| ISBN13 978-975-342-599-5 | 13x19,5 cm, 416 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Önsöz, s.11-13. Hayatımda iki şeyin kaderimi belirlediğini düşünüyorum: ülkem ve cinsiyetim. Annemin doğum sancıları Managua stadyumunda, bir beyzbol maçı sırasında tuttuğundan mı nedir, halk yığınlarının sıcak bağrına çekilmek alınyazım oldu. Kalabalıklara yönelik tutumum, yalnızlıktan korkacağımın ve –biyolojik fonksiyonları ve evcimen hayat tehdidi bir yana– erkekler dünyasının cazibesine kapılacağımın erken bir belirtisiydi. Annemin hastaneye koştuğu stadyumun dışında, Nikaragua'da 1937'de bir aile diktatörlüğü kuran Anastasio Somoza García'nın at sırtında bir heykeli vardı o zamanlar. Annemin rahmindeki sıvının kimyasında ne gibi alametlerin birbirine karıştığını kim bilebilir? Kalabalıklardan ve beyzboldan hoşlansam da, sopa savuran bir sporcu olmadım. Ama sonunda, at sırtındaki bu tiranın soyundan gelenlere karşı olanaklarımı sonuna kadar zorlayarak, Latin Amerika'nın en köklü istibdadından kurtulmak amacıyla ülkemin başlattığı kurtuluş mücadelesine katılmak için silaha sarıldım. Küçükken isyankâr değildim. Annemle babam, uysal, tatlı, terbiyeli küçük kızlarının, onlara sonu gelmeyen uykusuz geceler geçirtecek olan gözü kara kadına dönüşeceğini asla tahmin edemezlerdi. Okumaya düşkün bir genç kızdım. Jules Verne ve büyükbabam Francisco –kitapları bana sağlayan oydu– hayallerime yol vermekten ve rüyalarımın gerçekleşeceğine beni inandırmaktan sorumluydular. Devrimci hayaller genç zihnimde bereketli bir zemin buldu, daha geleneksel başka hayallere de yer vardı; gerçi benim parlak zırhlı şövalyelerim gerillalardı ve kahramanlık maceralarım bebek bezi değiştirmekle biberon kaynatmak arasında cereyan ediyordu. Bambaşka iki kadındım ve iki hayat yaşadım. Bu kadınlardan biri her şeyi genel geçer kadınlık ölçütlerine göre yapmak istiyordu: evlenecek, çocuk doğuracak, yardımsever, uysal, besleyen ve yetiştiren olacaktı. Öteki kadın erkeklerin tadını çıkardığı ayrıcalıklara özlem duyuyordu: bağımsızlık, kendi ayaklarının üzerinde durmak, insanların arasına karışmak, hareket serbestisi, sevgililer. Hayatımın önemli bir bölümünü, karşıt güçler tarafından parçalanmama gayretiyle, bu iki kimliği uzlaştırmaya çalışarak geçirdim. Sanırım sonunda, iki kadının aynı deri içinde yaşamasına imkân veren bir yol buldum. Kadınlığımı inkâr etmeden, erkek gibi yaşamayı başardığımı sanıyorum. Ne var ki, her iki hayatımı uzlaştırmak çok daha karmaşık bir meseleydi. Coğrafi açıdan ayrılık acısını içeriyordu. Geçmişimi ve ülkemi sırtlayıp onları öyle herhangi bir yere değil, Kuzey'e taşıdım; hileyle ördüğü ağla coşkulu hülyalarımın çoğunu ele geçiren ve zapteden Kuzey'e. Yoldaşlarımla zaferimizi heyecanla kutladıktan bir yıl sonra, ülkemiz yeniden savaşa ve kana bulandı. Gökten kudret helvası değil, kurşun yağıyordu. Hep birlikte şarkılar söyleyecek yerde, fena halde bölünmüştü Nikaragualılar; bolluk değil, yokluk vardı. Yoldaşlarım duvarlara, "Yankee go home" yazarken, ben bir Yankee gazeteciye sevdalandım. Devrimimden geriye aksisedalar ve gölgelerden başka bir şey kalmazken, direnemediğim tek şey olan aşk beni bir taahhütte bulunmaya ve sevdiğim adamın memleketine göçmeye mecbur etti. Bir masal prensesi gibi efsunlanmış, hayatımın bir kısmını altın kafeste tutsak bir kuş gibi tropikal ülkem için özlemle şakıyarak geçiriyorum. California güneşinin olgunlaştırdığı hurma yüklü ağaçlarla çevrili kafesimde, göğe saldığım uçurtmamı okul bahçesindeki kabadayı gibi elimden kapan ülkeyle uzlaşmaya çabalıyor, onu sevdiğim adamın gözleriyle görmeye çalışıyorum. Dev bir Amerikan şehrinin kalabalığı içinde kaybolmuş herhangi biriyim: kızını yuvaya götüren, ona oyunlar icat eden bir anne. Bana bakıp da hiç kimse, devrimci olduğum için bir zamanlar askeri mahkemede yargılandığımı, suçlu bulunduğumu ve hapse mahkûm edildiğimi tahmin edemez. Ama o hayatı yaşadım ben. Önemli eylemlerin içinde yer aldım, gerçekleştirildiklerine tanık oldum. Bir ulusun kanı, canı ve iradesiyle meydana gelen bir devrimin gebelik sürecinde ve doğumunda bulundum. Halk kitlelerinin kırk beş yıllık diktatörlüğün yıkılmasını coşkuyla kutlayışını izledim. Kişisel çıkarların üstünde bir amaç uğruna, hayatta kalma güdüsüne ve korkuya meydan okuma cüretinden kaynaklanan, heyecan verici enerjinin akışını duyumsadım. Çok ağladım, bir o kadar da güldüm. "Ben"den feragat ederek "biz"i kucaklamanın sevincini keşfettim. Hiçbir değere bağlı kalmamamızın vaaz edildiği, kolayca yılgınlığa kapıldığımız, inancımızı yitirdiğimiz ve hayallerimizi inkâr ettiğimiz bugünlerde, hayatı –hatta ölümü– değerli kılan türden bir mutluluğu savunmak adına bu anıları yazıyorum. |