0 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Yüzük Kardeşliği, 1997
Kralın Dönüşü, 1998
İki Kule, 1998
Yüzüklerin Efendisi, 2001
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

"Dört Gözle Beklenen Davet"ten, s. 35-47

Çıkın Çıkmazı'ndan Bay Bilbo Baggins kısa bir süre sonra yüz on birinci yaşgününü debdebeli bir davet ile kutlayacağını ilan ettiğinde Hobbitköy'de büyük bir heyecan yaşanmış ve söylentiler alıp yürümüştü.

Bilbo hem çok zengin hem de acayip biriydi; ayrıca tuhaf bir biçimde ortadan yokolup beklenmedik bir şekilde geri dönüşünden beri, yani altmış yıldır, Shire'ın merak konusuydu. Yolculuklarından alıp getirdiği servet yöresel bir efsane halini almıştı bile; yaşlılar ne derse desin hemen hemen herkes Çıkın Çıkmazı'ndaki Tepe'nin ağzına kadar define dolu tünellerle örülü olduğuna gerçekten inanıyordu. Ve bütün bunlar Bilbo'yu ünlü yapmaya yetmezmiş gibi, şayanı hayret bir özelliği daha vardı: Bitmek nedir bilmeyen dinçliği. Zaman, akıp gitse de Bay Baggins'e pek etki etmiyor gibiydi. Doksan yaşında, elli yaşındaki halinden pek farklı görünmüyordu. Doksan dokuz yaşında ona yaşını göstermiyor demeye başladılar; fakat yaşlanmıyor demek daha isabetli olurdu. Başlarını sallayıp böyle bir şeyin haddinden fazla iyi olduğunu söyleyenler de vardı; bir kişinin, hem (rivayete göre) bitmek tükenmek bilmeyen bir servete, hem de (görünüşte) ebedi bir gençliğe sahip olması haksızlıktı. "Bunun hesabını verecektir," diyorlardı. "Bu tabii bir şey değil, sonu selamet olmaz."

Fakat henüz bir bela gelmemişti Bay Baggins'in başına ve Bay Baggins paradan yana eli açık biri olduğu için hobbitlerin çoğu onun garipliklerini ve talihli olmasını hoş görmeye hazırdı. Akrabalarıyla ilişkisini karşılıklı ziyaretler seviyesinde tutmuştu (elbette ki Torbaköylü Bagginsler hariç), ayrıca yoksul ve önemsiz hobbit aileleri arasında da bir sürü sadık hayranı vardı. Ama genç kuzenlerinden bazıları yetişinceye kadar hiç yakın arkadaşı olmamıştı.

Bu kuzenlerin en büyüğü ve Bilbo'nun en gözde kuzeni genç Frodo Baggins idi. Bilbo doksan dokuz yaşına geldiğinde Frodo'yu evlat edinip onu varisi yapmış ve bundan sonra yaşamını sürdürmesi için Çıkın Çıkmazı'na getirmişti; böylelikle sonunda Torbaköylü Bagginsler bozguna uğramış oluyorlardı. Bilbo ile Frodo'nun yaşgünü aynı güne denk geliyordu: Eylülün yirmi ikisine. "Frodo, en iyisi sen de gel burada yaşa evlat," demişti Bilbo bir gün, "o vakit yaşgünlerimizi rahatlıkla birlikte kutlayabiliriz." O zamanlar Frodo daha ara yıllarındaydı; bu, hobbitlerin çocukluk yılları ile reşit oldukları otuz üç yaş arasında, başlarında kavak yellerinin estiği yirmili yaşlarıdır.

Aradan on iki yıl daha geçmiş, Bagginsler Çıkın Çıkmazı'nda her yıl son derece canlı geçen çifte yaşgünü davetleri vermişlerdi; fakat artık bu güz, oldukça beklenmedik bir şeylerin tasarlanmakta olduğu anlaşılıyordu. Bilbo yüz on bir yaşına basacaktı; 111, bu bir hayli ilginç bir sayı ve bir hobbit için son derece saygın bir yaştı (Yaşlı Took bile sadece 130 yaşına ulaşabilmişti) ve Frodo otuz üç, 33 yaşında olacaktı, bu da önemli bir sayıdır: "rüştüne erme" zamanı.

Hobbitköy ile Subaşı'nda, çeneler durmak nedir bilmeden çalışmaya ve yaklaşmakta olan davetin söylentileri tüm Shire'da gezinmeye başladı. Bay Bilbo Baggins'in geçmişi ve kişiliği bir kez daha muhabbetlerin baş konusu halini aldı ve yaşlılar aniden hatıralarının kıymete bindiğini fark ettiler.

Kimsenin, Babalık olarak bilinen ihtiyar Ham Gamgee kadar pür dikkat kesilmiş dinleyicileri olamazdı. Babalık, Subaşı yolunda küçük bir han olan Sarmaşık'ta, haklı bir salahiyetle konuşup duruyordu; çünkü tam kırk yıldır Çıkın Çıkmazı'ndaki bahçeye o bakıyordu ve daha önce de aynı işte çalışan yaşlı Holman'a yardım etmişti. Artık kendisi yaşlandığı ve mafsalları sertleşmeye başladığı için işin çoğunu en küçük oğlu Sam Gamgee üstlenmişti. Baba oğul, her ikisi de Bilbo ve Frodo'yla iyi dosttu. Onlar da Tepe'de, Çıkın Çıkmazı'nın hemen altındaki Çıkınsaçması Sıraoyukları, 3 Numara'da oturuyorlardı.

"Hep söylemişimdir; Bay Bilbo gayetlen kibar, pek de tatlı dilli bir beyhobbittir," diye beyan etti Babalık. Bu tamamiyle doğruydu: Çünkü Bilbo ona "Hamfast Efendi" diye hitap ederek ve sebze yetiştirmek konusunda her zaman fikrini alarak son derece terbiyeli davranırdı – "kökler" ve özellikle de patates konusunda Babalık etraftaki en yetkili kişi diye bilinirdi (kendisi de bunun böyle olduğunu kabul ederdi).

"İyi de, onunla oturan şu Frodo neyin nesi?" diye sordu Subaşılı Yaşlı Noakes. "Tamam, ismi Baggins, ama dediklerine göre yarı yarıyadan çok Brandy-buck sayılırmış. Hobbitköylü bir Baggins neden ta orada, ahalinin o kadar garip olduğu o Erdiyarı'nda kendisine bir kız arar, hiç anlamam."

"O kadar garip olmalarına hayret etmemek lazım," diye söze karıştı Çift-ayak Baba (Babalıkların kapı komşusu), "Brendibadesi Nehri'nin yanlış yakasında, Yaşlı Orman'ın tam kenarcığında yaşarlarsa, tabii tuhaf olurlar. Anlatılanların yarısı bile doğru olsa, oranın karanlık, kötü bir yer olduğu çıkıyor ortaya zaten."

"Doğru dedin Baba," dedi Babalık. "Gerçi Erdiyarlı Brandybucklar Yaşlı Orman'ın içinde yaşıyor değiller; ama belli ki garip bir soyları var. O büyük nehirde kayıklarla avarelik ediyorlar – bu hiç de normal bir şey değil. Bana soracak olursanız, böyle bir şeyden maraza çıkmasına şaşırmamak lazım. Fakat yine de, yani hal böyleyken bile, Bay Frodo görüp görebileceğiniz en iyi hobbitlerden biridir. Sırf şeklen değil, her bakımdan Bay Bilbo'ya çekmiş. Ne de olsa, babası bir Baggins idi. Son derece nezih, saygıdeğer bir hobbit idi Bay Drogo Baggins; ta ki booluncaya kadar onun hakkında söylenebilecek pek bir şey bulamazdınız."

"Booluncaya kadar mı?" dedi birkaç ses. Bunu ve biraz daha karanlık olan başka söylentileri de duymuşlardı daha önce elbette, ama hobbitlerin aile geçmişine karşı aşırı bir merakları vardır; bu olayı bir kez daha dinlemeye hazırdılar.

"Eh, öyle diyorlar," dedi Babalık. "Şimdi bakınız: Bay Drogo, fukara Bayan Primula Brandybuck ile evlenmişti. Primula bizim Bay Bilbo'nun anne tarafından birinci dereceden kuzeni olur (annesinin Yaşlı Took'un en küçük kızı olması dolayısıylan) ve Bay Drogo da ikinci dereceden kuzeni olur. Böylece Bay Frodo onun bir nesil alttan hem birinci, hem de ikinci dereceden kuzeni olmuş oluyor, bizde öyle denir ya, hesabı sizden. Bay Drogo iştahına pek düşkün olduğu, kayınpederi ihtiyar Gorbadoc'un Brendi Konağı'nda da hep mükellef sofralar kurulduğu için, evlendikten sonra sık sık kayınpederinin konağına yatılı misafir gidermiş; gene böyle bir misafirlikte Brendibadesi'nde kayığa binmiş; karısı da kendisi de boolup gitmişler, zavallı Bay Frodo da çocuk başıyla kalakalmış."

"Benim duyduğuma göre, akşam yemeğinden sonra, mehtapta suya açılmışlarmış," dedi yaşlı Noakes, "kayık da Drogo'nun ağırlığından batmış."

"Ben de kadının onu suya ittiğini, onun da kadını kendisiyle birlikte suya çektiğini duydum," dedi Hobbitköy'ün değirmencisi Kumlukişi.

"Her duyduğuna inanma Kumlukişi," dedi değirmenciden pek hoşlanmayan Babalık. "İtmekten, çekmekten konuşmanın âlemi yok. Sen bela aramadan yerli yerinde otursan da, kayık dediğin yeterince tehlikelidir zaten. Her neyse: Sonunda bizim Bay Frodo, hem öksüz hem de bütün o garip Erdiyarlılar arasında mahsur kalakalıp her nasılsa Brendi Konağı'nda büyümüş. Dediklerine göre Konak da handan betermiş hani. Yaşlı Efendi Gorbadoc'un orada hep birkaç yüzden fazla akrabası olurmuş. Bay Bilbo, delikanlıyı doğrudürüst bir halk arasına getirip gelivermekle yaptığı iyilik kadar büyüğünü yapmamıştır şimdiye kadar.

"Hem böylece o Torbaköylü Bagginsler de günlerini görmüş oldular. Vaktiyle Bay Bilbo burdan gidip öldü diye duyulduğunda, bunlar Çıkın Çıkmazı kendilerine kaldı diye heveslenmişlerdi. Sonra bizimki çıkageliyor ve onları kovuyor; üstelik yaşıyor babam yaşıyor; şu işe bakın, bir gıdım bile yaşlanmış görünmüyor! Sonra birdenbire bir de varis çıkartıyor ortaya, bütün kâğıtları da yoluyla yordamıyla hazırlatıyor. Artık Torbaköylü Bagginsler, Çıkın Çıkmazı' nı rüyalarında bile göremezler hayırlısıyla."

"Oraya, epey bir miktar para istiflenmiş diye duymuşluğum var," dedi Batıdirhem'deki Ulığ Kazın'dan bir iş için gelmiş olan bir yabancı. "Duyduğuma göre sizin şu tepenin üst kısmı tünellerle delik deşikmiş, hepsine de ağzına kadar altın, gümüş ve zıynatla dolu sandıklar istiflenmiş."

"O halde sen benim diyeceğimden fazlasını duymuşsun," diye cevap verdi Babalık. "Ben zıynat falan bilmem. Bay Bilbo'nun eli boldur; göründüğü kadar, paradan yana bir eksiği de yok; ama ben tünel kazıldığını duymadım. Bay Bilbo'yu geri döndüğü zaman görmüştüm; bu altmış yıl öncesinin, benim delikanlı olduğum zamanların hikâyesidir. Yaşlı Holman'ın yanına çırak olarak gireli pek olmadıydı (babamın kuzeni olması dolayısıyla çırak gittiydim) o da satış zamanı, elâlem bahçeden geçip orayı burayı çiğnemesin, etrafa bakarak olayım da ona yardım edeyim diye beni Çıkın Çıkmazı'na getirdiydi. Birdenbire ne görelim, bütün o kargaşanın tam ortasında Bay Bilbo bir midilli, dev gibi birkaç bohça, birkaç da sandık ile Tepe'den yukarı çıkagelmesin mi? Yükünün kısmı küllisi, dağları bile altındandır dedikleri o yabancı yerlerden toplanmış definelerle doluydu mutlak; ama öyle tüneller dolduracak kadar bir şey yoktu. Gerçi benim Sam bu konuları daha iyi bilir. Habire Çıkın Çıkmazı'na girip çıkıyor. Bayılıyor eski zamanların hikâyelerine, Bay Bilbo'nun da bütün hikâyelerini dinliyor. Bay Bilbo ona harfleri de gösterdi – kötü bir niyetle değil ama, yanlış anlamayın. Umarım sonu da kötü gelmez.

"Elfler ile Ejderhalar mı!, diyorum ona. Lahanalarla patatesler, seninle bana daha çok yaraşır. Gidip burnunu senden daha büyüklerin işine sokma, yoksa boyundan çok büyük bir belaya bulaşırsın, diyorum. Başkaları da bu sözümden kendine hisse çıkarsa fena olmaz," diye ekledi, yabancı ile değirmenciye bir bakış atarak.

Fakat Babalık dinleyicilerini ikna edemezdi. Bilbo'nun servetinin efsanesi, genç hobbit neslinin aklına artık iyice nakşolunmuştu.

"İyi hoş da, herhalde getirdiği o ilk servete durmadan bir şeyler ekleyip duruyordur," diye savundu değirmenci, genel düşünceyi dile getirerek. "Sık sık evinden ayrılıyor. Sonra onu ziyaret edip duran şu yakışıksız tiplere bir bakın: Geceleri gelen cüceler, sonra o yaşlı gezgin hokkabaz Gandalf falan. Sen ne dersen de, Babalık, Çıkın Çıkmazı garip bir yer ve evin ahalisi evden de garip."

"Asıl sen ne dersen de, Bay Kumlukişi; kayıkları ne kadar bilirsen, bu konudan da o kadar anlarsın ancak," diye cevabı yapıştırdı Babalık. Değirmenciye artık iyice siniri kalkmıştı. "Eğer bu gariplikse, bizim buralara daha çok gariplik lazım gelir. Pek uzaklarda olmayan birileri var ki, duvarları altından yapılmış bir oyukta yaşasa bile arkadaşına bir bakraç bira ısmarlamak aklına gelmez. Ama Çıkın Çıkmazı'ndakiler hürmete layık şeyler yapıyorlar. Bizim Sam herkesin davete çağırılacağını ve gelen herkese armağanlar, dikkatinizi çekerim, armağanlar, verileceğini söylüyor – bu içinde olduğumuz aydan bahsediyoruz."

Eylül ayındaydılar; öyle bir eylül ki eylüllerin en güzeli. Bir iki gün sonra, davette havai fişek gösterileri olacağı ve dahası, hemen hemen bir asırdır, hatta Yaşlı Took öldüğünden beri Shire'da böyle bir gösterinin görülmemiş olduğu hakkında bir söylenti (büyük bir ihtimalle olaylara vakıf Sam tarafından) yayıldı.

Günler geçti ve O Gün yaklaştı. Bir akşam, acayip denklerle dolu acayip görünüşlü bir yük arabası Hobbitköy'e girip Çıkın Çıkmazı'ndaki Tepe'yi zahmetle tırmanmaya başladı. Bu işe şaşıran hobbitler, ağızları bir karış açık, lambaların aydınlattığı kapılarından at arabasını seyre koyuldular. Arabada garip şarkılar söyleyen dışarlıklı kişiler vardı: Uzun sakallı, uzun kukuletalı cüceler. Bunlardan birkaçı Çıkın Çıkmazı'nda kaldı. Eylülün ikinci haftasında başka bir at arabası da günün ortasında, Brendibadesi tarafından, Subaşı'ndan geçerek geldi. Arabayı yaşlı bir adam tek başına kullanıyordu. Uzun gri bir cübbe giymiş, sivri uçlu yüksek mavi bir şapka ve gümüş rengi bir boyun atkısı takmıştı. Uzun beyaz bir sakalı ve şapkasının kenarından taşan orman gibi kaşları vardı. Küçük hobbitçocuklar bütün Hobbitköy boyunca, ta tepenin üstüne kadar at arabasının ardından koştular. Tahmin ettikleri gibi, arabanın yükü havai fişeklerdi. Yaşlı adam Bilbo'nun ön kapısında yüklerini boşaltmaya başladı: Her biri, iri kırmızı bir G harfi ve elf rünü ile işaretlenmiş, çeşit çeşit, boy boy havai fişek vardı arabada.

İşaret Gandalf'ın işaretiydi elbette ki; yaşlı adam da, Shire'daki ünü daha çok ateş, duman ve ışık konusundaki becerilerinden kaynaklanan Büyücü Gandalf'tan başkası değildi. Asıl işi çok daha zor ve tehlikeliydi ama Shire halkı bu konuda hiçbir şey bilmiyordu. Onlar için Gandalf, Davet'teki eğlence kaynaklarından biriydi. Hobbitçocukların heyecanı da bundandı zaten. "En büyük G!" diye bağırıştılar; yaşlı adam gülümsedi. Gandalf Hobbitköy'de ancak arada bir görüldüğü ve hiçbir zaman uzun süreli kalmadığı halde, çocukların bir göz aşinalığı vardı; fakat ne onlar, ne de en yaşlıların haricindeki yetişkinler onun havai fişek gösterisini görmüşlerdi – bu gösteriler artık efsaneleşmiş bir geçmişe aitti.

Yaşlı adam Bilbo ve cücelerin bazılarının da yardımıyla yükünü indirmeyi bitirince Bilbo etrafa birkaç kuruş dağıttı. Seyredenler epey hayal kırıklığına uğramışlardı, ne bir maytap, ne de bir fişek çıkmıştı ortaya.

"Dağılın bakayım hemen!" dedi Gandalf. "Zamanı gelince istediğiniz kadar göreceksiniz." Sonra Bilbo ile birlikte içeriye girip gözden kayboldu; kapı da arkalarından kapandı. Küçük hobbitler bir süre boşuboşuna kapıya bakıp durdular, sonra davet günü bir gelse diye sabırsızlanarak sıvıştılar.

Çıkın Çıkmazı'nın içinde Bilbo ile Gandalf küçük bir odanın batıya, bahçeye bakan açık penceresinin kenarına oturmuşlardı. Akşamüstünün ilerleyen saatleri parlak ve huzur doluydu. Çiçekler kırmızı kırmızı ve altın rengi parlıyorlardı: Aslanağızları, günebakanlar, toprak duvarların üzerine yayılmış, yuvarlak pencerelerden içeri burunlarını uzatan latin çiçekleri.

"Bahçen ne kadar parlak görünüyor!" dedi Gandalf.

"Öyle," dedi Bilbo. "Gerçekten de bahçeme çok düşkünümdür; bahçeme ve aziz, emektar Shire'ın tümüne. Yine de bir tatile ihtiyacım olduğunu düşünüyorum."

"Tasarılarında kararlı mısın yani?"

"Kararlıyım. Kararımı aylar önce verdim ve hiç değiştirmedim."

"Çok iyi. Başka bir şey söylemeye hacet yok. Tasarladığın şeylere –tasar-ladığın her şeye ama, hatırlatmak gibi olmasın– sadık kal; her şeyin hem senin, hem de hepimiz için en iyisi olmasını dilerim."

"Umarım. Ama ne olursa olsun perşembe günü iyi vakit geçirmeyi planlıyorum, eğlenip küçük şakamı yapmayı."

"Acaba gülen kim olacak?" dedi Gandalf başını sallayarak.

"Göreceğiz," dedi Bilbo.

Ertesi gün, başka arabalar da tırmandı Tepe'yi, ardından başka arabalar. Yerli esnaf bu işe homurdanmaya başlayabilirdi, ama hemen o hafta Hobbitköy, Subaşı ve civardan tedarik edilebilecek her türlü erzak, eşya ve lüks şeyler için Çıkın Çıkmazı'ndan siparişler sel gibi akmaya başladı. Herkesin hevesi arttı; takvimdeki günleri işaretlemeye, sabırsızlıkla postacıyı gözleyip davetiye beklemeye koyuldular.

Çok geçmeden davetiyeler de yağmaya başladı ve Hobbitköy postahanesi kilitlendi, Subaşı postahanesi boğuldu, gönüllü yardımcı postacılar işe çağırıldı. Tepe yukarı, Teşekkür ederim, mutlaka geleceğim mesajının birbirinden kibar yüzlerce çeşitlemesini taşıyan, durmayan bir postacı akışı oluştu.

Çıkın Çıkmazı'nın bahçe kapısına bir ilan asıldı: DAVETLE İLGİSİ OLMAYANLAR GİREMEZ. Aslında Davetle İlgisi Olan ya da ilgisi varmış gibi yapanlar bile içeri nadiren alınıyorlardı. Bilbo çok meşguldü: Davetiyeler yazıyor, cevapları işaretliyor, armağanları paketliyor ve kendi kendine gizli bazı hazırlıklar yapıyordu. Gandalf'ın oraya gelişinden beri, gözlerden uzak durmaya başlamıştı.

Hobbitler bir sabah uyandıklarında, Bilbo'nun ön kapısının güneyindeki büyük çayırın çadırlar için kullanılan ipler ve direklerle dolu olduğunu gördüler. Yola doğru inen eğime özel bir giriş bölümü kesilip açılmış, buraya geniş basamaklar ve büyük beyaz bir kapı yapılmıştı. Çayırın yanında bulunan Çıkınsaçması Sırakovukları'ndaki üç aile dört göz kesilmişti, hobbitlerin çoğu da onlara gıptayla bakıyordu. Yaşlı Babalık Gamgee artık bahçede çalışıyor gibi yapmaktan bile vazgeçmişti.

Çadırlar yükselmeye başladı. Çadırların arasında özellikle çok büyük bir çadır vardı; o kadar büyüktü ki, çayırdaki ağaç olduğu gibi çadırın içinde kalıyor ve tüm azametiyle bir köşede, şeref masasının başucunda yükseliyordu. Bütün dallarına fenerler asılmıştı. Bir şey daha vardı ki bu ağaçtan da cazipti (hobbitler için, tabii): Çayırın kuzey köşesine kurulmuş, muazzam bir açık hava mutfağı. Çıkın Çıkmazı'na yerleşen cücelere ve tüm o diğer tuhaf ahaliye ek olarak, bir de civardaki bütün han ve aşevlerinden akın akın aşçılar gelmişti. Heyecan doruk noktasına vardı.

Sonra hava bulutlanıverdi. Bu, çarşamba günü olmuştu, partinin arifesinde. Endişe korkunç bir boyuttaydı. Derken, perşembe günü, eylülün yirmi ikisi, nihayet geldi çattı. Güneş yükseldi, bulutlar yok oldu, bayraklar çözüldü ve eğlence başladı.

Bilbo Baggins buna bir davet demişti ama aslında birbirine harmanlanmış bir eğlenti çeşitlemesiydi bu. Yakın civarda yaşayan hemen hemen herkes çağrılmıştı. Kazara çok az birkaç kişi gözden kaçmıştı ama her halükârda onlar da geldiğinden, bu pek bir şey değiştirmiyordu. Shire'ın başka yerlerinden de birçok kişi çağırılmıştı; hatta sınırların dışından bile birkaç kişi vardı. Bilbo davetlileri (ve fazlalıkları) bizzat kendisi, yeni beyaz kapıda karşıladı. Girene çıkana –bu ikinciler, arkadan çıkıp dolaşıp kapıdan tekrar girenler oluyordu– hediyeler dağıttı. Hobbitler kendi yaşgünlerinde başkalarına hediye verirler. Âdetlerine göre, pek pahalı, hele hele bu durumda olduğu gibi de bol keseden hediyeler değildir verdikleri; ama fena bir sistem değildir bu. Normalde Hobbitköy ve Subaşı'nda her gün birilerinin yaşgünüdür, öyle ki bu yörelerdeki her hobbit, en az haftada bir, en azından bir hediye alma şansına sahiptir. Yine de hediyelerden usanmazlar.

Bu sefer ise hediyeler olağanüstü güzellikteydi. Hobbitçocuklar o kadar heyecanlandılar ki bir süre için az kalsın yemek yemeyi bile unutuyorlardı. Benzerini ömürleri boyunca görmemiş oldukları oyuncaklar vardı; hepsi çok güzel ve bazıları besbelli sihirli oyuncaklar. Hakikaten de oyuncakların birçoğu bir yıl önceden ısmarlanmış ve ta Dağ ile Vadi'den gelmişti ve gerçek cüce işiydi. Bütün konuklar tek tek karşılanıp, sonunda herkes kapıdan girince şarkılara, danslara, müziğe, oyunlara ve elbette ki yiyecek ile içeceklere geçildi. Üç ayrı resmi yemek vardı: Öğlen yemeği, beş çayı ve akşam yemeği. Fakat öğlen yemeği ile beş çayını diğer zamanlardan ayıran tek özellik, bu zamanlarda bütün konukların oturup birlikte yemek yemeleri idi. Diğer zamanlarda ise –on birler öğününden, havai fişek gösterilerinin başladığı altı buçuğa kadar mütemadiyen– sadece yiyip içen bir sürü kişi vardı.

Havai fişekler Gandalf'a aitti: Onları sadece getirmekle kalmamış, bizzat kendisi tasarlayıp yapmıştı; ayrıca özel efektleri, kurgulu fişekleri ve roket filolarını da kendisi ateşliyordu. Fakat bunların yanı sıra bir sürü fişek, bonbon fişeği, kaynanazırıltıları, maytaplar, meşaleler, cücemumları, elffıskiyeleri, gulyabanihomurtuları ve gökgümbürtüleri de cömertçe dağıtılmıştı etrafa. Hepsi de muhteşemdi. Gandalf'ın sanatı yaşıyla birlikte ilerlemişti doğrusu.

Kıvılcım saçan kuşların tatlı tatlı şakıyışlarını andıran roketler vardı. Kara duman gövdeli yeşil ağaçlar vardı: Dalları, bütün bir baharın bir anda fışkırışı gibi açıyor ve parlayan dallar, hayretler içindeki hobbitlerin üzerine, ışık saçan ve yukarı doğru çevrilmiş yüzlere değmeden hemen önce tatlı kokular salarak yok oluveren çiçekler döküyordu. Pırıldayarak ağaçların içine doğru uçan kelebek fıskiyeleri vardı; yükselip kartal veya yelken açmış gemi veya uçan bir kuğu sürüsü biçimi alan rengârenk alev sütunları vardı; kırmızı bir fırtına ve bardaktan boşanırcasına yağan sarı bir yağmur vardı; meydan muharebesinde savaşan bir ordunun haykırışı gibi bir haykırış ile aniden havaya fırlayan ve tekrar yüzlerce kızgın yılan gibi tıslayarak su içine düşen bir gümüş mızrak ormanı vardı. Ve Bilbo'nun şerefine, son bir sürpriz daha vardı; aynen Gandalf'ın umduğu gibi, hobbitleri aşırı derecede şaşırtan bir sürpriz... Işıklar söndü. Büyük bir duman kütlesi yükseldi. Bu kütle uzaktan görülen bir dağ biçimini aldı ve zirvesi parlamaya başladı. Yeşil ve al alevler fışkırtıyordu. İçinden bir ejderha uçuverdi – gerçek boyutta değil, ama korkunç derecede gerçeğe benzeyen bir ejderha: Ağzından alevler yükseliyor, gözlerinde şimşekler çakıyordu; bir kükreme duyuldu ve ejderha tam üç kez şimşek gibi kalabalığın üzerinden geçti. Herkes başını eğdi, birçoğu da yüzükoyun yere kapandı. Ejderha ekspres bir tren gibi gelip geçti, bir takla attı ve kulakları sağır eden bir patlamayla Subaşı üzerinde infilak etti.

"Bu, akşam yemeği için bir işaret!" dedi Bilbo. O sancı ile korkulu hava aniden yok oldu ve yüzükoyun yatmakta olan hobbitler ayağa fırladılar. Herkese yetecek mükellef bir sofra vardı; yani özel aile yemeğine çağrılmamış herkese. Bu özel davet, içinde ağaç bulunan o büyük çadırda veriliyordu. Davetli sayısı on iki düzine ile sınırlandırılmıştı (Hobbitler tarafından bir Grosa denen sayıydı bu, gerçi bu sayının kişi saymada kullanılması pek münasip sayılmazdı); davetliler (Gandalf gibi) akraba olmayan birkaç özel dosta ilaveten, Bilbo ve Frodo ile akrabalığı olan aileler arasından seçilmişti. Konukların arasında, ebeveynlerin izniyle orada bulunan birçok genç hobbit de vardı; çünkü hobbitler, geç yatma konusunda çocuklarına müsamahalı davranırlar, özellikle de ucunda bedava bir yemek imkânı varsa. Genç hobbitleri büyütmek için gerçekten de bol yemek gereklidir.

Bagginslerle Boffinler, bir sürü de Took ile Brandybuck; birkaç Grubb (Bilbo Baggins'in büyükannesi tarafından akrabaları), birkaç Chubb (Took büyükbabasının akrabaları) ve Barınaklardan, Toluklardan, Belkuşaklardan, Porsukevlerden, İyikişilerden, Boynuzüfleyenlerden ve Ayağıkibirlilerden özenle seçilip davet edilmiş bir grup vardı. Bunların bazıları Bilbo'nun sadece uzak akrabalarıydı ve bazıları Shire'ın uzak köşelerinde oturuyor olduklarından Hobbitköy'e daha önce hemen hemen hiç gelmemişlerdi. Torbaköylü Bagginsler de unutulmamıştı. Otho ile karısı Lobelia da davetteydi. Bilbo'dan hoşlanmaz, Frodo'yu hiç sevmezlerdi ama davetiye hem yaldızlı kalemle yazılmıştı, hem de o kadar şaşaalıydı ki bu davetiyenin geri çevrilemeyeceğini düşünmüşlerdi. Ayrıca kuzenleri Bilbo, geçen yıllar içinde yemek konusunda son derecede ustalaşmış ve sofrası da etrafa ün salmıştı doğrusu.

Yüz kırk dört davetlinin hepsi, her ne kadar evsahibinin (kaçınılmaz bir şey olan) yemek sonrası nutkundan korkuyorlarsa da, hoş bir davet beklentisi içindeydi. Nutkuna şiir dediği şeylerden parçalar katma eğilimi vardı Bilbo'nun; bazen de, bir iki kadehten sonra, esrarengiz gezisinin saçma sapan maceralarından bahsetmeye başlardı. Davetliler hayal kırıklığına uğramadılar: Son derece hoş bir ziyafet, hatta çok dolu bir eğlenceydi: Zengin, bereketli, çeşitli ve uzun süreli bir eğlence. Daveti takip eden haftalarda bütün civardaki erzak alım-satımı hemen hemen durdu; fakat etraftaki dükkânların, kilerlerin ve depoların çoğunun stoğunu Bilbo'nun yemek servisi tüketmiş olduğu için buna önem veren olmadı.

Ziyafetten sonra, (ya da hemen hemen ziyafetten sonra) Nutuk başladı. Mamafih misafirlerin çoğu artık o latif aşamadaydı; yani "köşeleri doldurma" adını taktıkları hoşgörülü bir havaya girmişlerdi. En sevdikleri içkilerini yudumluyor, en sevdikleri yemeklerden çöpleniyorlardı; korkularını unutmuşlardı. Her şeyi dinlemeye ve her nokta işaretinde tezahürat etmeye hazırdılar.

Sevgili millet, diye başladı Bilbo bulunduğu yerde ayağa kalkarak. "Konuş! Konuş! Konuş!" diye bağırdı herkes ve bunu koro halinde tekrarlamaya devam etti; belli ki kendi sözlerine kendileri kulak asmıyordu. Bilbo yerini terk etti, gidip ışıklandırılmış ağacın altındaki bir sandalyenin üzerine çıktı. Lambaların ışığı Bilbo'nun gülümseyen yüzüne düşüyordu; işlemeli ipek yeleğindeki altın düğmeler parlamaktaydı. Bir eli havada, diğerini pantolonunun cebine sokmuş, ayakta, herkesin görebileceği bir yerdeydi.

Aziz Bagginsler ve Boffinler, diye yeniden başladı, ve aziz Tooklar, Brandybucklar, Grubblar, Chubblar, Barınaklar, Boynuzüfleyenler, Toluklar, Belkuşaklar, İyikişiler, Porsukevler ve Ayağıkibirliler. "AyakLARıkibirliler!" diye bağırdı yaşlıca bir hobbit çadırın arkasından. Adı elbette ki Ayağıkibirli idi ve tam adının hobbitiydi; ayakları hem büyük, hem de fevkalade tüylüydü ve her ikisi birden masanın üzerinde duruyordu.

Ayağıkibirliler, diye tekrarladı Bilbo. Aynı zamanda, nihayet Çıkın Çıkmazı'na tekrar hoşgeldiniz diyebildiğim iyi yürekli Torbaköylü Baggins'lerim. Bugün benim yüz on birinci doğum günüm: Bugün yüz on bir yaşındayım! "Yaşasın! Yaşasın! Daha nice yıllara!" diye bağırıp masaları neşe içinde yumrukladılar. Bilbo harika gidiyordu doğrusu. Bu, tam onların hoşuna giden cinsten bir şeydi: Açık seçik ve kısa.

Umarım hepiniz en az benim kadar eğleniyorsunuzdur. Kulakları sağır eden bir tezahürat. Evet (ve hayır) haykırışları. Borazan, boru, flüt ve diğer müzik aletlerinin gürültüleri. Çadırda, daha önce de belirtilmiş olduğu gibi bir sürü genç hobbit mevcuttu. Yüzlerce müzikli fişek dağıtılmıştı. Fişeklerin birçoğunun üzerinde VADİ işareti vardı; bu hobbitlerin çoğu için bir şey ifade etmiyordu ama hepsi bunların fevkalade oldukları konusunda hemfikirdi. Fişeklerde müzik aletleri saklıydı, küçük ama mükemmel yapılmış, büyüleyici ezgilere sahip müzik aletleri. Hatta bir köşede genç Tooklar'ın ve Brandybucklar'ın bir kısmı, (zaten gerekli olan şeyleri açık seçik bir şekilde söylemiş olduğuna göre) Bilbo Amca'nın sözünün bittiğini zannederek ani bir ilhamla bir orkestra kurmuş, canlı bir dans ezgisine başlamışlardı. Efendi Everard Took ile Bayan Melilot Brandybuck ellerinde zillerle bir masanın üzerine çıkarak Coşkuhalkası'nı oynamaya koyuldular: Güzel, ama ziyadesiyle de hareketli bir danstı bu.

Fakat Bilbo sözünü tamamlamamıştı. Yakınındaki bir küçüğün elinden borusunu kaparak üç kere baykuş gibi öttürdü. Gürültü yatıştı. Sizi çok tutmayacağım, diye haykırdı. Bütün meclisten bir alkıştır koptu. Sizleri belli bir Amaç için bir araya topladım. Bunu söyleyiş tarzındaki bir şey, oradakiler üzerinde bir etki yaratmıştı. Hemen hemen tam bir sessizlik hâkim oldu etrafa; bir iki Took da kulaklarını diktiler.

Aslında üç ayrı Amaç nedeniyle! Her şeyden önce, hepinizden ne kadar çok hoşlandığımı, yüz on bir yılın böylesine mükemmel ve şayanı takdir hobbitler arasında yaşamak için çok kısa bir süre olduğunu söylemek için. Müthiş bir onay galeyanı.

İçinizden en az yarısını, arzuladığımın yarısı kadar bile tanımıyorum; ve yarınızdan azını hak ettiğinizin ancak yarısı kadar sevebiliyorum. Bu pek beklenmeyen ve biraz da anlaması zor bir şeydi. Orada burada birkaç alkış sesi oldu ama çoğunluk ne dendiğini ve bunun bir kompliman olup olmadığını çıkartmaya çalışıyordu.

İkinci amacım, yaşgünümü kutlamaktı. Tekrar tezahürat. Aslında yaşgünüMÜZÜ demeliyim. Çünkü elbette, bugün varisim ve yeğenim Frodo'nun da yaşgünü. Bugün rüştüne ve veraset hakkına erişiyor. Yaşlılar tarafından birkaç ilgisiz alkış; gençler tarafından da "Frodo! Frodo! Bizim kerata Frodo!" haykırışları. Torbaköylü Bagginsler ise kaşlarını çatarak "veraset hakkına erişiyor" ile neyin kastedildiğini düşünmeye koyulmuştu.

İkimiz birlikte yüz kırk dört sayısına ulaşıyoruz. Sizin sayınız da bu harikulade toplama uysun diye ayarlandı: Affınıza sığınarak, bir Grosa. Hiç tezahürat yok. Bu maskaralıktı. Konukların birçoğu, özellikle de Torbaköylü Bagginsler, belli ki, aynı bir paketteki mallar gibi gerekli olan sayıyı tamamlamak için çağırıldıklarını düşünerek alınmışlardı. "Bir Grosa ha! Terbiyesizce bir tabir."

Aynı zamanda, eğer fi tarihine değinmeme müsaade buyurursanız, bugün benim bir varilin içinde Uzun Göl'deki Esgaroth'a varışımın yıldönümü; gerçi o zaman yaşgünüm olduğu gerçeği aklımdan çıkmıştı. O zamanlar sadece elli bir yaşındaydım ve yaşgünleri o kadar önemli gelmiyordu bana. Gene de, ziyafet mükemmeldi, o zamanlar çok üşütmüş olduğum ve sadece "tok teşekkür ederib," diyebildiğim halde bunu hatırlıyorum. Şimdi bunu daha düzgün bir biçimde tekrarlayabilirim: Verdiğim bu küçük ziyafete geldiğiniz için çok teşekkür ederim. İnatçı bir sessizlik. Hepsi artık bir şarkı veya bir çeşit şiirin an meselesi olmasından korkuyor ve sıkılıyordu. Neden konuşmayı bırakıp, onun sağlığına içmelerine izin vermiyordu sanki? Fakat Bilbo ne şarkı söyledi, ne de şiir okudu. Bir an için durdu.

Üçüncüsü ve sonuncusu, dedi, bir şey İLAN edeceğim. İlan sözcüğünü o kadar yüksek sesle ve o kadar ani söylemişti ki, ayakta durabilecek kadar ayık olan herkes yerinde dikildi. Daha önce de söylemiş olduğum gibi yüz on bir yıl sizlerin arasında geçirmek için kısa bir süre olduğu halde bunun SON olduğunu bildirmekten müteessirim. Gidiyorum. ŞİMDİ ayrılıyorum. HOŞÇA KALIN!

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X