Açılış Bölümü, s. 5-9
Bu kitap şimdiki zamanda olanlar hakkında bir kitap değil, olabilecekler hakkında bir kitap. Karakterler, henüz doğmamış veya belki de, kitabın yazıldığı şu anda, bebek olan kişilerden esinlendi.
Kitap daha çok müdürler ve mühendisler hakkında. Tarihte şu noktada, yani M.S. 1952'de, hayatımız ve özgürlüğümüz büyük ölçüde müdür ve mühendislerimizin beceri, hayal gücü ve cesaretine bağlı ve umarım hepimizin hayatta ve özgür kalmasına yardım etmeleri için Tanrı da onlara yardım eder.
Ama bu kitap tarihteki başka bir an hakkında, artık hiç savaş olmayan bir zaman ve...
Ilium, New York, üç kısma bölünmüştür. Kuzeybatıda müdürler, mühendisler, devlet memurları ve birkaç profesyonel kişi yaşar; kuzeydoğuda makineler bulunur; güneyde, Iroquois Nehri'nin karşı yakasındaysa, yerel olarak Yurt adıyla tanınan bölge vardır; halkın çoğunluğu burada yaşar.
Iroquois üzerindeki köprü dinamitle havaya uçurulsa, bundan zarar görecek gündelik iş çok azdır. İki yakada da karşıya geçmek için, merak haricinde bir nedeni olan pek insan yoktur.
Savaş boyunca, Amerika'daki yüzlerce Ilium'da, müdürler ve mühendisler, savaşmaya gitmiş olan erkek ve kadınları olmaksızın ayakta kalmayı öğrendiler. Savaşı kazanan şey mucizeydi – hemen hemen hiç insan gücü olmaksızın üretim. Nehrin kuzey yakasının diliyle, savaşı kazanan şey know-how'dı. Demokrasi, hayatını know-how'a borçluydu.
Savaştan on yıl sonra –erkek ve kadınlar memlekete döndükten sonra, ayaklanmalar bastırıldıktan sonra, antisabotaj yasaları uyarınca binlerce insan hapse atıldıktan sonra– Doktor Paul Proteus ofisinde bir kediyi okşuyordu. Ilium'daki en önemli, en zeki kişiydi ve daha otuz beşinde olmasına rağmen, Ilium Fabrikası'nın müdürüydü. Uzun boylu, zayıf, sinirli ve esmerdi; koyu çerçeveli gözlükleri uzun yüzünün yumuşak, yakışıklı hatlarını bozuyordu.
Şu anda kendini önemli veya zeki hissetmiyordu, uzun zamandır da hissetmemişti. O anki tek tasası, siyah kedinin yeni ortamından memnun olmasıydı.
Hatırlayacak kadar yaşlı ve rekabet edemeyecek kadar ihtiyar olanlar, Doktor Proteus'un tıpkı babasının gençliğine benzediğini söylerlerdi sevgiyle – ve kimi çevrelerde hoşnutsuzlukla karışık da olsa genel kanı oydu ki, Paul da örgütte bir gün babası kadar yükselecekti. Babası, Doktor George Proteus, öldüğü zaman ülkenin ilk Ulusal Sanayi, Ticaret, İletişim, Gıda ve Kaynaklar Müdürü unvanını taşımaktaydı; önem bakımından bu unvana yaklaşan diğer tek unvan Birleşik Devletler başkanlığıydı.
Proteus genlerinin bir kuşak daha sonraya aktarılması şansına gelince, bu hemen hemen imkânsızdı. Paul'un karısı ve savaş boyunca sekreteri olan Anita kısırdı. Üstelik işin acı veya komik tarafı, ofisteki bir zafer kutlamasının akabinde, kesinlikle hamile olduğunu ilan etmesi üzerine kadınla evlenmişti.
"Hoşuna gidiyor mu, kedicik?" Genç Proteus bir proje rulosunu, bundan muhakkak zevk aldığını düşünerek ve merakla kedinin kabarmış sırtında gezdiriyordu. "Hmmmm-aahhh-ne güzel, değil mi?" Kedi o sabah golf sahasının yakınlarında gözüne ilişmiş, fabrikada fare yakalatırım düşüncesiyle tutup getirmişti. Daha bir gece önce, bir fare bir kumanda kablosunun izolasyon tabakasını kemirmiş ve 17, 19 ve 21 numaralı binaların geçici olarak devre dışı kalmasına sebep olmuştu.
Paul dahili telefon düğmesine bastı. "Katharine?"
"Evet, Doktor Proteus?"
"Katharine, konuşmam ne zaman daktilo edilecek?"
"Şu anda ediyorum, efendim. On-on beş dakikada hazır olur, söz."
Doktor Katharine Finch sekreteriydi ve Ilium Fabrikası'ndaki tek kadındı. Aslında bir faydası dokunmaktan çok bir rütbe sembolüydü; ama Paul hastalandığında veya kafasına esip işten erken çıktığında yedek kuvvet olarak işe yarıyordu. Sadece ekâbirlerin, yani fabrika müdürlerinin ve daha büyüklerin sekreterleri vardı. Savaş sırasında müdürler ve mühendisler kâğıt işlerinin büyük bir kısmının –aynı zamanda pek çok alt kademe işlerin– makineler tarafından daha seri, daha randımanla ve daha ucuz bir şekilde yapılabildiğini keşfetmişlerdi. Paul onunla evlendiğinde Anita işten çıkarılmak üzereydi. Mesela şu anda Katharine, feci halde makine-karşıtı bir şekilde Paul'un konuşmasının üzerinde oyalanıyor, bir taraftan yazarken bir taraftan da sözde sevgilisi Doktor Bud Calhoun ile konuşuyordu.
Ilium'daki petrol terminalinin müdürü olan Bud sadece tanker ya da boru hattıyla yük geldiği veya gittiği zaman çalışır, bu krizler arasında zamanının çoğunuysa –şu anda olduğu gibi– Katharine'in kulaklarına Georgia aksanıyla tatlı sözler akıtarak geçirirdi.
Paul kediyi kucağına alıp bir duvarı boydan boya kaplayan pencereye götürdü. "Orda bir sürü, bir sürü fare var, kedicik," dedi.
Kediye artık huzura kavuşmuş eski bir savaş meydanını gösteriyordu. Burada, nehir dönemeci havzasında Mohawk' lar Algonquin'leri, Hollandalılar Mohawk'ları, İngilizler Hollandalıları, Amerikalılar da İngilizleri yenmişti. Şimdiyse, kemikler, çürük çitler, toplar ve ok başları üzerinde, her bir yakaya yarım kilometre yayılmış, çelik ve taş binalardan oluşan bir üçgen yatıyordu – Ilium Fabrikası. Bir zamanlar insanların uluyarak baltayla birbirine saldırdığı, aynı zamanda doğayla dişe diş bir mücadele verdiği bu yerde şimdi makineler vınlıyor, uğulduyor, çıtırdıyor ve bebek arabaları, biberon kapakları, motosikletler, buzdolapları, televizyonlar ve üç tekerlekli bisikletler için –yani barışın meyveleri için– parçalar üretiliyordu.
Paul gözlerini kaldırıp büyük üçgenin damlarından yukarı, güneşin Iroquois Nehri üzerindeki parıltısına ve daha öteye baktı – pek çok öncü isminin hâlâ yaşadığı Yurt'a: van Zandt, Cooper, Cortland, Stokes...
"Doktor Proteus?" Yine Katharine'di.
"Evet, Katharine."
"Tekrar yandı."
"Bina 58'deki üç mü?"
"Evet, efendim – ışık tekrar yandı."
"Pekâlâ – Doktor Shepherd'ı ara ve bu konuda ne yaptığını öğren."
"Bugün hasta. Unuttunuz mu?"
"İş başa düştü desene." Ceketini giydi, bir of çekti, kediyi aldı ve Katharine'in ofisine girdi. "Kalkma, kalkma," dedi bir kanepeye uzanmış olan Bud'a.
"Kalkan kim?"
Odanın üç duvarı da tepeden tırnağa sayaçlarla doluydu, dış koridora ve Paul'un ofisine açılan kapılar hariç. Dördüncü duvar, Paul'un ofisinde olduğu gibi, yekpare camdı. Sayaçlar birbirinin aynıydı, her biri sigara paketi büyüklüğünde, tuğla gibi üst üste dizilmişlerdi, her birinin üzerinde de parlak pirinç bir levha vardı. Her biri Fabrika'nın bir yerindeki bir grup makineye bağlıydı. Doğu duvarının, soldan beşinci sırasının, yerden yedinci sayacının üstünde parlak kırmızı bir mücevher yanıp sönüyordu.