Önsöz, Bizim Avrupa mı?, Christian Felber, Cornelia Staritz, Petra Ziegler Attac Yayın Kurulu, s. 15-18.
"Avrupa karşıtı öfke giderek güçleniyor."(1) İnsanların Avrupa Birliği'ne güveni kayboldu. Avrupa'nın barometresi bir anketten diğerine sürekli düşüş kaydediyor ve nerede seçim yapılsa sandıktan hayır çıkıyor, seçmenler hayır diyor: Fransa ve Hollanda'da anayasaya evet diyenler açıkça yenik düştüler.
Peki ne oldu? Avrupa'nın entegrasyon (bütünleşme) projesi neden çıkmaza girdi? Barış, geniş kitlelere refah ve sosyal güvenlik getireceği umudu taşınmıyor muydu? Bu projeye ne oldu?
Bu kitap üç görevi yerine getirmeyi hedefliyor: İlki Avrupa Birliği'nin halen içinde bulunduğu krizin nedenlerini ortaya koymak. İkincisi, birliğin bilinmeyen yapısına ilişkin temel bilgileri Avrupa'yla ilgilenenler ve bağlantısı olanlar için anlaşılır bir dille ele alıp işlemek. Üçüncüsü, AB'nin mevcut neoliberal, demokratiklikten uzak rotasına farklı ve çeşitli seçenekler önermek. Bu son şık, bu yapıtı kaleme almamızın asıl nedenidir.
Kamuoyundaki tartışmalar Avrupa'nın entegrasyonunda temel meselenin sanki "Avrupa sosyal modeli" olduğu izlenimini veriyor, oysa asıl olan malın serbest dolaşımı ve sermaye akışı gibi ekonomik ve politik unsurlardır. Sosyal güvenlik değil, "rekabet edebilirlik" Avrupa'nın merkezindeki ana değer anlayışı olmuştur. Sosyal güvenlik, çevrenin korunması ve demokrasi gibi konular adeta birliğin önündeki engeller olarak algılanmaktadır. Refah ve güvenlikten rekabet edebilirlik lehine feragat etmek sanki bize daha çok refah ve güvenlik sağlayacakmış gibi bir çelişkiyi yaşamaktayız. Bunun sonucu üzücüdür: Giderek daha da zenginleşen bir Avrupa, paylaşımın, vergi adaletinin, sosyal güvenliğin, yoksullukla savaşımın, kamu yatırımlarının ve çevre koruma sorunlarının artık –neredeyse– üstesinden gelememektedir. Hangi parti seçilirse seçilsin, sonuçta hükümetin başına statükoyu koruyanlar ve küresel finans piyasaları geçmektedir.
Sonuçta Ernst Ulrich von Weizsäcker, haklı olarak "Demokrasinin içine düştüğü bunalımın temeli"nde(2) seçeneklerin yetersizliğini göstermektedir. Bunalım, aynı zamanda Fransa ve Hollanda'daki "Non" ve "Nee"nin de asıl sebebidir. İnsanlar ne Avrupa Birliği politikasının içeriğini ne de birliğin demokratik olmayan uygulama biçimini onaylıyor. Yapılan bir ankete göre Avrupa anayasasına hayır yanıtının önemli nedenleri "güncel ekonomik ve sosyal durum" (yüzde 52) ile "anayasanın içeriğinin fazlaca liberal olması"dır (yüzde 40).(3)
Siyasetçilerin ve yorumcuların "kabul görebilmesi" için, Avrupa Birliği projesinin daha iyi "anlaşılması"nın yeteceği yolundaki sonuçsuz kalan tepkileri de bu projenin demokratik olmayan yapısını ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği şayet yeteri kadar demokratik olsaydı, o zaman bu projeyi insanlar şekillendirecek ve sorumluluğu onlar üstlenecekti. Ama AB'nin çekirdeğini oluşturan –ister kamu hizmetleri yönergesi, Euratom (Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu) Antlaşması, tarım ihracat sübvansiyonları ve Merkez Bankası' nın bağımsızlığı, isterse Trans Avrupa Ağları (TAA) olsun– hiçbir proje yurttaşların elinden çıkmamıştır.
Kamuda yapılan tartışmalarda Brüksel'deki politika genel çıkarlara hizmet ediyormuş gibi gösterilse de, aslında kısmi çıkarların egemenliğindedir. Siyasetçi ağzıyla örneğin şöyle dillendirilmektedir: "Avrupa'daki bütün insanların daha çok büyüme ve daha çok rekabet istediklerine inanıyorum."(4) Oysa Avrupa'da rekabetin yıllardan beri gittikçe kızıştığı, büyümenin ise aksine giderek yavaşladığı, pek çok kişi gibi AB Komisyonu Komiseri Benita Ferrero-Waldner'in de gözünden açıkça kaçmış görünmektedir; liberalizm, özelleştirme ve deregülasyon (kuralsızlaştırma) besbelli ki artık başarının reçeteleri olmaktan çıkmıştır. Buna karşılık artmakta olan rekabet, giderek daha çok insan tarafından tehdit unsuru olarak algılanmaktadır.
AB'ye Girdikten On Yıl Sonra Avusturya'nın Durumu Nedir?
Sanayiciler Birliği ve çok sayıda kanaat önderi ısrarla ve inatla Doğu'ya doğru genişleme ve küreselleşmenin Avusturya'nın yararına olduğunu ileri sürüyorlar. İhracat ve büyük şirketlerin kazançları için bu analiz doğrudur, ama beyanlara dayanan bir bilanço daha kapsamlı olmalıdır.
Son on yıl içinde Avusturya'daki ekonomik büyüme birliğe girmezden önceki on yıldakinden daha düşük olmuştur. Ortalama gelir verilen sözlerin aksine artmamış, azalmıştır. Üstelik düşük gelir sahiplerinin yüzde 40'ı 1995'ten bu yana reel olarak yüzde 14 net kayba uğramıştır.(5) AB'ye ve Ortak Pazar'a girdikten sonra düşmesi umut edilen işsizlerin sayısı ise Avusturya tarihinin en yüksek seviyesindedir; aynı süre içinde çalışan sayısındaki rekor artışın tek açıklaması vardır: verilen ücretlerin yaşamı sürdürmeye yetmediği, her türlü güvenceden yoksun ve ödemelerin son derece kötü olduğu işyerlerinin (McJobs) çoğalması. Ayrıca küçük işletmelerin çoğu da ihracat olanaklarından yararlanamamaktadır, aksine giderek artan rekabet baskısı altındadırlar. Avrupa için "iyimserlik" artık yabancı bir sözcüktür.
Yine de bütün bu olumsuz gelişmelerin birinci dereceden suçlusu AB değildir. Suçlu olanlar, "kendi evinde" uygulanamaz olan neoliberal projeleri, Brüksel üzerinden "oynamayı" yeğleyen ulusal hükümetlerdir. Bunlar barışçıl ve sosyal bir Avrupa düşüncesini gerçekleştirmek yerine, AB'yi neoliberal ve demokratik olmayan bir projeye dönüştürmüşlerdir.
Kitabın bundan sonraki bölümlerinde, sizleri Fransa, Hollanda, Almanya ve Avusturya'dan yirmiyi aşkın yazarın siyasi platformlarda ve kurumlarda yaptıkları kapsamlı analizler beklemektedir. Bu analizlerde AB'nin öyküsü ve tıpkı onun gibi akim kalan anayasa sözleşmesi açıklığa kavuşturulacaktır. Özellikle üzerinde durulacak bir diğer konu da, ekonomi politikasının para, iş piyasası, vergi ve dış ticaret politikaları gibi başlıkları olacaktır.
Bu kitaptan da anlaşılacağı gibi, Attac, kendisini ekonominin demokratikleşmesinde toplumsal sorumluluğu olan bir hareket olarak tanımlamaktadır. Tek tek her bölümün bitiminde ve son bölümde çoklu seçenekler öneriyor ve sunuyoruz. Attac ilke olarak dayanışmacı ve ortak bir Avrupa projesi için, yani insanların sosyal güvenliğini, sosyal haklarını, bölgelerin çeşitliliğini ve ekolojik yaşam ilkelerini temel alan bir proje için yola çıkmıştır. Dünyanın başka bölgelerindeki insanlarla bizi birbirimize bağlayan, eşitsiz bir alışveriş ve kaynak sömürüsü değil, zengin kültürel ve hakça ekonomik ilişkiler olmalıdır.
Notlar
(1) Georg Hoffmann-Ostenhof, Profil, 35/2005. Yukarı
(2) Die Furche, 40/2005. Yukarı
(3) IPSOS-Umfrage, kamuoyu yoklaması, Die Presse, 31 Mayıs 2005. Yukarı
(4) Dışişleri Komiseri Benita Ferrero-Waldner, ORF, Ö1-Abendjournal, 28 Ağustos 2005. Yukarı
(5) Güncel Avusturya Ekonomik Araştırma Enstitüsü (WIFO) araştırması. Yukarı