Açılış Bölümü, Beni Ara: H., s. 9-11.
Mesaj John Ringer’ın telefonuna üniversitedeki masasında çalışırken geldi. Bir bip sesi duydu, K-fon'unu cebinden çıkardı ve gizemli mesajı okudu. Beni ara: H. O kadar. H'nin kim olduğuna veya onunla nasıl bağlantı kuracağına dair hiçbir bilgi yok. Sadece "cevapla" tuşuna bastığında çıkan "kullanıcı bulunamadı" ibaresi. Hemen aklına Helen geldi.
Kullanma kılavuzunda "arama takibi" özelliği hakkında bir şeyler okuduğunu hatırlıyordu, ama yeni nesle hitap eden cihazının zil sesini değiştirmek bile onu aştığından, bu özellikten faydalanma ihtimali çok düşüktü. İncecik telefonu elinde tutup, ergen parmaklar için tasarlanmış minicik tuşlara beceriksizce basarak bir sürü menüye baktı (modern teknolojinin dikte ettiği gibi rasgele, deneysel takılıyordu) ve birkaç reklamla bir alışveriş kanalını geçtikten sonra, kampüsteki etkinlik listesine bakar buldu kendini. Öğle arası konferansı (Modern Edebiyat): Fasit Sikloidler.
Ringer H hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu, edebiyat fakültesinin eğlence programı hakkında değil. Menülerden geri dönmeye çalışırken, kırklarında bir teorik fizik profesörü olarak bu "yeni nesle" ait olmayışına hayıflandı; o nesil ki, sadece bu zımbırtıları rahatça kullanmakla kalmıyor, bunu yaparken aynı anda sakız çiğneyip derslerde muhabbet etmeyi de beceriyordu. Arayanın Helen olamayacağına karar verdi. Eski sevgilisini yıllardır ne görmüş, ne de onunla konuşmuştu. Ama belki de mesajda kastedilen, "Beni ara, H hakkında" gibi bir şeydi. Önemli bir haber. Hatta belki de tekrar görüşme şansı.
Veya daha muhtemel bir olasılık: yolunu şaşırmış bir mesaj, yanlış numara. Başka bir insanın varoluşunun minicik, önemsiz bir parçası kazara onunkine çarpmış ve bundan bir anlam çıkarmaya zorlamıştı onu. Belli bir düzen, tekrar eden bir desen arayan bir türüz biz. Evrim bizi böyle yapmış.
Tesadüf ettiği konferansın başlığı gibiydi bu: Fasit Sikloidler. İlanı cep telefonunda yeniden buldu; bu da ona gönderilmiş gibi görünüyordu. Sikloid geometrik bir eğridir, edebiyat üzerine bir konuşmada duymayı bekleyeceğiniz bir şey değil. Belki de Ringer'ın telefonu (tıpkı beyni gibi), gelen verileri süzüp ilgisini çekebilecek bilgileri seçiyordu bir şekilde; sikloidin matematiksel güzelliğin klasik bir örneği olduğunu biliyordu: sanatla bilimin buluştuğu yer. Bundan Helen'a bahsetmiş bile olabilirdi.
Konferansa gitmeye karar verdi. Saat bire doğru yemek kabını yanına alıp fizik departmanından çıktı ve üniversitenin daha önce hiç gezmediği bir bölümüne yollandı. Kendi bilim diyarında son derece tanıdık olan Hubble fotoğrafları ve konferans afişleri yoktu buradaki duvarlarda, yine de ortam kendine has bir entelektüel gözdağı veriyor, dar koridorlar bir muayenehanenin kötü planlanmış labirentini andırıyordu. Seminerin yapılacağı odaya nihayet vardığında bir yer bulup oturdu –çevresi beşeri bilimler bölümünün öğretim üyeleri ve doktora öğrencileriyle doluydu, muhtemelen onlar da Ringer gibi öğle arasında yapacak daha iyi bir şey bulamamıştı– ve büyük umutlarla gösterinin başlamasını beklemeye koyuldu.
Konuşmacı –iri göğüslü ama hayal kırıklığı yaratacak ölçüde cazibesiz bir kadın, şu veya bu üniversitede okutman– hemen Moby Dick'i tartışmaya girişti. Kitabın doksan altıncı bölümü "tasfiye kazanları"yla ilgiliydi, balina gövdelerinden yağ çıkarmak için kullanılan kazanlarla. Kahraman –Ishmael– kendini bir kazanın içinde, parlak metal yüzeyi temizlerken buluyor ve kazanın özel bir kıvrıma sahip şekli kayda değer bir keşif yapmasına yol açıyordu. "Geometride," diyordu Ishmael, "bir sikloid boyunca kayan bütün cisimler, mesela benim sabuntaşım, hangi noktadan bırakılırsa bırakılsın tam olarak aynı zamanda aşağı iner."
Belli ki Melville sikloidi süpüren bir sarkacın şaşmaz bir zamanlaması olduğunu biliyordu. Ama ne yazık ki konuşmacı bu konuda pek fazla araştırma yapmamıştı. Dediğine göre bu pasajın asıl önemi, "sikloid"in şimdi manik-depresif ya da bipolar denen bir kişilik tipi için kullanılan eski moda bir sözcük olmasından geliyordu. Dolayısıyla Moby Dick'in doksan altıncı bölümü geometri hakkında değildi, akıl sağlığı hakkındaydı.
Bu noktada Ringer'ın dikkati dağıldı. Birdenbire konuşmacının disipliniyle kendisininki arasındaki farkı anladı. Kadın sözel bir tesadüf yakalamıştı ve meselenin iç yüzünü aydınlatan bir keşif muamelesi yapıyordu buna. Ringer'ın orada olmasının tek nedeni cep telefonundaki bir hataydı. Aynı rasgele sıçramalar bu kadının zihninin ve kariyerinin temelini teşkil ediyordu.
Helen'la olan ilişkisi de şans meselesiydi. Öğlen arasında tanışmışlardı; bir seminer odasında sandviç yerken değil de kalabalık bir üniversite kantininde. Aynı masaya oturmuşlardı, karşılıklı. İkisi de yemeğinin yanına bir kitap koymuş, birbirlerini görmezden gelerek kibar bir sessizlik içinde yemeye hazırlanmıştı. Helen'ınki Doktor Faustus'tu. Ringer'ınki Eğri Uzayda Kuantum Alanları'ydı.
Sonunda konuştuğunda, sebebi muhtemelen turtasından sıkılmış olmasıydı sadece. "Keşke şunu ben de anlayabilseydim," demişti birden, ağzı bir parça dolu, başıyla Ringer'ın kitabını işaret ederek. "Ama matematiğim hep çok kötüydü."
"Ben de romanlar konusunda pek iyi değildim," diye cevap vermişti Ringer.
Helen şaşırmış görünüyordu; pürüzsüz alnı şaşkın bir kırışıkla boğumlanmıştı. "Roman okumanın nesi zor ki?" diye sormuştu, cümlesinin ardından ağzını salatayla doldurarak; bu arada Ringer da balık ve patates kızartmasını yemeye ara vermiş, düşünüyordu.
"Beni sıkıyor," demişti. "Hiç yaşamamış insanlar hakkındaki bütün o uydurma hikâyeler yani. Gerçekler nerede? Fikirler nerede? Bir kitabın bana yeni bir düşünme biçimi göstermesini isterim ben; zaten bildiğim şeyleri yansıtmasını değil."
"O zaman bu romancıyı bir denesen iyi olur belki," demişti Helen, yanındaki kitaba çatalının tersiyle vurarak. "Thomas Mann. İçinde bir sürü fikir var, inan."