Necmiye Alpay, "Fotoğraf dilinden doğan çokboyutluluk", Radikal Kitap Eki, 29 Haziran 2007
Ebru, Radikal Kitap'ın bir önceki sayısında okumuşsunuzdur, Attila Durak'ın aynı zamanda kitap olan fotoğraf sergisinin adı. Cumartesi günü sergi mekânı Binbirdirek sarnıcında yapılan aynı konulu panelin konuşmacıları arasında, hiç de rastlantısal olmayarak, "Binbir Umut Adayları"ndan Baskın Oran da vardı.
"Ebru" sergisi, sözcüğe yeni bir anlam kazandırıyor. Ebru artık, bildiğimiz anlamların ve özgül bir serginin adı olmasının yanı sıra, toplumsal düzlemdeki "mozaik" eğretilemesinin yerini almak üzere önerilen bir toplum fikrinin adı.
Attila Durak'ın fotoğraf sergisi böylece her biri ayrı önemde birkaç boyut kazanmış durumda. Birincisi elbette o ışıklı, bize yüz hizamızdan bakan (saptama Takuhi Tovmasyan Zaman'a ait), sırt sırta vermiş büyük boy fotoğraflardan oluşan bütün. İkincisi, serginin aynı adla Metis Yayınları'ndan çıkan, 5 kiloluk kitabı. Üçüncüsü, kitaba eşlik eden, Kalan yapımı müzik CD'si. Kısacası "Ebru" fikri üç dilde anlatılıyor: Fotoğraf dili, sözel dil, müzik dili.
Araçsallaştırılmak bir sanat dalı için olabilecek en kötü yazgılardan biri. Peki ama, sanat yapıtında bir izleği sorunsallaştırmak da, o yapıtı büyük kılan başarılardan biri değil midir?
Bu iki zıt ilke, tıpkı birbirinin tam tersini söyleyen o atasözü çiftleri gibi, hakikatin hiçbir zaman basit olmadığının göstergelerinden.
Attila Durak'ın "Ebru"sunun dünyaya geliş öyküsü ve yankıları, araçsallaştırma kavramının tartışılmasını kaçınılmaz kılıyor. Attila Durak'ın anlattıklarına baktığımızda, başlangıçtaki fikir sanat dışıdır çünkü.
İşin püf noktası tam da burada. Araçsallaştırmadan kasıt, sanatçının kişi olarak yola çıktığı fikir ya da proje değil. Yapıtın yol açtığı ya da açabileceği sanat dışı tartışmalar da değil. Bunlar, deyim yerindeyse, yapıtı ilgilendirmez. Sanatsallık ya da araçsallaştırılmışlık, doğrudan doğruya yapıtın kendisiyle ilgili: Yapıtın kendisinden araçsallaştırılmışlık okunuyor mu, yoksa o bize başka hiçbir biçimde tam olarak söylenemeyecek bir sözü mü söylüyor? Soru bu. Bu soruya "Ebru" dolayısıyla verilecek yanıt bence bu ikincisidir: "Ebru", fotoğraf sanatının dilinde söylenmiş bir sözdür ve başka biçimlerde söylenen hiçbir söz onun bize sağladığı kavrayışla aynı nitelikte bir kavrayış sunamaz. Kitaptan ve müzikten söz ederken farklı "boyut"lar dememin nedeni budur. "Ebru" bizdeki fotoğraf kavramını değiştiriyor.
Serginin yarattığı etkide Binbirdirek Sarnıcı'nın katkısı var elbette: Tarihin rahminde gibisiniz orada, canlı, uğuldayan, engin bir rahim. Esaslı bir düzenlemeyle sarnıçlığı da korunmuş olan, hem dev, ferah, hem insana yakın, harekete ve yerleşmeye olanak tanıyan bir yapıt. Bizans yapısının bozulmadan geliştirilmiş hali. Orada, sergilenen fotoğraflardaki insanların konumunda gibisiniz: Tarih içinde özgül bir konumda.
Bu mekân etkisi insana aynı sergiyi farklı yerlerde görmenin başlı başına bir deneyim olacağını düşündürüyor.
Resim, heykel, fotoğraf vb sergilerinde yapıta bakışımız ile künyesine bakışımız arasındaki ilişki hep karmaşıktır. Yapıta bakarken arada bir künyedeki kısacık bilgilerden birine ihtiyaç duyarız; yapıtın adını, üretildiği tarihi ya da malzemeyi bilmek isteriz. Bazen önce künyeye bakarız, sonra yapıta. Bazen de tersi.
İşte bu bakış ilişkisi "Ebru" açısından özel bir önem taşıyor. Fotoğraflara art arda, künyelerini dikkate almadan baktığımızda, bu sergi öncesinde zihinlerimize yerleşmiş şaşmaz kavramlar uyanacaktır ilkin: Köyse köy, ev içleriyse ev içleri, metrodaki genç kadınsa metrodaki genç kadın vb. Fotoğraflara biraz daha dikkatle bakıldığında ise, bazılarında özgül kültürel simgeler ayırt edilecektir. Bu simgelerin ilk bakışta ayırt edilmemesinin bir nedeni şartlanmışlığımızsa, belki bundan daha önemli bir nedeni de bizi kendine çeken mıknatısın kültürel simgeler değil, fotoğraflanan kişilerin bize bakışı olmasıdır. Bence serginin en büyük başarısı burada yatıyor: Önce bizim zihinlerimizdeki gibi tektipleşmiş bir algılamayı yeniden üretiyor gibi olması, ardından zihnimizdeki şablonu sarsması, algılama kalıplarını kırması ve en son olarak da fotoğraf figürleri arasında yeni bir ortaklık kurması: Bakışlarındaki ortaklık. Attila Durak, bunu hedeflemiş olduğunu, fotoğrafladığı kişileri bize baktırmak için çaba harcadığını açıkladı panelde. Sözel dilleri ortalıkta görünmeyenleri kendi fotoğraf diliyle konuşturmayı başarmış o.