Harold Bloom:
"Dünyada çok az edebiyat eleştirmeni kaldı"
Can Bahadır Yüce, Kitap Zamanı, Sayı: 32, Kasım 2008
Harold Bloom deyince akla Batı Kanonu, Etkilenme Endişesi ve elbette Shakespeare gelir. Bloom, elli yılı aşkın bir süredir edebiyat eleştirisine, özgün kavramlar kazandırıyor, ‘bir bilen’ olarak antolojiler, kitaplar hazırlıyor.
Özellikle “etkilenme endişesi” kuramıyla dünya edebiyat çevrelerinde kendisine sık sık atıfta bulunulan bir isim. Geçen yıl geçirdiği bir kazanın ardından Yale ve New York üniversitelerindeki derslerine ara vermek zorunda kalan eleştirmen, şimdilerde yeniden öğrencilerinin arasında dönmek için gün sayıyor. 80 yaşın eşiğinde, “bütün çalışmalarımın özeti olacak” dediği yeni kitabı üzerine çalışan Bloom’la dünyada edebiyata bakışını, kendi konumunu ve olup bitenleri konuştuk.

Farklı edebî türlerde eşine az rastlanır sayıda seçki, antoloji hazırladınız. Kendinize bir tür, “halka iyi edebiyatın ne olduğunu öğretme” görevi biçtiğiniz söylenebilir mi?

Öncelikle, kötü bir kazanın ardından geçirdiğim çok kötü bir seneden sonra yeniden üniversitedeki görevime dönmeye hazırlandığımı söyleyeyim. Bu benim Yale Üniversitesi’ndeki elli beşinci senem olacak. Yaklaşık yirmi yıldır, edebiyatı “politik doğruculuk” tavrıyla değerlendirenlere karşı tepkimi dile getiriyorum. Bu kötü tavır, iyi edebiyatın, büyük düşsel edebiyatın anlaşılmasına zarar veriyor. İngilizce konuşulan dünyada kanonik edebiyatın bir tür savunucusu haline geldim. Hazırladığım antolojiler de bunun bir parçası... Yirmi yıldır Yale’de bunları anlatıyorum ama üniversitede hiçbir fakülteye bağlı değilim. Aslında temelde akademik dünyaya sırt çevirdim. Ben doğrudan dünyanın dört bir tarafındaki ortalama okura sesleniyorum. Kitaplarımı profesörlerin okuyup okumaması beni ilgilendirmiyor.

Üniversite camiasını, akademideki edebiyat eğitimini böyle eleştiriyorsunuz. Ama ısrarla akademide kalmayı sürdürüyorsunuz...

Akademik düzeyde ya da elitler düzeyindeki edebiyat araştırmalarına, çalışmalarına karşı değilim. Benim itirazım, İngilizce konuşulan dünyada bunun yapılış şekline... Bunu yapanlar, işi son derece politik hale getiriyor. Edebiyatı bir köken sorunu, bir cinsiyet sorunu, ırk ya da toplumsal sınıf sorunu haline getiriyorlar.

Doris Lessing’in Nobel ödülünü almasından sonra da Nobel akademisini “politik” olmakla suçlamıştınız.

Çok nadir istisnalar hariç, Nobel akademisi son 50 yıldır hep politik kararlar verdi.

Bir Türk yazarının, Orhan Pamuk’un aldığı ödülü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anadilinden okuyamadığım için çevirileri ölçüt alarak konuşmak zorundayım. Orhan Pamuk’un ciddi bir yazar olduğunu düşünüyorum. Gerçekten yüksek hayal gücüyle yazdığı ortada.

Nobel’i alacak yazarı sizin seçmeniz istenseydi, tercihiniz kim olurdu?

Bu soruya cevap vermeyeyim. Tercihimi herkese açıklamaktan yana değilim.

Türk edebiyatından izlediğiniz, bildiğiniz isimler var mı?

Zaman zaman Türk şiirinden örnekler okumaya çalışıyorum. Elbette, şiiri çeviriden okumak çok çok zor oluyor. Şiir beni daima öteki edebiyat türlerinden daha çok ilgilendirdi. Ama çeviriler üzerinden çağdaş Türk şiiri hakkında veya belli bir şair üzerine bir şey söylemem çok zor. Çeviri şiirlerde şairin üslubunu ayırt etmek kolay olmuyor. Şiir söz konusu olduğunda, bir ulusal kimlik sorunu da ortaya çıkıyor ama değerlendirebildiğim kadarıyla Türkiye özelinde bu, daha karmaşık bir hal alıyor. Çünkü sizin bir tür (çağa göre) dönüştürülmüş, referanslarını İslam’dan alan bir hükümetiniz var. Bir yandan da Atatürk’e dayanan laik bir geleneğiniz var.

Peki, genel olarak şiirin geleceği hakkında ne söylersiniz? İleri teknoloji çağında –bazıları gibi– dünyada şiirin geleceğinden endişe ediyor musunuz?

“Keyfî okuma”nın geleceği konusunda umutsuz değilim. Dünyanın dört bir tarafında okurlarım var benim, onlardan mektuplar alıyorum. Edebiyat eleştirisinde başka örneği olmayan kitaplarım otuza yakın dile çevrildi. Buna dayanarak, tecrübemle şunu söyleyebilirim; dünyada binlerce okur var, birer birey olan tekil okurlar. Edebiyata dair süren umutlarımı bu “tekil okur”a bağlıyorum. Bence bu okur, sonunda üstün gelecektir.

Edebiyat tarihinde Shakespeare’in, onun yapıtları arasında da Macbeth’in sizin için özel bir yeri olduğunu biliyoruz. Macbeth’e gönderme yaparak Macbush adlı bir oyun yazdınız, George W. Bush’u ve icraatlarını eleştiren...

O oyunumun arkasında duruyorum. Eğlenceli olsun diye yazıldı ve sanırım eğlenceli de. George W. Bush, tüm ulusal tarihimizdeki en kötü başkan, neyse ki görev süresinin sonuna geliyor. Irak Savaşı’nın dehşeti ve bu savaşın bir tür delilik olduğu düşünülürse, Bush elbette kötücül bir kahramandı. Yüzlerce, binlerce sivilin yerinden edilmesinin hiçbir amacı yoktu. Her ne olursa olsun, Bush savaş suçlarından yargılanabilir. Ama elbette bu olmayacaktır. Evet, Macbush adlı oyunum mizahiydi ancak orada anlatılanların sonuçları ciddi oldu. Tabii benim oyunu yazdığım dönem, Bush’un başkanlığının ilk zamanlarıydı. Irak’ta girişilen inanılmaz macera ülkemizin tarihi için bence her zaman bir yüzkarası olarak kalacak.

Bir söyleşinizde okumanın yaşamın zalimliklerinden bir nevi kaçış olduğunu söylüyorsunuz.

Bence edebiyat hayatın bir tür genişlemesidir. Gerçeğin geliştirilmesidir.

O halde, halka mal olmuş, geniş kitlelerce tanınan, üniversitede ders veren bir entelektüel olarak inzivayı bir anlamda yücelttiğiniz söylenebilir mi?

Ben kendimi halka mal olmuş bir entelektüel olarak görmüyorum. Böyle nitelenmek de istemem. Bir siyaset ya da hükümet yorumcusu da değilim. Ben sadece bir edebiyat eleştirmeniyim. Diğer uğraşlara hiç girişmedim. Zaten dünyada çok az edebiyat eleştirmeni kaldı. Bu, insanın kendine rağmen kamusal bir rol edinmesidir. Ben bunu istemedim.

Henry Corbin’ın İbni Arabi üzerine yazdığı Alone With The Alone adlı kitabına yazdığınız önsözde sufi mistisizmiyle Shakespeare’in trajedileri arasında bağ kurmuştunuz. Bu alışılmamış bir yaklaşım. Bu bağlamda Doğu ve Batı edebiyat geleneklerinin ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Edebiyatın nihayet neye dönüşeceği ile ilgili çok fazla bir şey bilmiyoruz. İletişim hızı şu anda o kadar da gelişmiş değil. Buradan bakınca Çin, Türkiye ve Fransa kadar yakın görünüyor. Dünyanın geleceği de Çin’de ve Hindistan’da yatıyor gibi. Avrupa edebiyatının ya da daha geniş söylemek gerekirse Batı edebiyatının ki bu Türk, Arap, Yunan ve elbette İngiliz ve Amerikan edebiyatlarını da içine alıyor; bunun korunup korunamayacağını söylemek için çok erken. Bu ikisini zihninizde bir imaj olarak tutabilirsiniz. Bir eleştirel duruşu işletmek mümkün olabilir. Bu da kişinin mesela Hint edebiyatıyla estetik değerleri bir araya getirmesini sağlar. Ben hâlâ bu meseleleri anlamaya çabalıyorum ancak 78 yaşındayım ve bu dünyada az vaktim kaldığının farkındayım. Bu konuda ne kadar ilerlemeyi ummalıyım, bilmiyorum.

Mistisizmin bugünün edebiyatında hâlâ bir rolünün olduğunu düşünüyor musunuz?

Sufi edebiyatının büyük bir hayranıyım. Özellikle de bir zamanlar Pers, şimdi İran edebiyatı denen müthiş forma, olağanüstü Şii sufi geleneğine hayranım. Beni büyülüyor, çünkü Batı’nın hermenötik geleneğiyle yakından ilişkili. Bir yandan da özellikle neo-platonizmin rönesansı ile derinden ilişkili. Ben Kabala’nın (Musevi mistisizminin) sadık bir öğrencisiyim. Kabala, gelenekle uğraşır ve sanırım sufi geleneği Batı edebiyatında gizlice hep var olmuştur. Şu an bu geleneğin İran’ın mevcut rejiminin elinde bulunmasından biraz mutsuzum. Bence bu son derece talihsiz bir rejim. Sufi geleneği her zaman için bir çeşit kapsamlı miras geliştirmeyi sürdürdü ve ben bu gelenekten derinden etkilendim. Bunu büyük Fransız bilge Henry Corbin’in son dönem eserleriyle ilişkilendiriyorum. O, bence şu anda yaptığım şeyi ve edebi geleneğin geçmişteki büyük ustalarının yaptıkları şeyi tanımlıyor.

Türkiye’deki okurlarınıza, edebiyat öğrencilerine üzerinde çalıştığınız kitaplar hakkında ipucu verir misiniz?

Dört yıldır bir kitap üzerinde çok yoğun çalışıyorum. Bu kitap, tüm yaşamım boyunca edebî etkilenme üzerine yaptığım çalışmaların bir araya getirilmiş şekli ve özeti olacak. Bir ameliyat geçirdiğim için planladığımdan maalesef bir yıl gerideyim. İyileşmem bir yıl sürdü. Şimdi daha iyiyim ve bu sonbahar Yale’de ders vermeye devam etmek için sabırsızlanıyorum. Yeni kitabımın adı “Yaşayan Labirent”, alt başlığı da Edebiyat ve Etkilenme olacak. Yaklaşık Batı Kanonu ya da Shakespeare üzerine yazdığım devasa kitap boyutunda, yaklaşık bin sayfalık bir eser. Şu anki sorunum, bu kitaptaki malzemeyi nasıl düzene koyacağımı bilememek. Zira teorisyeni olduğum edebi etkilenme olgusunun tümü üzerine bir tartışma yürütüyorum. Elli beş yıldır kitaplarım yayımlanıyor, asıl konum her zaman edebi etkilenme oldu. Sanırım başka dillere en çok çevrilen kitabım da Etkilenme Endişesi. Bu yeni kitap, tüm yaşamım boyunca yaptığım çalışmaların bir toplamı olacak.
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X