| ISBN13 978-975-342-077-8 | 13x19,5 cm, 384 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Önsöz, s. 7-8 Bu, delilik olarak tanımlanan o karabasana, o toplumsal duruma, o dışlanıp bir yere kapatılma deneyimine yapılan bir yolculuğun öyküsüdür. Kendi başımdan geçenleri anlatacağım size. Çünkü anlatmak, olanları yeni baştan yaşayarak bir çeşit cin kovma, benliği –zihni– onarma ve doğrulama işlevini görüyor benim için. Çoğumuzun çıktığı bir yolculuk bu. Kimilerimiz bu yolculuktan sağ salim dönüyor, kimilerimiz ise bir şeyler yitirerek, suç ortaklığı yapmamız, "hasta" olma mesleğine katılmamız için yapılan çağrılar ve teslim olmamız için yapılan baskılarla bize verilen zarar yüzünden gücünü yitirmiş olarak dönüyor. Bunları anlatmamın bir amacı da, aynı gemiye daha önce binmiş ya da binmek üzere olan bütün insanlara, bu garip inanç sisteminin ele geçirip altüst ettiği kişilere yardımcı olmak. "Akıl hastalığı" denen o yaygın batıl inancı, hapsedilip zorla ilaç kullanma biçimindeki o fiziksel olguyu, sonunda bir yere konup sonsuza değin kapalı tutulma ya da serbest kalınsa bile yaşamının geri kalan yıllarını damgalanmış olarak yaşama tehdidini içeren bir sistem bu. Ne de olsa, yaşamımız boyunca hepimizin karşısında bir gözdağı olarak duran bir yazgı bu "aklını yitirme" kavramı. Bir zamanlar saçma, olanaksız, benim değil bir başkasının başına gelebilecek bir şey olarak niteleyeceğim bir olasılıktı bu. Daha gençliğimde bu karanlık dünyanın ölüler diyarını ya da en azından ilk bölümünü şöyle bir görmüştüm. On sekiz yaşındayken, bir yaz, güney Minnesota'daki St. Peter Akıl Hastanesi'nde çalışmıştım. Böyle yerlerin ne berbat olduğunu genç yaşta öğrendiğim için, yetişkin bir kişi, bağımsız, kabullenilmiş bir kişi, kitapları yayımlanmış bir yazar olarak böyle yerlerden birine gönderileceğim aklımın köşesinden bile geçmezdi. 1973'te, bu iş başıma geldiğinde, aklım karışmış, bunu bir rastlantı, utanç verici bir olay, aile bireylerinin bir hatası ve yanılgısı, bir safdillik ürünü olarak görmüştüm. Serbest bırakıldıktan sonra, derin bir üzüntüye kapılmış, bu hapsedilme yüzünden kendime güvenim sarsılmıştı; yurttaşlık hakları konusuyla ilgilenen avukatların yalvarmaları ve bir mahkeme –görülmemiş bir şeydi– sonucunda özgürlüğümü kazanmış olduğum halde, çevremdeki insanlar benim "kaçık" olduğuma inanıyorlardı, öyleyse pekâlâ kaçık olabilirdim. Dahası, ortada o uğursuz manik depresyon tanısı, profesyonellerin bilimsel akıl hastalığı yargısı vardı. Korku ve yalnızlık içinde çökmeye başlamıştım. Kendimi öldürmemek için umarsızca çabalarken –mantık bakımından bir sonraki aşama, koşulların beni zorladığı bir infazdı bu– çılgıncasına yaşamımı, hiç değilse bedenimi kurtarmak için, tek seçeneğimmiş gibi görünen öbür seçeneğe başvurdum ve aklımı, ruhumu, benliğimi teslim ettim: "yardım" istedim, bir lityum hastası oldum ve o günden sonra da ölçülü bir yaşam sürdürdüm. Benimki gibi sağlam olmayan bir aklın bir ilaçla yatıştırılıp bastırılması gerekiyordu; kendi başına bırakıldığında bozuktu, tutarsızdı aklım. Yedi yıl boyunca, el titremesi, ishal, böbrek yetmezliği olasılığı ve lityumun bütün öbür yan etkileriyle birlikte yaşadım. Sonra, 1980 yazında, lityumu bırakmaya, böylece hiçbir zaman tam olarak inanmadığım ve kızmakta da haklı olduğum bir otoritenin denetiminden çıkmaya karar verdim. Kendi başıma böyle bir şeye kalkışma kararı, kendi mantığım açısından bir kumardı. Çünkü lityumu konulan tanının ve hapsedilmenin yol açtığı depresyona karşı bir çare olarak kabullenirken, hem tanının hem de hapsedilmenin doğruluğunu kabul ettiğim gibi, yetersizliğimin ve yozlaştırıcı akıl hastalığımın açıkça ilan edilmesini de kabul etmiş oluyordum; insanı bir yere kapatma biçimindeki öbür tedavi yollarıyla kişinin özgürlüğünü ve onurunu yitirmesine yol açan bir hastalığın varlığını itiraf etmiş oluyordum. Kaybım geçici olduğu için ben şanslıydım. Ama kaybı kalıcı olan binlerce insan görmüştüm. Ben bu damgayı reddetme, bu yakıştırmaya karşı çıkma cesaretini gösterdim. Bu düşüncemi kendime saklasaydım, verdiğim karar hiçbir soruna yol açmayacaktı belki de. Ama kendimi güvenlikte sanıyordum. İşte olanlar. |