Gökçen Ezber, “Cinsel çokluk ve müphemlik”, Radikal Kitap Eki, 7 Eylül 2012
Cinsellik, çoğu zaman bastırma, tabular ve ötekileştirme gibi olumsuz kavramlarla yoğuruluyor olsa da, insan varoluşunun en önemli unsurlarından birini oluşturuyor. İçinde beslediği birçok diğer paradoks gibi, insan, cinselliği de aynı anda hem olumlama hem de olumsuzlama eksenlerinin karşıtlığında kurguluyor. Hepimizin fiziksel, cinsel hazza olan gereksinimi, yine sözde kendi yararımıza kurduğumuz ataerkil toplum düzeninin cinselliğe yönelik ikircikli ve hatta ikiyüzlü tutumu ile yan yana gelince, cinselliği fiziksel varoluşumuzun ve bedenimizin bize sunduğu bir nimet olarak değil de, bir “muamma” olarak yaşamak zorunda kalıyor, birbirimizi acımasızca ötekileştirip bedenlerimizi bir eziyetler zindanına dönüştürüyoruz.
Cüneyt Çakırlar ve Serkan Delice’nin, Türkiye’de Queer Kültür ve Muhalefet altbaşlığını taşıyan Cinsellik Muamması adlı çalışması, Türkiye’de cinselliği Queer Kuram, kültür, toplum, cinsel politik öznellik, sınıf, tarih, görsel kültür, estetik ve çağdaş sanat bağlamlarında, çok geniş bir yelpazede değerlendiriyor. Yazarların kitabın girişinde de belirttiği gibi, çalışmanın temel amacı, cinsellik ekseninde “doğallaştırılmış”, hepimizin içselleştirdiği yapıları “yeniden okumak”. Bu yeniden okuma sonucunda, özcü ve indirgemeci mekanizmaların ötesinde, cinselliği anlamlandırabileceğimiz yeni bir dil oluşturma olasılığı üzerinde duruluyor. Queer Kuram’ın sunduğu bakış açısı, cinsellikle ilintili konularda araştırmacılara yeni ufuklar vaat ediyor. Çakırlar ve Delice’nin berlittiği gibi, kitap: “[…] kaynağını […] mağduriyet siyasetine dayanan ve ‘ben’ ve ‘öteki’ temelli liberal insan hakları söyleminden değil, aynı zamanda yerel ve tarihsel kültürel dokudaki cinsel çokluk ve müphemlikten alan yeni bir aşatırma gündemi öneriyor.”
Kitabın ilk bölümünde yazıları bulunan Tuna Erdem, Zeynep Direk, Nami Başer ve Bülent Somay, Kuramla Queer Bir Dünya Yaratmak altbaşlığı altında, toplum ve cinsellik ilişkisini, heteronormatif aile yapısını, “queer” olmanın altüst edici ve eleştirel potansiyelini irdeliyorlar. Tuna Erdem’in, “cinsel çeşitlilik” ve “hizalanma” gibi kavramlar etrafında geliştirdiği tartışması, “queer”i “cinsel çeşitliliğin, eşcinsel ile heteroseksüel gibi iki kategoriye indirgemesine karşı bir duruş” olarak tanımlayarak, belki de bu çalışmanın en önemli mesajlarından birinin altını çiziyor. Erdem, Queer ve LGBTT arasındaki farkları açıkldıktan sonra, eşcinsel hak ve özgürlük mücadelesinin dahil olma çabasına ve Queer’in de “içeridekileri dışarı davet etmesi”ne değinir. Erdem’e göre Queer olma durumunun en önemli avantajlarından biri, dışarıda bırakılmışlık durumundan kaynaklanan “egemen sisteme eleştirel bir mesafeden bakabilme” potansiyelidir. Queer cinsellik kavramını feminist hareket bağlamında irdeleyen Zeynep Direk, “bedenlerarasılık” kavramını Queer Kuram için yeni bir çerçeve olarak öneriyor ve “kendimizi düşünmemizin başka imkanlarını açan yeni bir dil, yeni bir söylemin çeşitli risklere rağmen keşfedilmeye değer” olduğunu söylüyor. Nami Başer, Queer kavramını, psikanalizin merkezinde bir ‘mefhum’ olarak değerlendirmeyi öneriyor. “Hem erkekliği, hem kadınlığı becerebilecen, ikisinin yerlerini değiştirerek bu konularda ezber bozan kişiler”in, Queer tanımına uygun kişiler olduğunu dile getiren Başer, Sait Faik, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bilge Karasu ve Pınar Kür gibi “çok cinsiyetli duyarlıkları olan yazarlar” ekseninde, Queer ve Psikanaliz odaklı yeni sorular aklımıza getiriyor. Bozuk Aile başlığını taşıyan yazısında, Bülent Somay, geleneksel, heteronormatif aile yapısı içinde, ergenin cinselliği “kayıp, yalnızlık ve doğrudan ya da fantastik şiddet üzerine” kurguladığı gerçeğini anımsatıyor ve Queer kavramı ekseninde “başka bir aile”nin olasılığını masaya yatırıyor. Biz çözüm önerisi olarak da, “içinden kanbağı çıkarılmış bir kardeşliği” öneriyor.
Serkan Delice, Erdal Partog ve Veysel Eşsiz’in yazılarının bulunduğu kitabın ikinci bölümünde, cinsel politik öznellik masaya yatırılıyor. Serkan Delice’nin Deniz Kandiyoti ile yaptığı söyleşide, Türkiye’deki feminist hareket, 11 Eylül sonrasındaki ‘yeni imparatorluk literatürü’ ve “erkeklik kavramı” çevresinde ele alınıyor. “… kadın haklarının depolitize olması, […] küresel neoliberal politikaların hak ve özgürlükler hareketleri üzerindeki etkisi, […] kadın haklarının araçsallaştırılması’, söyleşinin en önemli tartışma alanlarını oluşturuyor. Söyleşi, Türk toplumundaki kırılmalardan ve cinsellik tartışmalarının içinde bulunduğu ‘epistemolojik çıkmaz”dan kurtuluşu, içselliştirdiğimiz yapılardan uzaklaşmakta buluyor ve “bulunmaklıktan (situatedness) sıyrılma gerekliliği” önerisini sunuyor. Erdal Partog, yazısında Türkiye’de LGBTT mücadelesini Queer Kuramı bağlamında ele alıyor. Partog, Lamdaistanbul ve Kaos GL’nin tarihini anlatırken, Türkiye’deki LGBTT mücadelesini, “kabullenme ve kabullendirme; kamusal görünürlük ve olası çözüm imkanlarının sorgulanması/queer sosyal haklar” olmak üzere üç döneme ayırarak, Türkiye’de cinselliğin tarihselleştirilmesine sağlam bir çerçeve kuruyor. Partog, günümüz LGBTT hareketinin odağını “kimlik” kavramından sıyırarak, Queer-Marksizm bağlamında “sınıf” odağına yerleştirmesinin “önemli bir siyasi alan” açabileceğini dile getiriyor. Veysel Eşsiz, aynı bölümde, Partog’un tarihsel çerçevesinden bakmaya devam ederek, Türkiye’de 12 Eylül Darbesi sonrasında eşcinsellerin uğradığı haksızlıkların ve kötü muamelenin çarpıcı bir tarihini aktarıyor.
Farklı cinsellikleri toplum bağlamında ele alan Sibel Yardımcı, Evren Savcı, Cenk Özbay ve Birkan Taş, Queer öznelerin heteronormatif düzende seslerini nasıl duyurduklarını ve duyuramadıklarını tartışıyorlar. Queer özneler olarak sakatların ve engellilerin tıp gibi kurumsal söylemler tarafından nasıl şekillendirildiği, farklı Queer grupların birbirlerine karşı duyduğu yabancılaşma, İstanbul’daki rentboyların nasıl Queer özneler olarak okunabileceği ve Ayı Hareketi’nin görünürlük kazanan bir “aykırı eşcinsellik” olarak nasıl tedirginlik yarattığı, bu bölümde irdelenen önemli konular arasında.
Çakırlar ve Delice’nin çalışmasının bence en ufuk açıcı bölümü, Queer Bir Tarih Tahayyül Etmek altbaşlığını taşıyan bölüm. Serkan Delice’nin, Ahmet Cevdet Paşa’nın (1822-1895) Ma’rûzât ve 16. yüzyıl tarihçisi Mustafa Ali’nin Görgü ve Toplum Kuralları Üzerine Ziyafet Sofraları (Mevâidü’n-Nefâis fî Kavâ’idi’l- Mecâlis) adlı iki Osmanlı anlatısı ekseninde yaptığı tarihsel inceleme, bence, Osmanlı tarihinde cinsellik kavramı incelemelerinde, Queer kuramın, “fallus merkezciliği ve heteronormativiteyi yeniden üretme tuzağına” düşmeden nasıl ufuk açıcı sorular sordurtabileceğini göstermesi açısından sağlam bir model sunuyor. Delice’nin modernlik öncesi Osmanlı cinselliğine odaklanan incelemesi, aynı bölümde, Cumhuriyet dönemi cinselliğini Nahid Sırrı Örik, Bilge Karasu ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu örnekleri üzerinde inceleyen Fatih Özgüven’in yazısıyla bütünlük kazanıyor.
Görsel kültürde ve çağdaş sanatta Queer özeninin yerini sorgulayan ve inceleyen yazıların yer aldığı son iki bölümde, Başak Ertür ve Alisa Lebow, Özlem Güçlü, Cüneyt Çakırlar, Taner Ceylan, Cihat Arınç, Murat Morova, Adnan Yıldız, Nilbar Güreş ve Erinç Seymen’in yazıları yer alıyor.
Cüneyt Çakırlar ve Serkan Delice’nin Cinsellik Muamması başlıklı çalışması, 1980’li yıllardan itibaren Anglosakson akademisinde ortaya çıkan ve daha sonra sesini başka ülkelerde de duyurmaya çalışan Queer Kuram penceresinden, Türkiye’de cinselliği kültürel ve politik bağlamda ele alan kuramsal yazılardan oluşan ufuk açıcı bir kitap.