I. Vakayiname ve Anlatı’dan, s. 15-18.
1
Luoyang'dan Changang'a, Lou Zhou ve Dunhuang üzerinden Lop Nor'a, Takla Makan Çölü'nün çevresinden dolanarak Karaşar, Kotan ve Kaşgar'a, Pamir Yaylası üzerinden Taşkent, Semerkant, Hamadan ve Palmyra'ya, oradan da Antiochiea Limanı'na; yabancı diyarların İmparatoriçe Lei Zu'nun kadim hikâyeleriyle yüklü uzun kervanları; Sarı Nehir'in kestiği ovaya kurulmuş bahçelerinde bir yılanın saldırısına uğrayınca çareyi dut ağaçlarından birine, yapraklarının üstünde küçük çirkin tırtılların gezindiği ve bu tırtılların kendi ördükleri incecik lifler sayesinde sert kozalar haline geldiği, çok geçmeden bu kozaların da dönüşüme uğrayıp narin kelebekler doğurduğu dut ağaçlarından birine tırmanmakta bulan Lei Zu; Doğu'nun yüce İmparatorunun kadim hikâyesiyle yüklü kervanlar; bütün zamane elçilerinin ürküntüyle karışık bir hürmet duygusuyla anlata anlata bitiremedikleri, paha biçilmez ipek kaftanlar kuşanan, dut ağacının ve ipekböceğinin sırrını ülke sınırlarının dışına çıkarmayı yasaklayıp bunu ölümle cezalandıran, yasağa aldırış etmeyenlerin kellelerini uzun sırıkların ucuna takıp ibret olsun diye payitahtta sergileyen İmparator.
2
Gece de tıpkı su gibi zifiriydi, tıpkı üstünde yassı kanonun kayarcasına gittiği su gibi. Uzun süre beklemişlerdi; aysız sessizliğin inmesini beklemiş, sonra kanoyu bataklığa itmiş ve uzun sırıkların yordamıyla bataklıktan geçen suyollarını aramış, elleriyle yoklayarak suyun hafif akıntısını hissetmiş, kayık ne zaman balçığa saplanıp veya sazlıklara takılıp hareket edemez hale gelse sırıkların yardımıyla ilerlemişlerdi; soğuk gecede, hiçbir işaret vermeyen karanlıkta sessiz sedasız yapılan, ter döktüren bir iş.
Bataklığın pusunda şafak sökmeye yüz tuttu mu kayığı yaş otların içine itip saklıyor, put gibi oturup yollarını açacak bir sonraki geceyi bekliyor, kendi elleriyle yaptıkları bu dar ve uzun kayıkta öylece oturuyorlardı bütün nemi emen ağır, kalın abaların altında, tıpkı toprak tepecikler gibi suskun; yurt edindikleri bu kalasların üstünde öylece oturuyor ve onların yollarını açacak, onları koruyacak gecelerin gelmesini bekliyorlardı.
3
Sicilya güneşinin göz alıcı ışığında, İdrisi'nin yazıp döktüklerine ve İbni Cubair'in huşu içinde kalışına bakılırsa dünyanın en güzel şehri olan Palermo'da; yüksek sarayları, kiliseleri, sinagogları, camileri, hanları, hamamları, dükkânlarıyla, Sarazenlerin, Yahudilerin, Yunanlıların, Bizanslıların, Romalıların her dilde birbirleriyle konuştukları cıvıl cıvıl sokakları ve yeşil bahçeleriyle payitahtta, Avrupa'nın en zengin ve uygar devletinin payitahtında Tebaili ve Atinalı, Korinthoslu ve Bizanslı ipek dokumacıları, Bizans ipek dokumacılığını Arapların dokuma desenleriyle birleştiren ustalar, Normandiya krallarının atölyelerinde oturmuş el birliğiyle nar kırmızısı, içi altın sırmayla doldurulmuş atlas ipekten uzun kraliyet pelerinini ve onun üstündeki deseni, Sarazenlerin devesiyle sarmaş dolaş olmuş Normandiya aslanını yaratıyor ve ağırbaşlı eski Arapçanın kûfi harfleriyle "Bahtiyar kent Palermo'da Hicri 528, Miladi 1133'de" bu kraliyet pelerinini dokuduklarını kayda geçiyorlardı; İmparator II. Frederik'in, namı diğer Stupor Mundi'nin, yani dünyayı şaşkına çeviren kralın kraliyet peleriniydi bu, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun kraliyet pelerini.
4
Sarmaş dolaş dallarıyla meşenin, tepenin üzerine sessizce kol kanat germiş bu yıllanmış güçlü ağacın bulunduğu tepede dikilirdi Sakallı adıyla anılan ihtiyar; buraya yılda sadece bir kez çıkıyor ve vakit gece yarısını bulduğunda olanca gücüyle kollarını iki yana açıyordu. Kapalı gözleriyle uzun süre öylece dikilmeye devam ediyor, sonra ansızın avazı çıktığı kadar bağırmaya başlıyor, kendisinden başka kimsenin anlamadığı kutsal ve koruyucu sözler haykırıyor, böylece Rod ile Rodjanitza'yı lanetliyor, onları kovalayıp bu topraklardan sürüyordu.
Dolunayın ışığında sessiz figürler büyük bir çember yapıp saygı duruşuna geçiyorlardı, çevre köylerden gelen köylüler; ayaklarının dibinde buğday, ballı ekmek ve şıra dolu ahşap fıçılar, canlı tavuk ve kazlarla dolu söğüt dalından sepetler; insanlara tahılın kuruması nimetini bahşeden o iyi yürekli tanrılar Swarog ve oğlu Dazbog'a getirdikleri adaklar. Sakallının bir işareti üzerine sırayla adaklarını çemberin ortasına götürüyor, sonra yeniden sessiz çemberdeki yerlerine dönüp beklemeye koyulurlardı. Sisin eşliğinde şafak sökerken cılız aydınlığın önünde yerlere kadar eğiliyorlardı; sonra Sakallı, Şimşek Tanrısı Perun'un meşeye oyulmuş kaba saba suratını kapıp onu aşağıdaki nehre götürüyor ve sudaki Bereginlere atıyordu, nehir perilerine. Sakallının peşine takılan köylüler de yanlarında getirdikleri uzun sırıkları kayıklarından alıp suda yüzen ahşap oymayı bu sırıklarla nehrin ortasına itekleyerek bağırıyorlardı: "Defol, Perun defol." Böyle bağırıp duruyorlardı, ta ki suda yüzen tahta parçası gözden kaybolana dek.
Rivayete göre her ilkbaharda böyle yapılıyor ve her kuşak bunu bir sonraki kuşağa anlatıyordu.
5
Rivayete göre Fontana Usta sabahın alacasında, doğmakta olan güneşin ince huzmeleriyle Lucca şehrinin daracık sokaklarını taramasına ramak kala, San Martino Katedrali'ne yürüyordu her gün. Beyaz mermer satıhta ipek pelerinini üşüyen bir dilenciyle paylaşan Aziz Martin figürünün önünde eğilerek kısa bir selam veriyor, revak labirentinin önünden geçiyor ve sonra karanlık katedralde uzun bir süre, yanan mumların aydınlattığı Volto Santo'nun karşısında dikiliyordu dalgın dalgın, Lucca şehrinin şu kutsal simgesinin, çok eski zamanlarda kıyıya vurmuş olduğu söylenen ve Lübnan sedirinden yapılma çarmıhın. Kimilerine göre de bu kutsal simge, İmparator II. Frederik'in ölümünden ve 1282 yılı paskalyasının ikinci gününde patlak veren Sicilya Halk Ayaklanması'ndan, Fransızların tiranlığına karşı patlak veren o isyandan sonra özgür Cumhuriyet Lucca'ya yerleşmek üzere Palermo'yu terk eden dokumacılarla birlikte gelmişti şehre.
Lucca'da, bir Etrüsk şehrinin kalıntıları üstüne kurulmuş bu görmüş geçirmiş şehirde doğan Fontana Usta ipek dokumacısıydı ve Fontanaların desen defterindeki ilk kayıtlar, o zamanlar ipek dokumacılarının dili olan Yunanca yazılmış bu ilk kayıtlar onun elinden çıkmaydı: "Üçüncü dolunayda dut ağaçları budanmalı ve kadınlar ipekböceği yetiştirmeye başlamalı. Her üçüncü ve beşinci iplikten sonra değiştir, sayıyı değiştir, bir daha değiştir ve deseni dışarıda, açık havada biçimlendir, buna brokar denir."
6
Evini bir tepenin üzerine kondurmuştu adam, yaz boyunca tepenin torflu toprağını kazmıştı. Yakındaki kayın ormanından birkaç küçük ağaç kesip gövdeleri toprağa gömmüş ve güçlü, dayanıklı bir zemin elde etmişti. Set inşaatından artmış meşe gövdelerini, kiraladığı bir öküzle kendi arazisine sürükleyip ağır kalasları bir baltayla dört köşe keserek birer dikdörtgen yapmış ve üst üste yığdığı gövdeleri döndüre döndüre iyice sıkıştırmıştı. Boşlukları torfla doldurmuş, köylülerden birinin getirdiği kille yeri sıvayıp iyice üzerine bastırmış, damı samanla örtmüş ve artakalan birkaç tahta parçasından bir kapı çatmıştı. Sonra karısı ve çocuklarıyla buraya taşınıp kış boyunca evin ayakta kalıp kalamayacağını merakla izlemişti. Ev buzu, karı ve ilkyaz fırtınalarını atlattığında keyiflenmişti.
...