| ISBN13 978-605-316-003-8 | 13x19,5 cm, 168 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Melek Yeşilyurt, “Kitap İncelemeleri: Filmlerle Hatırlamak”, FilmLoverss, 22 Aralık 2015 Filmlerle Hatırlamak: Toplumsal Travmaların Sinemada Temsil Edilişi isimli kitap geçtiğimiz Ekim ayında Metis Yayınları tarafından basıldı. Yaşar Üniversitesi, Film Tasarımı Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak görev yapan Yrd. Doç. Dr. Sevcan Sönmez tarafından kaleme alınan bu çalışma, son dönem Türkiye Sineması’nda bir eğilim olarak kendini gösteren tarihle yüzleşmeyi, toplumsal travmatik olayları beyazperdeye yansıtmayı hedefleyen önemli filmleri detaylı bir şekilde analiz ediyor. Yazar, filmlerin bu travmatik olaylara nasıl yaklaştığını, bu yaklaşım tarzının tarihle yüzleşme noktasında nasıl bir rol oynadığını ve filmlerin biçeminin bu yaklaşımı nasıl desteklediğini sorguluyor. Fakat bunlara girişmeden önce bellek, hatırlama ve travma kavramlarını felsefi, sosyolojik ve psikolojik temelleri ile tartışıyor. Travma terimi psikolojide oldukça önemli bir yer tutar. Psikanalitik yaklaşımın kurucusu Freud’a göre kişinin maruz kaldığı, kaldıramayacağı kadar ağır yaşantılar, yani travmalar bilinçaltına itilir ve sağlıklı bir şekilde yüzleşilmediği sürece çeşitli psikolojik rahatsızlıkların semptomları olarak su yüzüne çıkarlar. Freud bu psikolojik rahatsızlıkların tedavisinin konuşmaktan, yani o olayı hatırlamak ve paylaşmaktan geçtiğini söyler. Psikanalitik kuramın bir başka önemli ismi Jung ise “kollektif bilinçdışı” terimini ortaya atar ve bireyseli toplumsallıkla harmanlayarak meseleyi daha geniş bir boyuta taşır. Sönmez bu teorik arka plandan hareket ederek, Maurice Halbwachs’a referansla “kollektif bellek” kavramını tartışmaya devam ediyor. Halbwachs’a göre, kollektif bellekte elbette hatırlayan özne yine tekil bireydir fakat hatırlanan şey ya da hatırlama biçimi kişinin belli bir toplumsal grup ile kurduğu ilişkiye göre şekil alır. Bu tarif bir yandan belleğin katı, değişmez bir şey olmadığının altını çizer, bir yandan da bireysel ve toplumsal alanların birbiri ile nasıl güçlü bir etkileşim içinde olduğu gerçeğine işaret eder. Filmlerle Hatırlamak: Bir İyileşme Aracı Olarak Sinema Toplumsal travma da kaçınılmaz bir şekilde toplumsal bellek ile sıkı bir ilişki içindedir. Toplumsal travmatik olayları, belli bir grubu fiziksel olarak yok etmeyi hedefleyen ya da bir arada olmasını sağlayan temel değerleri tehdit eden yıkıcı olaylar olarak tarif edebiliriz. Bu olaylar, buna maruz kalan grubun üyelerinde bir bütün olarak sarsıcı etkilere sahiptir ve bu etki kolay kolay silinemez. Türkiye tarihinde de örneğine çokça rastladığımız bu tarz olayların yarattığı travmalar söz konusu olduğunda sinema bir iyileşme aracı olarak düşünülebilir mi? Filmlerle Hatırlamak kitabı tam da bu sorudan yola çıkıyor. Sevcan Sönmez’in bu soruya yanıtı şu şekilde oluyor: “Anlatıların yardımıyla travmaların ortaya dökülmesi yüzleşmeye yardımcı olabilir, toplumsal bir hesaplaşma zemini yaratabilir. Ya da geçmişin ve belleğin çarpıtılmasına hizmet ederek travmaların daha da sertleşen yaralar, izler olarak kalmasına neden olabilir.” (sy. 24) Bu noktada sinemanın ideolojik bir aygıt olarak işlevini görmezden gelmek kesinlikle mümkün değildir. Fakat bunu detaylandırmak, sinemanın bu işlevini nasıl yerine getirdiğini ve bunun toplumsal travmaların sağaltımı ile nasıl bir ilişkisi olduğunu detaylandırmak gerekir. Sönmez, toplumsal travmalar söz konusu olduğunda sinema filmlerinde üç farklı yaklaşımın öne çıktığını belirtiyor. Kitapta bu yaklaşımlar 1996 ile 2011 yılları arasında çekilmiş dokuz film üzerinden detaylı bir şekilde ele alınıyor. Kitapta tanıklık stratejisine uygun filmler olarak Gelecek Uzun Sürer, Sonbahar, Press ve Yazı Tura filmleri örnek gösterilir. Bu filmler yaşanılan travmatik olayları mağdurlarının gözünden anlatmayı tercih ederler. Hatta Gelecek Uzun Sürer bununla yetinmemiş, yaşanılan olayların birebir tanıklarının da filmde kendi sözlerini söylemelerine olanak sağlamıştır. Bunu başarabilmek için de yeri geldiğinde belgeseli kurmacanın içine yedirebilmiştir. Burada içerik ve biçemin başarılı bir bir aradalığı söz konusudur. Tedavi stratejisi söz konusu olduğunda ise Salkım Hanım’ın Taneleri, Güz Sancısı ve Işıklar Sönmesin filmleri örnek gösterilir. Öncekilerden farklı olarak bu filmler ele aldıkları toplumsal olayları geçmişte yaşanan ve artık aşılmış olaylar olarak ele alırlar. Konular sadece ilginçlikleri açısından ele alınmış, klasik melodramlardan apartılmış öğeler travmatik meselerin ikinci planda kalmasına sebep olmuştur. Bahsi geçen yaklaşımların sonuncusu ise şok stratejisidir. Şok stratejisi ile amaçlanan şey yaşanan travmanın bir temsilini mümkün olduğunca sert bir şekilde beyazperdeye yansıtarak seyirciye bir travma deneyimi yaşatmaktır. Bu sayede seyirci travmanın mağduru ile emptati kurabilecek ve mesele üzerine düşünebilecektir. Kitapta bu yaklaşıma örnek gösterilen filmler Eve Dönüş ve Nefes filmleridir. Fakat Sönmez bu filmlerin çeşitli sebeplerle amacına ulaşamdığını belirtir. Özellikle son dönem Türkiye Sineması’ndaki geçmişe dönme, görmezden gelinen, inkar edilen meseleri sinema aracılığı ile tartışmaya açma çabası düşünüldüğünde Sevcan Sönmez’in bu tartışmalara olan katkısının oldukça önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bu tarz detaylı bir analiz hem sinema seyircisinin ufkunu açacak hem de bu alanda ilerlemek isteyen sinema üreticilerine yol gösterecektir. Bu açıdan kitapta filmler üzerinden yapılan detaylı analizleri okumak son derece faydalı olacaktır. Bu katkılarının yanı sıra gerek filmlere gerekse kitabın filmleri ele alış biçimine dair bir kuşkuyu da dile getirmek gerekiyor. Bu kuşku tam olarak anlatılan meselerin geçmişte olup bitmiş ve bu güne etkisi olmayan olaylar olmamasından kaynaklanıyor. Aksine kitapta detaylı analizine yer verilen filmlerde ele alınan tarihsel olayların uzantıları bugünü de etkilemekte, benzer travmatik olaylar bugün de yaşanmakta. Bu açıdan filmler bir yandan yaygın medyada ya da popüler filmlerde değinilmeye dahi gerek duyulmayan konuları işlemekte, bunların konuşulmasını sağlamakta ama bir yandan da bir değişmezlik ve çıkışsızlık hissini beraberinde getirmekte. Bu handikap elbette sinema alanının kendi başına üstesinden gelebileceği bir mesele değil, fakat filmleri analiz ederken bu boyutunu da tartışmaya açmak faydalı olacaktır belki. |