Giriş: 1 Mayıs 1977'de Türkiye'nin en görkemli işçi bayramı kana bulandı, s. 13-15
Uluslararası İşçi Bayramı'nın Türkiye'de o güne değin görülmedik bir görkemle kutlanacağı 1 Mayıs 1977'ye yaklaşan günlerde, kendisini sol çizgide gören tüm sendika, parti, grup ve örgütler hummalı bir hazırlık içindeydi. 1 Mayıs İşçi Bayramı, İstanbul Taksim'e endekslenmiş gibiydi.
Ülkedeki sol birikim tüm gücünü o gün Taksim'de meydana sürecek; bayram kutlamanın ötesinde, devrim yolunda önemli bir adım atılacaktı sanki. En büyük pankartlar o gün için hazırlandı. Grafiker ve ressamlar tüm maharetlerini pankartlar üzerine döktü. Türkiye' nin dört bir yanından otobüsler 1 Mayıs sabahı İstanbul'da olacak şekilde kiralandı. Yalnızca grup ve örgütler değil; kendisine komünist, sosyalist, devrimci, solcu, sosyal demokrat diyen herkes 1 Mayıs günü Taksim'de olmak için hazırlanıyordu.
Kutlamayı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) organize ediyor; diğer sol parti ve grupların meydana nasıl ve nereden gireceğine, hangi pankartların açılıp, hangi sloganların atılacağına ilişkin pazarlık sürüyordu.
Bu süreçte DİSK, "Maocu" grupların Taksim'e sokulmayacağını açıkladı. Maocu denilen Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği grupları da, "Ne pahasına olursa olsun 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacaklarını" açıkladı. Aynı safta yer alan Halkın Sesi/Aydınlık grubu ise "Provokasyona zemin hazırlayacağı" gerekçesiyle kutlamaya grup olarak katılmamaya, her bireyin kendi sendikal ya da meslek örgütü çatısı altında katılmasına karar verdi.
DİSK yönetiminde önemli ağırlığa sahip TKP (Türkiye Komünist Partisi) ve Maocu denilen gruplar arasındaki, birbirlerine "Maocu bozkurtlar!" ve "Sosyal faşistler!" demeye kadar varan, "Sizi almayacağız-Biz gireriz" çekişmesi, var olan kaygıları daha da artırdı.
Onca hazırlık arasında önlenemeyen bir kaygı uç vermiş, gelişiyordu. Çoksatan günlük gazeteler hoş karşılamadıkları 1 Mayıs İşçi Bayramı sırasında Taksim'de kanlı olaylar meydana geleceğinden söz etmeye başlamıştı. Gazeteler meşreplerine göre, kimi zaman "Maocu grupların alanı basıp kan dökeceğini", kimi zaman da "Komünistlerin birbirlerini öldürüp, çevreyi yağmalayacağını" öne sürüyordu. Kısacası, sendikalar, siyasi parti, grup ve örgütler, polis, MİT, hükümet, basın, herkes kötü bir şeylerin yaşanabileceğinin, kötü olayların hatta bir provokasyonun meydana gelebileceğinin farkındaydı.
Başka kaygılananlar da vardı tabii. Türkiye'deki solun, 1 Mayıs' la daha da ivme kazanacağı varsayılan göreceli yükselişi, SSCB ile yürüttüğü Soğuk Savaş'ta müttefik kaybetmek istemeyen ABD'yi de enikonu kaygılandırıyordu.
30 Nisan gecesi sol gruplar ve partiler doldurdukları otobüslerle Türkiye'nin dört bir yanından İstanbul'a doğru akmaya başladı. Devrimci marş ve türkülerin avaz avaz söylendiği, bazılarının ilk kez İstanbul göreceği devrimci ya da sempatizan genç kız ve genç erkeklerin katıldığı neşe ve umut dolu yolculuklardı onlar.
1 Mayıs 1977 sabahı, farklı anlatılardaki rakamlara göre 300 ila 500 bin kişi bir festivale, bayrama, düğüne gider gibi İstanbul'un çeşitli merkezlerinde toplanmıştı. Ailecek, çoluk-çocuk, büyükanne ve dedeleriyle gelenler de vardı.
Saat 13:00'te Taksim alanına doğru Beşiktaş ve Saraçhane'den yola çıkan kortejlerin en önünde DİSK'e bağlı işçiler vardı. Arkalarından diğer parti ve gruplar kendi slogan ve pankartlarıyla geliyordu. Saraçhane'den yola çıkan devasa kortejin en arkasında ise, DİSK'in alana sokmayacağını söylediği "Maocu" gruplar vardı.
DİSK'in her iki kortejini, işçilerle diğer gruplar arasına giren ve yol boyunca istenmeyen katılımları önlemeye kararlı tam yirmi bin DİSK güvenlik görevlisi koruyordu.
Kutlama ve miting beklendiği gibi son derece coşkulu ve görkemliydi. Miting devam ederken kortejler hâlâ alana ulaşmaya ve kutlamaya katılmaya çalışıyordu.
Saat 18:00'e doğru, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasını bitirmesinin hemen ardından ilk kurşun sesleri duyuldu. Bu ilk sesleri çok daha fazla sayıda silah patlaması izledi.
Pek çok tanığın iddia ettiğine göre, meydana bakan Sular İdaresi'nin üstünden ve bugün The Marmara Taksim olarak adlandırılan dönemin Intercontinental Oteli'nin pencerelerinden alana kurşun sıkıldı. Ardından polis panzerleri siren çalıp su sıkarak meydana, insanların üstüne sürüldü.
Art arda büyük patlamalar oluyor, panik kontrol edilemez hale geliyordu.
Yüz binlerce kişinin doldurduğu meydan fırtınalı bir deniz gibi dalgalanmaya, insanlar can havliyle devasa gruplar halinde kaçışmaya başladı. Büyük insan kitleleri Taksim'e açılan cadde ve sokaklara daracık kayalık bir boğazdan geçmeye çalışan deli ırmaklar gibi akıyordu.
Meydan boşaldığında geride yalnızca kurşunla vurulanlar, ezilenler ve kaçarken yitirilen on binlerce ayakkabı kaldı.
Olayla ilgili iddianameye göre o gün Taksim'de 34 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. 34 kişinin beşi, biri polis olmak üzere kurşunla vurularak; 29'u izdiham sırasında nefes alamadığı için boğularak ya da ezilerek ölmüştü. Yaralıların 34'ü baş ve göğüslerinden kurşunla vurulmuş ancak hiçbiri yaşamını yitirmemişti.
Kurşunla vurularak ölenlerden üçü DİSK güvenlik ekibi içinde yer alan UZEL fabrikası işçileriydi. Üçü de Taksim Meydanı'nın Tarlabaşı girişinde vurulup öldü...
Tıpkı Gabriel García Márquez'in ünlü Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi 1 Mayıs 1977'de de herkesin bildiği, korktuğu hatta neredeyse beklediği felaket; göstere göstere, bağıra bağıra geldi, yapacağını yaptı.
Ancak romanla gerçek yaşam arasında çok önemli bir fark var: 1 Mayıs 1977 katliamının sorumluları asla bulunamadı, bulunmak istenmedi...
Sonraki yıllarda cinayetler çığ gibi büyüdü. Yalnızca sol ve sağ arasında değil sol içinde de silahlı çatışmalar ve cinayetler hızla yayıldı. Pek çok "solcu" bizzat "solcular" tarafından katledildi.
Üç yıl sonra gelen 12 Eylül 1980 darbesinin ardından, sorumluları arayıp bulacak ve adaleti yerine getirmeye kalkışacak kimse zaten kalmadı.