ISBN13 978-975-342-599-5
13x19,5 cm, 416 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Ertuğrul Mavioğlu, “Nikaragua devriminin diğer yüzü”, Radikal Kitap Eki, 15 Haziran 2007

"Somoza bir orospu çocuğudur ama bizim orospu çocuğumuzdur." Nikaragua'da bağımsızlık mücadelesinin önderi Augusto Sandino'ya bir barış yemeği sonrası kurulan kalleş pusuda oynadığı rol sayesinde, ailesiyle elli yıl halkın ensesinde boza pişirme hakkını elde eden bir diktatör için edildi bu küfür. İyi İngilizcesi sayesinde ABD'lilerle rahat anlaşabilmesi dışında üzerinde hiçbir ışığı olmayan, sular idaresinden çıkma bu memur Anastasio Somoza Garcia'dan başkası değildi. Onu "bizim orospu çocuğumuz" diye niteleyen ise dönemin ABD Başkanı Franklin Roosevelt...

Somoza Garcia 1934 yılında Sandino'ya suikast düzenlendikten tam üç yıl sonra bu kez karısının amcasına karşı bir darbe tezgâhlamış ve kendini devlet başkanı ilan edivermişti. Onun diktatörlüğü 1956 yılına kadar sürdü; ta ki, bir şair eline silahı alıp, namludan çıkan kurşun karşısında bütün insanların eşit olduğu gerçeğini hatırlatıncaya kadar... Şair, onun kaderini, yaklaşık yirmi yıldır sayısı hızla kabaran kurbanların kaderiyle eşitlemişti eşitlemesine ama gel gör ki bunun Nikaragua'ya pek de faydası dokunduğu söylenemez. Zira Somoza Garcia'nın koltuğuna önce büyük ama ebleh oğlu Luis, ardından da en küçük oğlu Anastosio yerleşti. Anastosio'nun bedeninin (devrim sonrasında gerillaları postallarıyla birlikte içinde ağırlayacak olan) başkanlık sarayındaki altın küvet için yaratılmış olduğu daha baştan belliydi. O, bırakın mütevefa diktatör babası gibi iyi İngilizce konuşmayı, İngilizcesi İspanyolcasından bile ileriydi. West Point (ABD Askeri Akademisi) mezunu, eğitimli işbirlikçi, "su katılmamış bir criollo"ydu o (Criollo, Latin Amerika'da doğmuş Avrupa kökenlilere verilen ad). Öylesine rafine bir işbirlikçiydi ki, bu sayede ABD'nin desteğiyle 1979'daki devrime kadar hanedanlığını korumayı başaracaktı.

O yıl (1979) İstanbul'un her semtinde kireçle temizlenmiş bembeyaz duvarlara kırmızı boyayla kocaman harflerle yazılan şu sloganı anımsayan var mıdır acaba: "Dün Şah... Bugün Somoza... Yarın...?" İran'ın kan emici şahı Rıza Pehlevi'nin ardından Nikaragua'nın işbirlikçi faşist diktatörü Somoza da bir gece ansızın ülkesinden kaçınca dünyanın bütün mazlumları esen bu sıcak rüzgârlardan şimdi hangi ülke diktatörünün nasibini alacağını ciddi ciddi merak eder olmuştu ki, sloganın esin kaynağı tastamam buydu.

Devrim yılları

Devrimin ilk yılları, benzeri bütün devrimler gibi geçebilirdi. Yani karşı devrimcilerin silahsızlandırılıp örgütlülüklerinin dağıtılması, halkın ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması, devrimin farkını ortaya koyacak bir ileri toplumun inşasında kaçınılmaz olan sosyal ve kültürel atılımlarla... Ama Nikaragua'da böyle olmadı. Büyük fedakârlıklar ve çok sayıda vatanseverin ölümü pahasına gerçekleşen devrim, on yıl gibi kısa bir süre içinde hızla yenildi. Peki neden?

Nikaragua'yı konu edinen ve ama çok da yeterli olmayan bilgilere dayanarak kaleme alınan Nikaragua Bir Kıvılcım'la, devrimin önder isimlerinden Thomas Borge'un bir devrim güzellemesi kitabı olan Sandino'nun Kızları ya da Omar Cabezas'ın Dağdan Kopan Ateş gibi romanlarıyla yetinerek devrimin gün gelip altın bir tepsi içinde burjuvaziye teslim edilişinin serüvenini anlamak olası değil. Hele hele, devrimin ardından üç örgütün (GPP, Terceristas, Proleter) bileşimi sonucu kurulmuş Sandinist iktidarın, her kararı oy birliğiyle alan dokuz kişilik cuntasının başkanı Daniel Ortega'nın, bu yıl yeniden devlet başkanı seçilmesinin, 'ikinci bir devrim' gibi heyecan uyandırmamasının ardındaki sırlara tamamen uzak kalırdık.

Farklı bir açı

Nikaragua'da solun iktidar serüvenine doğru tanımlar getirebilmek ve özellikle de bugünü açıklayabilmek için, devrimin içinden gelen ama aynı zamanda sözünü de sakınmayacak birisinin yardımı gerekliydi ki, o tanık biriktirdiklerini önümüzdeki masaya boşaltmak için fazla bekletmedi. Latin Amerika'nın tanınmış şair ve yazarı, Nikaragualı eski kadın gerilla Gioconda Belli'nin 'aşk ve savaş anıları'ndan oluşan Tenimdeki Ülke: Nikaragua'yı, Metis Yayınları Türkçeye kazandırdı. Portakal Ağacında Oturan Kadın ile tanıdığımız Gioconda Belli, devrimin önder isimlerine yakınlığı, gördüğü iyi eğitim, üst sınıflardan devrim mücadelesine transfer oluşunun avantajları ve sağlam kalemiyle; Nikaragua devrim sürecine ilişkin gereksindiğimiz açıyı yakalamamızda bizlere yardımcı olmaya aday görünüyor.

Depremin büyük etkisi

Anılarından öğreniyoruz ki Belli'nin devrimden çok yıllar önce kendi iç devrimini gerçekleştirmiş olmasında, Managua'yı yıkan depremin büyük etkisi var. Deprem Managua'yı yıkarken o sağ kurtulmuş kurtulmasına da, tıpkı Marmara depreminin ardından hepimizin hissettiği gibi 'canımızın o kadar da tatlı olmadığı' duygusunun, benliğinde ikinci bir sarsıntıya neden olduğuna kuşku yok. Bu nedenle, yarılan hayatının geri kalanı, kendi varlığını pek de öne çıkarmayan özveri yıllarıdır... Daha iyi bir maaşla, daha iyi koşullarda herkesin kıskanacağı bir iş bulup, sistemin onu sarıp sarmalayacağı kollarına atılmak yerine, bir bodrum katında daha küçük, ama dikkat çekmeyen ve sayede yeraltındaki devrimci örgüte daha yarayışlı olan bir işte işçilik... İçinde silahtan, paraya, dökümana kadar yüzlerce paketi Managua'nın o mahallesinden öbür mahallesine taşırken, aynı zamanda hem ölüm hem de hapse düşme tehlikesini de sırtında taşıdığı kuryelik... Sonra aldığı hapis cezasıyla birlikte başlayan ancak devrimle sonlanabilecek olan sürgünlük yılları... Diğer yanda onu sıkıp bunaltan, varla yok arası berbat bir evlilik... O topraklarda daha kolay sindirilse de buralarda cinayet sebebi görülen pek çok 'aldatma' ve şehvet hikâyesi, cephe gerisinde viyaklamaları silah seslerini bile bastırarak dünyaya gelen çocuklar ve zaferle birlikte ortaya çıkan yepyeni bir ufuk...

Belli'nin kaleminden Nikaragua devriminin pek bilinmeyen tarihini okurken, yenilginin ipuçlarının devrim öncesinde ortaya çıktığını da anlayabiliyoruz. Bir an geliyor ki, devrimi başlatan en deneyimli, en birikimli, en seçkin kadrolar, sanki saatleri çalmış, sıraları gelmiş gibi ölüyor. İşte Belli'nin o günleri anlatan cümleleri: "Marcos'un (Eduardo Contreras) öldürüldüğü gün Ulusal Muhafızlar FSLN'nin (Sandinista Ulusal Cephesi) kurucusu Carlos Fonseca'nın Nikaragua'nın kuzeyindeki dağlık bölgede bir pusuya düşürülerek öldürüldüğünü açıkladı. Proletarya örgütlenmesini savunan grubun liderlerinden Roberto Huembes de Managua'da öldürülmüştü. (...) Bu kıyım son bulmayacak gibiydi."

Belli'nin, "Yüzlerce hayat daha yarı yolda son buldu. (...) Ölen arkadaşlarım için yalnız devrimin zafere ulaştığı gün ağladım. Kimsesiz kemiklerini, boş göz yuvalarını, onları artık hiç uyandıramayacağımız ağır, merhametsiz uykuyu düşünerek gözyaşı döktüm" derken, kayıplar yüzünden artık kolektif bir liderlikten yoksun kalan devrimin geleceği için de göz yaşı döktüğü anlaşılabilir.

ABD sahnede

Devrim büyük bir coşku patlamasına neden olsa da yoksulların mutluluğu ile mutsuz olanlar da vardı. En başta da, arka bahçedeki her tür hareketlenmeden huzursuzluk yaşayan kuzeydeki büyük dev... Bu nedenle Nikaragua, devrimin ilk gününden itibaren ABD destekli saldırı ve provokasyonlarla, ambargolarla, konrgerilla operasyonlarıyla boğuşmak zorunda kaldı. Her yıl daha da artan gerilim ve yoksulluk devrimi hızla uçurumun kenarına taşıdı. Ve son nokta, CIA'nın maddi manevi her türlü desteğini arkasına almış, Violeta Chamorro'nun sandık zaferiyle konuldu. 1990'daki seçimde, FSLN'nin başkan adayı Daniel Ortega ancak yüzde 42 oranda bir destek bulabilmişti. Başkanlığı devrettikten sonra ticari faaliyetlerini artırarak palazlanan Ortega'nın, on yedi yıl sonra yine devlet başkanı olarak geri dönüşü ise 'muhteşem' olmadı.

İçinde hayli güçlü dersler barındıran Tenimdeki Ülke: Nikaragua, kısa bir zaman dilimine sığan tüm bu zafer ve yenilgileri uzaktan izleyenlere daha anlaşılır hale getirmekte başarılı. Üstelik yazara göre ortada şaşırtıcı bir şey de yok: (Çünkü) "Bizler, hayatımızı dokuyacak bir yumak iplikle geliriz bu dünyaya. İnsan başlangıçta bu dokumanın nasıl bir şekil alacağını bilmez ama geriye dönüp baktığı bir anda 'Elbette!' der, Başka türlü olamazdı. Bu parlak iplik, bu örgü başka türlü bir sonuç veremezdi."

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X