Figen Kumru, ''Sol, 1 Mayıs 1977’yle yüzleşiyor'', Radikal Kitap, 3 Mayıs 2013
Bir kitap okudum ve hayatım değişti diyemeyeceğim ama okuduğum kitap, içinde yer almama rağmen tamamını görmeyi bir türlü başaramadığım o büyük fotoğrafı ilk kez berraklaştırdı ve aydınlattı. Fotoğrafın tümünü bir defada görebileceğim farklı bir açı sundu bana.
O karanlık günden, 1 Mayıs 1977 felaketinden söz ediyorum. O gün ben de Taksim’e yürümek için sempatizanı olduğum Kurtuluş grubuyla birlikte Saraçhane’de saatlerce beklemiştim. Nihayet meydana girmeyi başardığımızda, kurşun sesleriyle birlikte panzerlerin halkın üzerine sürüldüğü o dehşet anında, panik içinde savrulan devasa kalabalıkla birlikte tamamen inisiyatifim dışında sürüklenmeye başladım. Şansım varmış ki, içinde sürüklendiğim kitle Kazancı yokuşuna değil Sıraselviler’e doğru aktı ve bugün bu yazıyı yazabiliyorum...
34 kişinin öldüğü, hep tartışılmasına karşın ardındaki karanlık hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamayan 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin yazılmış yeni bir kitap bana o günün korku ve paniğini yeniden yaşatırken; anlam veremediğim, bilmediğim, merak ettiğim şeyleri de öğrenme fırsatı verdi.
1 Mayıs 1977: İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı? adlı kitap, gazeteci-yazar Korhan Atay’ın üç soru yönelttiği 13 kişinin anlatımlarından oluşuyor. Bu 13 kişinin tümü tıpkı benim gibi o gün Taksim meydanında ya da meydana ulaşan sokaklardaydı. Onlar 1 Mayıs 1977 katliamının müdahili, mağduru ve tanığıydı...
Yazar bu 13 kişiye şu üç soruyu yöneltmiş:
1) 1 Mayıs 1977’ye giden süreçte Türkiye ve sol nasıl bir dönemden geçiyordu? 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi, 12 Mart 1971 darbesi, 1974 affı; DİSK başta olmak üzere sendikal hareketteki değişimler, 1 Mayıs 1977 arifesinde nasıl bir Türkiye solu tablosu ortaya çıkarıyordu?
2) O gün Taksim’de kişisel olarak nelere tanık oldunuz ve ne yaptınız?
3) 1 Mayıs 1977 sonrasında Türkiye ve solun görünümü nasıldı? 12 Eylül 1980 darbesine giden süreçte Türkiye ve sol neler yaşadı?”
Bingöl Erdumlu, Dinçer Doğu, Feyyaz Kurşuncu, Gün Zileli, Kamil Aslantürk, Ahmet Sami Belek, Leman Fırtına, Mahir Sayın, Mehmet Karaca, Murat Belge, Murat Tokmak, Doğan Ülgen ve Osman Cavit İyigün de yanıtlamış. 1 Mayıs 1977’de 51 yaşında olan ve 70 yaşındaki annesiyle birlikte alana koşan Leman Fırtına ve o tarihte henüz 19 yaşında olan Doğan Ülgen dışındakiler, o dönemde içinde yer aldıkları sendika, grup ve siyasi hareketlerin etkili isimleri arasında yer alıyor.
“Ben geliyorum!” diyen bir provokasyon
1 Mayıs 1977 kitabında, tanıklıkları ve zamanın süzgecinden geçmiş anlatıları okudukça; bir provokasyonun nasıl da bağıra bağıra, göstere göstere geldiğini, soldaki tüm siyasetlerin olmasından korktukları bir provokasyona nasıl kendi ayaklarıyla sürüklenip gittiğini, hatta -konuşmacıların bazılarının deyişleriyle- alet olduklarını ya da ortam hazırladıklarını dehşet içinde fark ediyorsunuz.
Kitap, 1 Mayıs 1977 katliamını temel almakla birlikte, Türkiye solunun 1960’ların sonlarından 12 Eylül 1980 darbesine uzanan serüvenini pek çok farklı bakış açısından anlatıyor. Soldaki bölünmeleri, gruplaşmaları, silahlı çatışmalara varan zıtlaşmaları, rekabetleri ve sağdaki gibi solun da o önlenemez silah tutkusunu bizzat yaşayanların ağzından öğreniyorsunuz.
Hani derler ya; filmin bir sahnesinde bir tabanca görürseniz, o tabanca ilerideki sahnelerde mutlaka patlayacaktır... 1 Mayıs 1977’de de aynen öyle oluyor.
Anlatılar ezber bozuyor
İşin tuhaf olduğu kadar irkiltici yanı, bütün bunları “hakim sınıflar”, “oligarşi”, “işbirlikçi medya” falan değil, bizzat yaşayanlar ve yaşatanlar anlatıyor. O günün gruplaşmaları içinde Türkiye Komünist Partili, Aydınlıkçı, Halkın Yolu ve Halkın Kurtuluşu militanı, Kurtuluşçu, Türkiye İşçi Partili, Birikimci, DİSK’li ve en az yarısı Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi kökenli devrimci ve sosyalistler anlatıyor. Kitap bu yanıyla pek çok ezberi bozacağa benziyor. Kendisi de o günlerde adı geçen siyasi gruplardan birinin taraftarı olan gazeteci yazar Korhan Atay, önsözünde bu belgesel kitabı yazma nedenini, “Türkiye ve dünyanın geleceğine ilişkin çözümlemelerde, ona hâlâ misyon yüklüyor ve şans tanıyorsak eğer; solun, öncelikle 1 Mayıs 1977 katliamından çıkarılacak derslere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum” diye açıklıyor.
Kitap; görmek isteyenin göreceği, anlamak isteyenlerin anlayacağı, tartışmak isteyenin alabildiğine tartışacağı pek çok tanıklık ve anlatı sunuyor. Birbirlerine ve dışa karşı her zaman ketum ve kapalı olduğu bilinen Türkiye solu ilk kez bu kitapta bu denli açık yüreklilikle tartışıyor. Ve okuyunca kolayca algılanabileceği gibi tüm bunları Türkiye’nin geleceğinde sola yeni bir fırsat sunabilmek ve önünü açmak amacıyla yapıyor.
34 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin yaralandığı, Türkiye solunun müthiş yükselişinin 12 Eylül 1980 askeri darbesine doğru hızla yuvarlandığı o meşum 1 Mayıs 1977 katliamıyla ilk kez bu kadar açık bir şekilde yüzleşeceksiniz. Yazarın deyişiyle: “Bu çok can acıtıcı ve ezber bozucu tabloyla yüzleşmeye hazırsanız, buyurun bakın...”
“Göbekli, bıyıklı, sakalı da uzamış...”
O dönemin kendine özgü yüksek bir ruhu vardı. Bütünüyle arkadaşları, beni etkileyen şey -öyle düşünüyorum- devrim durumudur. Devrim olacak... Yani biz kesintisiz bir şekilde iyilikler dünyasına geçeceğiz.
1 Mayıs onun bir adımı. Devrim deyince, işte şu üretim araçları şöyle olacak falan filan tartışmasının dışında bir şey bu. Çünkü, bir şeye adanmışlık var o dönemde. Yani bir tür peygamber askeri insanlar. Bir davanın uğrunda gidiyorlar. Hangi gruba, hangi sekte bağlı olursa olsun o duyguyla gidiyordu. (Doğan Ülgen)
O sırada hiç unutamadığım bir adam gördüm. İşçiyle falan kesinlikle alakası olmayan, şişman bir adam. (...) Gerçekten şişman, tipik polis. Ama 2. Şube polisi tipli. Göbekli, bıyıklı, sakalı da uzamış... Sivil elbise vardı üstünde. “Ateş edin! Ateş edin! Ne duruyorsunuz, ateş etsenize” diye bağırıyor. Alanın içine, herkese bağırıyor. Düşünebiliyor musunuz? Nasıl herifin üstüne atladığımı biliyorum... Resmen herifin boğazına doğru hamle yaptım, kısa bir süre boğuştuk. Daha sonra kargaşadan yararlanarak kaçtı. Orada ne kadar grup varsa, içinde kışkırtıcı denilen tipte adam mutlaka vardır. (Bingöl Erdumlu)