Doğuş Sarpkaya, "Filmlerin Politik Okuması", Birgün Kitap Eki, 7 Kasım 2014
Türkiye’de pek çok konuda olduğu gibi sinema kuramı konusunda da yayınların yeterli olmadığını söyleyebiliriz. Hala çevrilmemiş bir sürü temel eserin varlığı hepimizin malumu. Yine de özellikle 1990’lı yılların sonu, 2000’li yılların başında bu konuda önemli bir atılım gerçekleşti. Bugün pek çok yayınevi önemli sinema kuramı kitabını dilimize kazandırıyor. Bu atılımın ilk işaret fişeği sayılabilecek kitaplardan biri Michael Ryan ve Douglas Kellner’ın Politik Kamera’sıdır.
Türkiye’de 1997 yılında yayımlanan Politik Kamera, popüler kültür ürünü olan Hollywood sinemasının ideoloji ve politikasını, belirli bir dönemi göz önünde bulundurarak, gözler önüne serer. Ryan ve Kellner, filmlerin sadece belirli dönemlerin tarihini ya da politik yönelimlerini anlamak için değil, o dönemlerin hayalleri, kâbusları, fantezileri ve umutları konusunda iç görüler elde edebileceğimiz için de eleştirilmesi gerektiğini düşünürler.
Kuramsal Öncüler
Tabi ki de sinemanın toplumsal gerçekle ilişkisini fark eden yalnızca Ryan ve Kellner değildi.“Sinema ile gerçek arasındaki ilişki nasıl kurulacak?” ve “sinemanın yarattığı temsil, gerçekliği ne düzeyde yansıtır?” soruları iki dünya savaşı arası dönemde de önemli bir araştırma konuları oldu. Bu dönemde pek çok önemli düşünür sinemasal ideolojinin işleyiş biçimini anlamayı, sinemasal imgenin gerçeği yeniden sunuş biçimini açığa çıkarmayı görev edinmişti.
Filmlerin gerçekliği olduğu gibi yansıttığını iddia edilmiyordu. Mesela Walter Benjamin’e göre modern zamanlarda gerçekliğin zemininin kaymasıyla birlikte, imge gerçekliğe değil, kendisine göndermede bulunmaya başlamıştı. İmgelerin bu özelliği yaşamdaki şeyleşmeyi çözümlemek için bir imkân yaratmaktaydı: “Günümüz yaşamının gerçekliğinin anlaşılmasında, bu nedenle, fantazyaların ve imgelerin tarih ve kültür açısından doğru bir şekilde açıklanması büyük önem taşımaktadır”. Kracauer da benzer şekilde film motiflerinin yeniden ele alınmasını ve derinlemesine tahlil edilmesini savundu. Kracauer’a göre “filmler mevcut toplumun aynasıydı”, ama bu aynanın toplumu olduğu gibi yansıttığı öne sürülemezdi. Kracauer’e göre popüler sinema örneklerinin doğru yorumlanması, yaşanılan çağı anlamakta bizlere yardımcı olacaktı: “Film motiflerinin özü, toplumsal ideolojilerin toplamıdır aynı zamanda; bu ideolojiler de büyülerinden söz konusu motiflerin yorumlanması sayesinde ayrılırlar”.
Temsil Düzenekleri
Ryan ve Kellner da benzer bir yol izleyerek, piyasa filmleri aracılığıyla 1960’lı yılların sonundan 1980’lı yılların ortalarına kadar ABD toplumunun temsil ediliş biçimlerini ele almışlardır. Ryan ve Kellner’a göre: “Filmler toplumsal yaşamın söylemlerini (biçim, figür ve temsillerini) şifreleyerek sinemasal anlatılar biçiminde aktarırlar. Sinema ortamının dışında yatan bir gerçekliği yansıtan araçlar olmak yerine, farklı söylemsel düzeyler arasında bir aktarım gerçekleştirirler. Bu yolla sinemanın kendisi de, toplumsal gerçekliği inşa eden kültürel temsiller sisteminin bütünlüğü içindeki yerini alır. Bu inşa süreci kısmen temsillerin içselleştirilmesiyle ortaya çıkar.” Filmlerle toplumsal yaşam arasındaki ilişki karşılıklı alışverişi zorunlu kılar. Sinema toplumu yansıttığını düşünürken yeni imajlar yaratır. Bunun yansıması ise beyazperdedeki gibi görünmeye ve konuşmaya başlayan bir izleyici kitlesinin yaratılması olur.
Politik Öngörü
Ryan ve Kellner’a göre filmler politik öngörüye de sahiptir. Daha doğrusu sinema, toplumsal yönelimleri kimi zaman takip eder, kimi zaman öngörür. Hollywood, yetmişlerin başında özgürlükçü bir dili ister istemez kullanmak zorunda kalmıştı. Toplumsal hareketlerin baskısı Hollywood’u muhalif bir dilin kıyılarına kadar sürüklüyordu. Yine de Hollywood içindeki demokrat kanat bunu liberal sınırların içinde gerçekleştirmeyi başarmıştı. Ama yetmişlerin sonundaki muhafazakâr saldırı liberallerin geri adım atmasına sebep oldu.
Ryan ve Kellner’a göre 1970’lerin sonunda çekilen muhafazakâr kahraman filmleri ve iyi-kötü çatışmasını yansıtan yapımlar Ronald Reagan’ın başkan seçilmesini öngörmüşlerdi. Seksenlerin başında ABD topraklarında hegemonik olmaya başlayan muhafazakâr toplumsal hareketler hızla özgürlükçü toplumsal kazanımlara saldırı başlatmıştı: “Feminizme (Sevgi Sözcükleri/Terms of Endearment), savaşa (Rambo), ekonomiye (Rİsky Business) ve toplumsal yapıya (Return of the Jedi) sağ kanattan bakan filmler bu dönemde yaygınlık kazandı”. Seksenlerin ortalarına kadar süren bu eğilim, muhafazakâr değerlerin, kaçış fantezilerinin ve geleneksel toplumsal biçimlere geri dönüşün işaretlerini vermişti.
Politik Kamera, tam da bu toplumsal dönüşümün okumasını yapmayı önüne koyduğu için önemini korumayı sürdürüyor. Ryan ve Kellner, sinema ile tarih, politika ve ideoloji arasındaki ilişkileri popüler kültür bağlamında ele alışları ile bir dönemin katılaşmaya başlayan eleştiri anlayışına yeni bir soluk getirmeyi başardılar.
Hegemonya Savaşı Sürüyor
Politik Kamera, Hollywood sinemasının içindeki hegemonya savaşını da gözler önüne seriyordu. Liberallerle muhafazakârlar arasındaki bu mücadelenin filmlere yansımasını sınıf, ırk, cinsellik politikaları üzerinden yeniden okuyordu. Bu savaşın bugün de sürdüğü malumumuz. Politik Kamera’nın yazarlarından Douglas Kellner’ın Sinema Savaşları kitabı, ABD’de muhafazakâr saldırıların artmaya başladığı Bush-Cheney dönemindeki filmleri değerlendirerek, bu mücadeleyi gözler önüne sermeye çalışıyor. Kellner’ın temel savı: “Terörizm, savaş ve militarizm, çevre, haklar ve daha nice meele etrafında dönen sinema savaşlarının ağırlıklı olarak 2000’li yıllarda Hollywood sineması topraklarında gerçekleştiği”dir.
Kellner’a göre muhafazakârlık, piyasa ve kapitalizmin devlete üstünlüğünü onaylar, eşitlik ve adalet duygusu yerine bireyselliği öne çıkarır, ataerkil aile, din ve gerici kültürel değerleri destekler. Buna karşılık liberalizm düzenleyici devleti savunan, özgürlükleri ve azınlık haklarını gözeten bir yapıya sahiptir. Fakat Kellner liberallerin serbest piyasa ekonomisini desteklediği desteklediğini de not düşmeyi unutmaz.
Liberal Ton
Sinema Savaşları, 2000’li yılların sonunda, Hollywood, Bush-Cheney yönetiminin tahakkümcü muhafazakârlığa karşı sosyal liberal Obama’nın yükselişini öngördüğünü iddia ediyor. Hollywood, doksanlı yılların sonlarından itibaren siyahi bir başkanın Beyaz Saray’a yerleşmesi olasılığını işlemeye başlamıştı. Morgan Freeman Derin Darbe’de (1998), Tommy Lister Beşinci Element’te (1997) başkanı canlandırmıştı. İkibinli yıllara gelindiğinde ise 24 dizisinde David Palmer, medya kültürünün en popüler siyahi başkanı olmuştu. Bu tarz temsillerin ABD toplumunu siyahi bir başkana hazırlama noktasında etkili olduğunu savunur Kellner. Diğer taraftan “Bush-Cheney” çetesinin geriletilmesi noktasında da filmlerin etkili olduğunu iddia eder.
Sinema Savaşları, Politik Kamera’nın açtığı yoldan ilerliyormuş gibi gözükse de Kellner’ın dilindeki liberal ton, kitabın eleştirel analizinin zayıflamasına sebep oluyor. Bush-Cheney çetesine karşı siyahi başkan fikrinin Amerikan liberalleri tarafından alkışlanacak bir şey olduğu doğru. Ve fakat böyle bir dil ister istemez ABD’nin sınır ötesi saldırganlığının sadece kabuk değiştirdiğini düşünenler için hayal kırıklığı yaratıyor.
Yine de hem Politik Kamera hem de Sinema Savaşları, film analizinin politik ve ideolojik yönelimleri açığa çıkarmada etkili olabileceğine dair umut taşımaları açısından önemli iki kaynak olma özelliği taşıyor.