| ISBN13 978-975-342-156-0 | 13x19,5 cm, 136 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için | |
|
| | Oğlum Kızım Devletim Evlerden Sokaklara Tutuklu Anneleri Kapak Fotoğrafı: Tarık Tınazay Kapak Tasarımı: Semih Sökmen |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Eylül 1997 |
Refahyol hükümetinin ilk icraatlarından biri olan ünlü "6 Mayıs Genelgesi" ile "tabutluk" olarak bilinen kapatılmış Eskişehir E Tipi Cezaevi siyasilere yeniden açılınca, Mayıs-Temmuz 1996 arası, Türkiye tarihinin en çok kurban veren açlık grevine sahne oldu. Hükümetin körlüğe varan inadı ve basiretsizliği yüzünden uzayıp giden bu süreçte tutuklu ve hükümlülere en büyük destek, seslerini duyurmak için sokağa dökülmeyi, her türlü saldırıya uğramayı, hatta bozuk sağlıklarına rağmen açlık grevine girmeyi göze alan ailelerden, özellikle de annelerden geldi. Oğlum Kızım Devletim, tüm bu mücadele sürecindeki anneleri anlatıyor. Annelerin kendileriyle doğrudan ilgisi olmayan siyasi olaylara girişinin, evlerinin görece güvenliğinden çıkıp sokağa dökülüşünün, karşılarındaki saldırının niteliğini anladıkça cesaret ve güvenlerinin artışının öyküsünü... Kadınların, kadınca yaptığı ve herkesin gözü önünde direnerek iktidarı yıldıran isyanlarının öyküsünü... "Anneler, dünyanın bütün küçük mutfaklarında, haksızlığın dayanılmazlaştığı günler için hazırlanıyorlar," diyor Ece Temelkuran. "Olayların 'içinden' hazırlanmış bu çalışma, annelerin Türkiye'nin siyasi tarihindeki yerini araştırmak ya da bu konu üzerinde düşünmek isteyenler için. Sokakta rastgeldiğiniz bir anne eyleminin yanından 'Başıma bir şey gelmeden...' diyerek geçerken, o kadınların da bir zamanlar muhtemelen aynı cümleyle aynı yerden geçtiğini anımsamanız dileğiyle." | İÇİNDEKİLER |
Sunuş: "Ne Anlatayım Ben Sana?" Oturma Odasından Eyleme Hep Eylemde, Hep Anne Annelerin Dili Öteki Kadınlar Neredeler? Babalar, Eylemin Kıyısında Yenik Krallar Anneleri Çekiştirenler Eylemdeki Kadınlık Halleri Zafer ya da İhanet: Eylem Sonrası Anneler Dilekçeden İşgale Annelerin Tarihi Sonsöz Annelerin Eylem Günlüğü | OKUMA PARÇASI |
Sunuş, "Ne Anlatayım Ben Sana", s. 9-15 “Ne anlatayım ben sana”. En çok söyledikleri cümle buydu. Her şeyi en çok anlattıkları halleri de. Herkes, bütün kameralar, bütün mikrofonlar, polisler ve "diğerleri" olan herkes gittikten sonra "asıl" sesleriyle başladıkları konuşmalarının ilk cümlesi: "Şimdi ne anlatayım ben sana?" "Öyle çok ki," demekti bu, "Öyle acı ki..." Bütün o tuhaf ve kocaman öykülerin başlangıcındaki alçakgönüllü açılıştı bu cümle. Baş örtüler indirilir, bacaklar bağdaştırılıp, gözler dalıp gider ve uzaklardan bir öykü başlatılırdı. Ölüme yakın bir yerde son bulacak, haksızlıklar ve gerçek zorluklarla dolu bir yaşamı kolayca, kısaca anlatırlar, sonra da gülümseyebilirlerdi, kırık. Onlarla birlikteyken görülebilecek, şaşkınlıkla izlenebilecek en önemli şey, insanın ölüme, ölümü beklemeye alışabilmesi, hatta ölüme ısınabilmesiydi, usul usul. Düpedüz çocuklarının şuracıkta ölmesini bekledikleri o küçük parti binasında, çaresiz, acılı ve hep ağlamanı... Devamını görmek için bkz. | |
|