayan, sürekli onun dışına çıkan bir yapı. Bu nedenle, biraz da, devletin kuramda gözden kaçan noktaları üzerinde çalıştım. İlişkiler olarak işleyen devleti, devlet-hukuk ilişkisi üzerine üretilmiş kuramsal alanda, somut durumdan yola çıkarak sorgulamayı amaçladım. Yani kaza, somut devletten soyut devlete nasıl gidileceği, kavramsallaştırma düzeyindeki devletten somut durumun nasıl göründüğü meselesine bakmaya kaynaklık etti. Peki hukuk-siyaset kuramından Susurluk’a baktığınızda gördüğünüz en ilginç nokta neydi?Kitapla amaçlanan, kuramla yaşantı arasındaki geçişleri ortaya çıkarmaktı. Bu serüvende ilginç olan, Susurluk ve benzeri olaylara farklı kabullerle yaklaşan insanlara bakış açılarının kuramdaki kaynaklarını, izlerini bulabilecekleri ve düşünüş biçimlerini sınamalarını mümkün kılacak bir zeminin hazırlanması. Bu kitabın tek noktaya odaklanmadan farklı düşünüş biçimlerinin bir galerisi haline gelmesini de sağlıyor... Susurluk Olayı’na Weber, Habermas, Hans Kelsen, Carl Schmitt gibi pek çok kuramcı üzerinden bakmışsınız. En çok karşınıza çıkan kuram ne oldu?Kelsen’in pozitif hukuk kuramı ve raison d’etat doktrini, yani hikmet-i hükümet düşüncesi. Doğrudan birbirini desteklemeyen iki görüş, ilginç biçimde birlikte kullanıldı. Bir tarafta hukuk devleti kavramına yaslanılarak pozitif hukuka dayalı kavramsallaştırma benimseniyor, diğer taraftan devletin bekası için her şeyin meşrulaştırılabileceği, hukukun önemsiz olabileceği görüşü dile getiriliyordu. Türkiye’de özellikle siyasetçiler ve sorumluluk alması gerekenler devletin ne ölçüde hukukla bağlı olduğunun sorgulandığı bir olayla karşılaşıldığında, çabucak devletin normlardan ibaret olduğunu, onlara uymayan bir eylemi devletle özdeşleştiremeyeceğimizi, ancak kişisel suçlardan söz edebileceğimizi söyleyip, pozitif hukukun hukuki düzlemine çekildiler. Böylece, devlet bir anda görünmez oldu, sadece bireysel failler ortada kaldı. Devlet diye bir soyutlamadan söz ediyorsak o devletin sadece hukuk normlarından ibaret algılanması kanımca sorunlu bir yaklaşım. Ya hikmet-i hükümet yani “devlet aklı” düşüncesi nasıl karşımıza çıkıyor Susurluk'ta?Hikmet-i hükümetin alttan alta, önemli köşe yazarlarının yazılarında, zaman zaman siyasetçilerin demeçlerinde, Tansu Çiller’in Çatlı’ya sahip çıkması gibi beyanlarda başvurulan bir düşünme biçimi olduğunu görüyoruz. Hatırlarsanız, Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu’nda da devleti korumak için hukuk dışına çıkılabileceği, ancak buna belirli otoriteler tarafından izin verilmesi gerektiği vurgulanmıştı. Modern devletin yasal temelde çalıştığı kabulünü geniş bir toplumsal çevrenin kafasında yıkan olaydı Susurluk. Ergenekon soruşturmasıyla ilk kez devlet içinde işleyen yasal olmayan bir yapılanmanın mevcudiyeti iktidar eliyle de kabul edildi. Ancak dava ilginç bir hal aldı. Bu durumu nasıl değerlendirmek gerekiyor sizce?Eğer iddialar doğruysa ya da doğru olduğunu varsayarak düşünmek istersek, iktidarın bu olayın takipçisi olmasını doğrudan hukuk devleti ile ilgili olumlu bir gelişme olarak görmemiz zor. Zira süreç fazlasıyla siyasal mücadelenin ön plana çıkmasıyla ilerledi. Uzun tutukluluk sürelerinin bir tür cezalandırma gibi işlediği, geniş kapsamlı dinlemelerle kişisel mahremiyetin hiçe sayıldığı açık. Hukuki süreçlerin kendisi iktidar mücadelesinde bir araç niteliğinde neredeyse. Tansu Çiller, “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyordu Susurluk Olayı’ndan sonra. Bu lafın tekrarlanışına neden olacak olayları daha sonra da yaşadık. Yine de toplumun devletin meşruluğuna dair sorgulamalar eskisi kadar yapılmıyor. Bu durumu, hukuk-siyaset kuramı açısından değerlendirdiğinizde neler çıkıyor karşımıza?70’lerde Türkiye’de iyi-kötü muhalefetin mümkün olduğu bir dönemi yaşadık. 12 Eylül darbesi meşruluğu sorgulamanın çok da kolay olmayacağını öğretti insanlara. 12 Eylül’le başlayan neoliberal program, düşünüş biçimimizi ve yaşantımızı değiştirmeyi hedeflemişti. Bu politik program, piyasa mekanizmalarının işleyişi ve uluslararası mekanizmaların müdahaleleri açısından sık sık hukuk devleti kavramına başvursa da, siyasal haklar ve özgürlükler söz konusu olduğunda fazlasıyla otoriter olabilen bir devlet modeline dayanıyor. Bu program büyük ölçüde başarılı olmuş görünüyor. Peki hukuk devleti, devletlerin yasal olmayan faaliyetlerini ortadan kaldırabilir mi? Ya da bu faaliyetleri bulunmayan bir devlet hayalden mi ibaret?Hukuk devleti düşüncesinin, kavramsallaştırmasının, bütün dünyada fazlasıyla aşındığını; terörle mücadele kavramı ve yaklaşımıyla hakların ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı istisnai durumların sıradan hale geldiğini biliyoruz. Uluslararası hukukun, ABD’nin istediğinde istisnai durum yaratabildiği bir hiyerarşik yapı içinde tasarlandığını, bunun da ulus devletlerin egemenlik alanlarını daralttığını, hukuk devleti düşüncesinin bu açıdan da aşındığını söylemek mümkün. Bu nedenle hukuk devleti sürekli imkânsızlığı ile birlikte, uygulanmama durumuyla da gündemde. Ancak bu, hukuk devleti kavramından elimizi eteğimizi çekmemiz, bunun uygulanmasının mümkün olmadığını düşünmemiz sonucunu doğurmamalı. Çünkü kullanılan gücün meşruiyetini sorgulayabileceğimiz başka bir yerleşik çerçeve oluşmadı. Ancak hukuk devletini gündemden çıkaracak daha üst bir demokrasi ve meşruluk talebiyle bu mümkün olabilir. |