İlkokul öğretmeni, tiyatrocu, ressam ve yazar: Bercuhi Berberyan, içi içine sığmayan, her daim neşeli, hareketli, anlatacak hikâyesi olan kadınlardan... Haftalık olarak Agos'ta, aylık olarak da Adalı dergisinde yazıyor yaşadıklarını ve etkilendiklerini.Birkaç yıl önce arkadaşlarının ısrarıyla yaptığı 10 günlük Ermenistan gezisi de 'anlatmazsa duramayacaklarından' olmuş Berberyan'ın... Önce dostlarına anlatmış, sonra birkaç yazı çıkmış kaleminden ve derken bir kitaba dönüşmüş bu gezinin izlenimleri. Kitabın adı, çok vahim bir yanlış anlamanın altını çiziyor: Ermenistan'da Bir Türkiyeli. Ermenistan'ı Anadolu Ermenilerinin vatanı sananlara bir düzeltme bu ad.Hâlâ anlamayanlara da Berberyan'ın ilk cümleleri anlatıyor hakikati: "Vatan bildiğim yerde vatandaş sayılamıyorum. Vatanım sayılan yeri vatan sayamıyorum. Ben Türkiyeli bir Ermeniyim".Sovyet rejiminden yeni çıkmış, binlerce yıllık bir tarihe, zorluklarla dolu bir siyasi poziyona sahip olan Ermenistan; cazip seyahat rotaları arasında değil. Zaten Bercuhi Berberyan da kayırmıyor bu ülkeyi. Onun Ermenistan izlenimleri önyargısız, nesnel ve eğlenceli. Aklından geçeni yazmaktan çekinmiyor; kimsenin dinine, ırkına, milletine takılmıyor.Şişli'deki evinde kitap üzerine konuşmak için buluştuğumuzda çok heyecanlıydı. En çok önemsediği ise "Yüreğimi koydum" dediği kitabının, yazıldığı gibi önyargısız olarak okunmasıydı.Bu kitabı neden yazdınız?Kitabın sonunda anlattığım bir güvercinli adam olayı var. Ermenistan gezimizin sonlarına doğru dilenci kılıklı bir adam, elinde bir güvercinle geldi ve "Birkaç bozukluk ver, bu kuşu senin şansına uçurayım" dedi. Ben de yanlışlıkla Türk parası verdim. Adam parayı yere fırlatıp "Sen Türksün" dedi bana.
Adama Türkçe bir küfür salladım ama kuş öyle güzeldi ki, dokunmam lazım. Sevdim, okşadım. Adamla göz göze geldik, "Ben senin o güzel yüreğin için, yine de bu kuşu uçuracağım şansına" dedi. Bütün kitabı işte bu olay için yazdım.
Gezi sırasında notlar almış mıydınız?Hayır, keşke alsaydım. Zaman zaman arkadaşlarımı arayıp sordum "Önce nereye gitmiştik?" diye. Programı da atmışım. Sonra sıraya takılmamaya karar verdim. Yüreğimi koydum bu kitaba. Dilerim okuyanlar da bu açıdan görür.
Yazdığınıza göre, Ermenistan'a çok da hevesli gitmemişsiniz.Ermenistan'ı merak ediyordum tabii. Ama "Senin vatanın orası, gidip görmen lazım" lafına da karşıyım. Benim vatanım burası. Nereden oluyor Ermenistan benim vatanım? Başka Ermenilerin vatanı orası. Biz liseden sınıf arkadaşları, bir grup oluşturup seyahate çıkacağız, şamata yapacağız dedik. Gerçi gidince çok etkilendim ama onların zannettiği anlamda etkilenmedim.
Neydi etkilendiğiniz?Geçmiş ve tarih beni çok etkiledi. Bizim bir bu kadar Anadolu'da da tarihimiz var ve onlar yok sayılıyor. O çok dokunuyor bana. En çok da Ağrı Dağı etkiledi beni. Muhteşem, rüya gibi... Nefesim kesildi ilk gördüğüm an. Zirvesi, bulutların üstünde. Doğayı, güzellikleri severim, tamam. Ağrı Dağı da oradakiler için özel anlamı olan bir dağ. Ama benim için öyle bir anlamı yoktu. Yine de görür görmez çarpıldım, Ağrı'dan insana akan bir enerji var.
Ermeniler mutlaka gitmek ister mi Ermenistan'a?Aslında öyle, normali o. Benim öyle büyük bir arzum yoktu.
Duygusal bir bağ yok mu buradaki Ermenlierle Ermenistan arasında?Yüzdeye vurursan, buradaki Ermenilerin büyük bir kısmı orasıyla duygusal bir bağ hissetmiyor. Entelektüel kesim kendini şartlıyor bu bağı kurmaya. O kadar ki, neredeyse ben aleyhte bir laf etsem bana bozulacaklar. Belki yazdığım bazı şeylere kızacaklar, çünkü çok da eleştirdim Ermenistan'ı bu kitapta.
Ben de Ermenistan'a gittim kısa süre önce, sizin gibi "Ermenistan'da bir Türkiyeli"ydim. Ama merak ediyorum algılarımızda bir fark var mı acaba? Örneğin Soykırım Müzesi'ni gezerken hissettiklerimiz farklı mı?Farklıymış meğer. Giderken öyle düşünmüyordum. Soykırım çok bıçak sırtı bir konu, kelimeyi bile nasıl kullanacağımızı bilemez hale geldik. Bence çok da önemli değil kelime. Ne dersen de, geçmişte bir olay var. Bu olayı algılamak insan olarak aynı. Bir insan bir insana bunu yapmış. İster Çinli olsun ister Eskimo...
Ama Soykırım Müzesi'nde etkilendiklerim senden biraz farklı olmalı. Çünkü etimde hissediyorum ben olanları. Üçüncü nesilim, anneannem tehcir artığı. Bir tek o ve ağabeyi kalmışlar Sivas Kangal'da. Sen başka bir Türkiyeli olarak "Demek ki bunlar olmuş" diyorsun, ben "İşte bunlar oldu" diyorum.
Anlatır mıydı anneanneniz yaşadıklarını?Anlatmazdı, biz "Geçmişi kapatın" sözüyle büyüdük.
Neden?Bizi korumak ve kin aşılamamak için. Çünkü biz burada kalanlarız. Acılarını her daim taze tutanlar, ilk olaydan sonra yurtdışına gitmiş olanların torunları. Diaspora. O kinle büyüdü onlar. Bizim çaremiz yoktu, geçmişi kapatmasak yaşayamazdık burada. Dost edinemezsin, sevemezsin. Benim sana düşmanlık duymamın bir anlamı yok ki! Senin ne alakan var olanlarla?
Peki benim özrümün bir değeri var mı?Var. Bence Ermeni ırkının beklediği, herkesin korktuğu şey değil. Sadece anlayış, empati. "Seni anlıyorum, haklısın, acın büyük. Keşke olmasaydı"... Bu kadarı yetecek. Rahatsız eden, "Yalan söylüyorsunuz, olmadı böyle bir şey" denmesi. Koskoca bir ırkı yalancılıkla itham ediyorlar. Bir yalanı dünyanın her noktasındaki Ermeninin aynı sabırla sürdürmesi mümkün mü?
Gündelik hayatta kendinizi anlatma mücadelesi veriyor musunuz?Zaman zaman. "Ben hiç Ermeni görmemiştim, çok şaşırdım" diyor bazıları. Neye şaşırdın, uzaylı mı bekliyordun? Bana "Dağdan geldiniz, bağdakini kovuyorsunuz" diyen bile oldu. Hangi dağdan geldim? Ben bu dağdaydım zaten. Bu tarihi bir bilgidir.
Benim hemen konuşmamdan anlaşılmıyor Ermeni olduğum. Diyelim takside gidiyorum, şoför sorar "Abla nerelisin?" "İstanbulluyum" derim ilk. "Esas nerelisin?" Eskiden "Sivaslıyım" derdim, Hrant'tan sonra "Ermeniyim" diyorum hemen. Çok değiştik Hrant'tan sonra.
Başka neler değişti?Ben hiç dindar değilim, kiliseyle aram yok. Ama Hrant'ın cenazesinde ve anmalarında hep boynuma haç astım. Sadece bize değil, bazı Türklere de benzer bir etkisi oldu Hrant'ın ölümünün. Onlara ben kendi azınlık çevremden daha çok üzülüyorum. Jerzy Kosinski'nin
Boyalı Kuş diye bir kitabı vardır. Orada baş karakterlerden biri köyün delisi Ludmilla'dır.
Kadın orta malıdır ama esas sevgilisi de köyün kabadayısıdır. Adamın canı Ludmilla'yı çektiğinde bir kuş yakalar, onu rengarenk boyar ve salıverir. Kuş doğal olarak hemcinslerinin arasına karışır, fakat onlar kendilerine doğru farklı renkte bir kuş geldiği için saldırır. Bu, farkında değildir renklerinin; niye saldırdıklarını da anlamaz. Ama gökyüzünde bir hengame olur, Ludmilla bunu görünce anlar ki sevgilisi onu bekliyor.
Ben Hrant'ın ardından üzülen Türkleri de bu boyalı kuşa benzetiyorum. Siz boyalısınız, fakat kendi renginizi görmüyorsunuz. Artık sizin gibi olanlar sizi farklı görüyor ve parçalıyor. Artık onlar bizden beter azınlık. Biz biliyoruz azınlık olduğumuzu ve sakınıyoruz kendimizi.