| ISBN13 978-975-342-178-2 | 11x18 cm, 320 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için | |
|
| Postacı Özgün adı: The Postman Çeviri: Sönmez Güven Yayın Yönetmeni: Bülent Somay Kapak Tasarımı: Semih Sökmen |
Kapak ve İç Baskı Yaylacık Matbaacılık Ltd. Mücellit Sistem Mücellithanesi Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Mart 1998 |
Kimyasal savaş bitmiş, bakteriler, kıtlık ve iklimdeki değişiklikler, Amerika Birleşik Devletleri'ni bir yıkıntıya çevirmişti. Birbirinden kopuk, küçük köyler, gezgin maceracılar ve toplumu yeniden "en güçlü olan sağ kalır" ilkesiyle örgütlemeye çalışan "sağ-kalımcı" ırkçılar, yeni Amerika'ya egemendi. Gezgin bir maceracı, eski bir posta cipinde bulduğu postacı üniformasını giyip eski mektupları bir köyden diğerine taşımaya başladığında, uygarlığın en temel unsurlarından birini de yeniden canlandırmış oluyordu: İletişim. David Brin kitabının gerekçesi ve kahramanı hakkında şunları söylüyor: "Postacı, uygarlığın çöküşü fikrinden zevk alıyormuşa benzeyen tüm o 'kıyamet-sonrası' kitaplarına ve filmlerine cevap olarak yazıldı. Bu kitap, onlardan farklı olarak, ne kadar çok şeyi fazlaca önemsemeden varsaydığımızın, bugün bizi birbirimize bağlayan o küçük lütufların eksikliğini ne kadar çok çekeceğimizin hikâyesidir. Kitabın baş karakteri özel bir tür kahraman; başından geçen acı ve belaların katılaştırdığı, ama gene de bir şekilde nasırlaşmamayı başarmış, ümit etmek isteyen biri. Bir zamanlar hepimizin paylaştığı bir rüyayı elinden bırakamıyor; eski halimize dönebileceğimize, hatta belki eskisinden daha da iyi olabileceğimize inanıyor. Bu sinik çağda, içimizde saklı olan iyiliği hatırlatan şeylere ihtiyacımız var." | OKUMA PARÇASI |
Açılış bölümü, "Cascade Dağları", s. 7-11 Toz ve kan içinde ve dehşetin keskin kokusu burun deliklerinde çırılçıplakken, insan zihni zaman zaman tuhaf çağrışımlar yapar. Büyük kısmı yaşamayı sürdürebilme mücadelesiyle kırlarda geçirilmiş bir yarı-ömrün ardından, bir ölüm kalım kavgasının tam ortasında silik anıların nasıl olup da zihninde canlanıverdikleri, Gordon'a hâlâ garip geliyordu. Kemik gibi kurumuş çalıların altında sığınılacak bir köşe bulabilmek için soluk soluğa umutsuzca sürünürken, çok eski bir anıyı burnunun altındaki tozlu taşlar gibi apaçık algıladı. Ilık, güvenli bir üniversite kütüphanesinde çağlar öncesinin yağmurlu bir öğle üzeri yaşanmış; müzikle, kitaplarla ve kaygısız felsefe avarelikleriyle dopdolu, yitirilmiş dünyalara ait, tamamen aykırı bir anıydı bu. Bir sayfaya dizilmiş sözcükler... Vücudunu sert ve amansız dikenlerin içinde sürüklerken beyaz üzerine siyah harfleri neredeyse görebiliyordu. Ve her ne kadar yazarın bulanık adını se... Devamını görmek için bkz. | |
|