Semih Gümüş, "Prozaclı ekonomi ve Mim Savaşları", Radikal Kitap Eki, 18 Nisan 2014
İlkgençlik yıllarımızın düşünce dünyasında da iktisat her zaman çok önemliydi. Değil mi ki kapitalizmi yıkmak için onu anlamak gerekiyordu, Marksizm de konuyu tepeden tırnağa çözümlemeye çalışmıştı, iktisattan kimse uzak duramazdı. Eskimiş iktidarı yıkmak için onun iktisadi temelini çökertmek gerektiği kadar, sosyalizmi kurmanın yolu da oradan geçiyordu.
Anlıyor muyduk peki? Kapital’in birinci cildini birkaç yılda bitirmiş, ikinci cildini yarılamış, sonrasını bırakmıştım. Tek kaynak Kapital değildi ama daha pek çok kaynak da aynı yerden çıkıyor gibiydi. Aynı sözü değişik biçimlerde söyleyen bir politik-iktisat literatürü içinde yaşadık. Daha doğrusu yalnızca düşündük, yoksa yaşamadık. Şimdiki gibi bir hayat yoktu o zamanlar. Ben 1970’lerin sonuna dek günlük hayat içinde para diye bir kavramla ilgilendiğimizi hatırlamıyorum, para yoktu bir kere.
Mim Savaşları-Neoklasik İktisadın Yaratıcı İmhası kitabını okurken –heyecanla okuduğumu da söylemeliyim– 1960’lar ve 1970’ler gözümün önünden geçiyor. Bugün o yıllardan çok farklı. Şimdi parasız da olsa, paranın içinde yaşıyoruz. Gene de iktisatla içli dışlı oluşumuz ve iktisatçıların televizyon yıldızlığına terfisi, 2001 krizinden sonradır. 2001’den bugüne, günlük iktisadi hareketler, borsadaki dalgalanmalar, enflasyon ya da büyüme rakamlarıyla yatıp kalkıyoruz ve hepimiz birdenbire birer küçük iktisatçı kesildik, olanlar bilir.
Luke Sherlock, Marksist bir düşünür olan hocası Erik Swyngedouw’un 1970’lerle bugün arasında yaptığı karşılaşmadan çıkarak, “Para kazanmanın kendisinin kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum,” diyor. Gençlik yıllarımızda para nedir bilmezdik, aradan kırk yıl geçti gene öğrenemedik gibi sözler ederken, ben de para kazanmanın kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum elbette. O kadar arkaik değilim, dinozor olacak kadar erken de doğmadım (önceki kuşaklara yakıştırılan bu dinozorluk bizim kuşak için kullanılmaz). Düpedüz yenilikçi olduğumu da düşünürüm düşünmesine de, parayla ilişki kurmayı beceremedim.
Gerçek bir başucu kitabı
Mim Savaşları bir başucu kitabı gibi düşünülebilir, harika bir kitap bu. Başından sonuna dek elinizden bırakmadan okuyacağınız gibi, çok parçalı oluşu nedeniyle rastgele bir yerini açıp okumak da olası. Özellikle son 2008 krizinin küresel boyutları dünyanın her yerinde insanlara hem kötümserlik aşıladı hem de gerçek bir maddi çöküntü yarattı. Onyıllar boyunca sinsice borçlandırılan milyonlar (milyarlar mı demeliydim acaba), çaresiz durumlara düşürülürken yalnızca işsiz ve parasız kalmadı, aynı zamanda moral, dolayısıyla topyekûn bir kültür çöküntüsünün de altında ezildi. İkinci Savaş sonrasındaki yıkım modernizmi nasıl bitirdiyse, postmodern tasarımlar da aslında 2008 kriziyle çöktü.
Mim Savaşları’nda bir resim yazısında da belirtiliyor: “Başlangıçta kilise borç verilen paradan kâr elde etmeyi –tefecilik diye bilinen şeyi– günah kabul ediyordu, ama bankerler dinsel öğretide bir boşluk buldular: Borç verilirken maruz kalınan zararın ödemeyle tahsil edilmesine izin veriliyordu. Buna ‘faiz’ adı verildi.”
Hikâye bütün dinlerde fikri takiple izlenir. Yüzde 99’unun Müslüman olduğu söylenen bu ülkede ne haram kaldı ne günah. Borçtan kâr, bankacılık ya da tefecilik hangi İslam anlayışında toprağa gömülü durmuştur ki; açıkça hırsızlık mübah sayılırken faizin lafı mı olur.
Bu ülkede ya da Wall Street’te, sıradan insanlar için durum değişmiyor: Topyekûn bir aldatılmışlık duygusundan sıyrılamıyoruz. Biz aldatılmaya alışkın bir toplumun bireyleriyiz ama öteki dünyada insanlar 2008’den beri daha çok üzülüyor. Orada Amerikan rüyası çöktü, burada popülistler halkı kendi yalanlarının rüyasını görmeye zorluyor. Düzenin paslanmış dişlileri bu yöntemlerle yağlanarak zorlansa da, sistem çirkin sesler çıkararak gıcırdıyor. Dünyanın yüzde 99’u içinden isyan ediyor, oysa çoğunluğun sokaktaki isyanı, finansal iktidarlara pabuçlarını ters giydirir.
Kriz onların krizi
Siyasal çatışmaların sözgelimi ülkeye yabancı sermaye girişini azaltacağı ya da borsayı düşüreceği endişesini duyanlar da var çevremde. Bu endişe yukarıdan ilahi bir duygu gibi üflenmiş kalplere. Hiç merak edilmesin, borsada speküle edilen paralar onların değil, yıl sonunda kapatmaları gereken açık pozisyonları da yok.
Bütün ekonomik kısıtları dert etmek yerine, yönetenlerin durumlarında neler değişmiş, onu merak edelim. Televizyon ekanlarında ahkâm kesen neoklasik iktisatçılar, uzağa değil, İstanbul’un bir gecekondu mahallesinin çamurlu sokaklarından geçip girdikleri evde ocağı yanmayan dört çocuklu kadınla erkeğe, sıcak paranın gidişinin ekonomi için ne kadar kötü olduğunu anlatmayı denese. Nasıl olur? Orada ekonomi hemen saçmaya dönüşür. “İktisatçılar rahat ofislerinde yoksulluğu araştırır ve çözümler sunar, ellerinde tüm istatistikler vardır, modelleri inşa eder ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Ama yoksulluğu anlamazlar.”
Sonra bir çimdik daha atalım kendimize ve doların 2,5 TL olmasından daha büyük bir felaketle çaktırmadan altımızı oyarlarken, ülkenin yakın geleceğinin ne hale gelebileceğini düşünelim. Ne mi bu? Türkiye dünyada ağaç katliamının en hızlı olduğu ikinci ülkeymiş. İkinci!
Kendileri matematik bilmeyen yöneticiler, üçüncü köprüyü, kentsel dönüşümü, çılgın projeleri ekonomik gelişme diye yuttururken ormanları, çevreyi, havayı, suyu yok ediyorlar. İnsan denen canlı, doğayı unutmakla yaptığı yanlışın farkına yeni yeni varıyor ve şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, doğayla ilişkisi kesilen insan, hayat alanlarını da kaybeder.
Elbette iktisat da nane ruhu değil ama bir ülkenin iktisatını asıl doğanın yok edilmesinin mahvedeceğini, sandığa gidip oy atanların yüzde 1’i mi düşünüyor? Ya da aşırı sağcı siyasetçiyi hem de Paris Belediye Başkanlığı’na getirenler, Sarkozy gibi tipleri tepesinde birkaç seçim tutabilenler demokrasinin beşiğini sallayanlar değil mi? Öte yanda, dünyanın ikinci en büyük lüks tüketim malları pazarının Çin oluşu insana tuhaf duygular veriyor. Delirmeye yüz tutmuş Çinliler, dünya ekonomisini boynuzları üstünde tutacak, akılları sıra.
Dünya eskiden daha anlaşılırdı, artık anlasak da işe yaramayacak noktaya geliyoruz. Birkaç yüz yıl sonra kriz çıkacak bir dünya kalır mı, bu da sorulmuyor.
Ne idüğü belirsiz ülkelerdeki siyaset şarlatanları popülizmle insanları ayağa kaldırırken ekonomik büyümenin gitgide düşüşünün dramatik sonuçlarını rakamlarla oynayarak gizlemeye çalışır. Oysa büyüme dibe vurursa sistem çözülmeye başlar. Ya da bu sistemi değiştirmek gerekir.
Gene bu kitaptan öğrendim: İki buçuk santim toprağın oluşması için gereken süre bin yılmış. Antikapitalist bir gelecek olanaksız ya da yalnızca bir ütopya, öyle mi? Demek böyle yaşamaya koşullu bir dünyanın mutlu olması beklenecek.
Son soruyu kitabın başından alalım: “Para ne zaman bir araç olmaktan çıkıp put haline geldi?” Çeşitli yanıtları var. Kendi yanıtınızı vermek için Mim Savaşları’nı okuyabilirsiniz.
Dahası, üniversitenin iktisat, bankacılık, finans bölümlerinde hoca olsaydım, sayın profesörlerin, dünya sanki elli yıl önceki yerinde duruyormuş gibi hiç sıkılmadan okutmayı sürdürdükleri teraneler yerine, Mim Savaşları’nı ders kitabı olarak okuturdum. Peki neoklasik iktisatçılara ve üniversite hocalarına kitabın bir sorusunu daha soralım mı: “Neden müfredatımızda İslami iktisada dair hiçbir şey yok?” Başka söze gerek varsa, siz sorabilirsiniz...