| ISBN13 978-975-342-613-8 | 13x19,5 cm, 84 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | HANZALA, s. 10-11. Sina'da, kumsalda, yaşlı bir Bedevi garsonla dost olduk. O bütün gün gölgede oturup isteklerimizi yerine getirmek için beklerken biz kumsalda yatıyor, solgun gökyüzünü seyrediyor ve yalnızca berrak mavi sularda serinlemek için ayağa kalkıyorduk. Onu bizimle birlikte oturmaya ve bize hazırladığı Türk kahvesinden içmeye davet ettiğimizde dağlardaki afyon tarlalarından otantik öyküler anlatacağını umuyorduk, bizim İsrailliler olarak kaçmak için güneye kadar geldiğimiz tarihten öyküler beklemiyorduk. Bedevi garson Bedevi değilmiş meğer. Başlangıçta öğretmenmiş, yirmi iki yaşındayken bir gecede işini ve Celile'deki köyü Sasa'yı bırakmış, kuzeye yönelmiş, sonra kuzeydoğu ve kuzeybatı arasında zikzaklar çizerek birkaç ay boyunca Lübnan'daki Ayn El Helve mülteci kampına ulaşana kadar yol almış. Turistlerden öğrenilmiş bir İngilizce ile, kendi köyünün tarlalarında, artık bizim ülkemiz olan yerde çalışmak için nasıl sınırdan kaçak giriş yaptığını, buraların aynı adı, Sasa adını taşıyan bir kibbutzun tarlalarına dönüşmüş olduğunu, sonra nasıl Mısır sınırından kaçtığını anlattı. Bir zamanlar bizim dediğimiz –yitirdiğimiz saflığın özlemiyle hatırladık bunu– imarla kirlenmemiş o kumsalda birkaç gün daha kaldık. Sina'ya özgü bu huzur dolu kumsalda garsonun sükûneti onu bizim için daha da çekici kılıyordu. Bize ilk adlarımızla hitap etmesini istedik, ona bolca bahşiş, hatta bir çift güzel sandalet vermek istedik, ama bize kendi öyküsünü öyle açık sözlülükle anlatmıştı ki onu avutmaya çalışmanın anlamsız olduğunu fark etmiştik. Filistin'de çok tanınan Hanzala adlı çizgi karaktere esin veren çocuğun Ayn El Helve kampında kaldığı dönemde o da oradaymış. Küçük çocuğun katliamdan kurtulmasına nasıl yardım ettiğini, ona eğreti bir yatak yaptığını, sonra da ninni söyleyerek uyuttuğunu anlattı bize. Bulduğunda çocuğun ayakları çıplakmış, bir tutam diken diken saç dışında kafası kelmiş. Elleri arkada kavuşmuş halde yüzükoyun yatıyormuş, ayak bileğinden kan sızıyormuş. Garsonumuz Hanzala'yı aylar boyunca her sabah kendi ıslak çadırından kliniğin kuru çadırına taşımış, yakınlardaki köylerden birinde bir dikişçi kadına çocuğun gömleğinin dirseğini yamatmış. Çocuğu ölü gören ilk o olmuş. Cansız yüzünün üzerine bir battaniye örttüğü Hanzala'nın ileride kim olacağını o zamanlar bilemezmiş. |