ISBN13 978-975-342-018-1
13x19,5 cm, 136 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Ray Bradbury, "Gülümseme", s. 23-28, çev. Levent Mollamustafaoğlu

Kasaba meydanında kuyruk, sabahın beşinde, horozlar uzakta, kırağıyla örtülü çayırlarda ötmeye başladığı sırada, henüz hiçbir yerde ocaklar tütmeye başlamadan oluşmuştu. Dört bir yanda, harap yapıların aralarında yer yer hafif sis bulutları asılıydı önceleri, ama şimdi, saat yedide, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sis yavaş yavaş dağılıyordu. Yolun aşağısında bir sürü insan, ikili üçlü gruplar halinde pazar için, festival günü için toplanmaya başlamıştı.

Küçük çocuk, berrak havada yüksek sesle konuşmakta olan iki adamın hemen arkasında duruyordu; adamların çıkardıkları bütün sesler soğuk nedeniyle iki kat güçlü duyuluyordu. Küçük çocuk ayaklarını yere vurdu, soğuktan kızarmış, çatlamış ellerini nefesiyle ısıtmaya çalıştı; sonra başını kaldırıp adamların toza toprağa bulanmış, çuval gibi giysilerine, önündeki erkekli kadınlı uzun kuyruğa baktı.

"Hey, küçük, bu saatte dışarda ne arıyorsun sen?" dedi arkasındaki adam.

"Kuyrukta yer kaptım işte," dedi çocuk.

"Hadi sen çek git de yerini bu işten anlayan birine bırak, olmaz mı?"

"Çocuğu rahat bırak," dedi öndeki adam, birden geriye doğru dönerek.

"Şaka yapıyordum." Arkadaki adam elini çocuğun başına koydu. Çocuk, soğuk bir tavırla kafasını sallayarak kurtuldu onun elinden. "Bir çocuğun bu kadar erken bir saatte kalkması bana garip geldi de."

"Bu çocuk bir sanatsever, bilmiş ol," dedi çocuğun koruyucusu; adı Grigsby'ydi. "Adın ne senin, evlat?"

"Tom."

"Bizim Tom tükrüğünü tam yerine savuracak, değil mi Tom?"

"Elbette öyle!"

Kuyrukta bir gülüşme oldu.

İleride bir adam çatlak fincanlarda kahve satıyordu. Tom bakınca küçük, kızgın ateşi ve paslı bir kapta kaynayan kahveyi gördü. Gerçek kahve değildi bu. Kasabanın dışındaki çayırlıklarda yetişen bir tür böğürtlenden yapılıyordu; içlerini ısıtmak için satın aldıkları bir fincan kahve bir peniydi; ama çoğu almıyordu, çoğunun alacak parası yoktu.

Tom ön tarafa, kuyruğun başladığı yere, bombalanıp yıkılmış bir taş duvarın ötesine baktı.

"Gülümsüyormuş, öyle diyorlar," dedi çocuk.

"Ya, gülümsüyor," dedi Grigsby.

"Yağlıboya ve tuvalden yapıldığını söylüyorlar."

"Doğru. İşte bu da bana onun özgün olmadığını düşündürüyor. Duyduğuma göre aslı, çok uzun bir süre önce, tahta üzerine boyanarak yapılmış."

"Dört yüz yıllık olduğunu söylüyorlar."

"Belki daha da eski. Kimse tam yılını bilmiyor, orası kesin."

"2061 yılındayız!"

"Bu, onların söylediği, evlat, evet. Yalancılar! 3000 ya da 5000 yılı da olabilir; bir süre her şey çok karışıkmış oralarda. Şimdi elimizde birkaç kırık dökük şey kaldı."

Sokağın soğuk taşları üzerinde ayaklarını sürüye sürüye ilerliyorlardı.

Tom, "Onu görmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?" diye sordu huzursuz bir havayla.

"Yalnızca birkaç dakika daha. İnsanlar yaklaşmasın diye onu dört pirinç direğin ortasına koyup kadife iplerle çevrelemişler, müthiş havalı. Unutma Tom, taş yok; ona taş atılmasına izin vermiyorlar."

"Peki efendim."

Güneş iyice yükselmişti; havanın ısınmasıyla adamlar eski püskü ceketlerini, yağlı şapkalarını çıkarmışlardı.

"Niye hepimiz böyle kuyrukta bekliyoruz?" diye sordu Tom en sonunda. "Niye bekliyoruz tükürmek için burada?"

Grigsby dönüp bakmadı ona; güneşi tartmakla meşguldü.

"Bak Tom, bir sürü neden var." Dalgın bir havayla, artık olmayan cebine, bulunmayan sigarasına el attı. Tom bu hareketi milyonlarca kez görmüştü. "Tom, bunun nedeni nefret. Geçmişteki her şeye karşı duyulan nefret. Sorarım sana Tom, nasıl oldu da böyle bir duruma düştük biz; şehirler yıkıntı halinde, yollar bombalardan delik deşik, mısır tarlalarının yarısı geceleri radyasyonla parlıyor. Berbat bir durum değil mi bu, söylesene?"

"Evet efendim, sanırım öyle."

"Evet öyle, Tom. Seni tamamen çökerten, harap eden şeyden nefret edersin. İnsanın doğasıdır bu. Düşünmeden yapar belki, ama gene de insanın doğasıdır."

"Nefret etmediğimiz hiç kimse ya da hiçbir şey yok."

"Doğru! Geçmişte dünyayı yöneten Allahın cezası kişilerin harika marifeti. Şimdi bak şu halimize, bir perşembe sabahı; bir deri bir kemik kalmışız, üşüyoruz, mağaralarda, inlerde yaşıyoruz, sigara yok, içki yok, festival yapmaktan, festivallerimizden başka işimiz kalmamış, Tom."

Tom son yıllardaki festivalleri düşündü. Bütün kitapları alana dökerek yırtıp yaktıkları, sonra herkesin sarhoş olup gülüp eğlendiği yılı. Sonra bilim festivalini düşündü; son motorlu arabayı getirip kura çektikleri, şanslıların çekiçle arabayı parçalama hakkı kazandığı festivali.

"Hiç anımsamaz olur muyum onu, Tom? Hem de nasıl anımsıyorum! Ön camı ben kırmıştım, biliyor musun, ön camı? Tanrım, ne güzel bir ses çıkmıştı! Şangır!" Tom, yere düşüp tuzla buz olan camların sesini duyar gibi oluyordu.

"Bill Henderson'a da motoru parçalamak çıkmıştı. Çok iyi becermişti doğrusu, tam ortasına. Güm!"

Ama Grigsby'ye göre hepsinden iyisi, hâlâ uçak yapmaya çalışan fabrikayı parçaladıkları zamandı.

"Tanrım, onu parçalarken kendimizi ne kadar da iyi hissetmiştik!" dedi Grigsby. "Sonra da o gazete matbaasını ve silah deposunu bulmuş, ikisini birlikte havaya uçurmuştuk. Anlıyor musun bunları sen, Tom?"

Tom'un aklı karışmıştı. "Sanırım."

Tam öğle vaktiydi. Şimdi harap kentin kokuları havada asılı kalıyor, yıkılmış yapılar arasında bir şeyler sürünerek ilerliyordu.

"Bir daha geri gelmeyecek mi, bayım?"

"Ne, uygarlık mı? Kimse istemiyor ki onu. Ben de!"

"Ben birazına katlanabilirdim," dedi arkalardan biri. "Birkaç güzel yanı vardı."

"Kafanızı yormayın," diye bağırdı Grigsby. "O güzelliklere de yer yok artık."

"Ah!" dedi arkadaki adam. "Bir gün hayal gücü olan biri çıkıp gelecek, yeniden toparlayacak onu. Bu sözümü unutmayın. Yürekli biri."

"Hayır," dedi Grigsby.

"Ben evet diyorum. Güzel şeyleri seven biri. Bize kısıtlı bir uygarlığı geri verebilir; huzur içinde yaşamamızı sağlayacak kadarını."

"Göz açıp kapamadan savaş başlayacaktır!"

"Ama gelecek sefere her şey farklı olur belki."

En sonunda ana meydana geldiler. Uzaklardan bir atlı kasabaya doğru hızla at sürüyordu. Elinde bir kâğıt vardı. Meydanın ortasında, iplerle çevrilip ayrılmış bir yer hazırlanmıştı. Tom, Grigsby ve diğerleri tükürüklerini biriktiriyor, ilerliyorlardı — hazır, gözler açık, ileri. Tom yüreğinin heyecandan hızlı hızlı attığını duydu; çıplak ayaklarının altında toprak sıcacıktı.

"Haydi Tom, tükür!"

Dört polis, iple çevrilmiş alanın dört köşesinde duruyorlardı; bileklerinde otorite simgesi olan sarı kordonlar vardı. Taş atılmasını önlemek için oradaydılar.

Grigsby son anda, "Böylelikle," dedi, "herkes onu aşağılama şansını kullandığını hissetmiş oluyor Tom, anlıyor musun? Haydi, tükür şimdi!"

Tom önünde durup uzun uzun seyretti tabloyu.

"Tom, tükürsene!"

Tom'un ağzı kupkuruydu.

"Haydi Tom! Kımılda!"

"Ama," dedi Tom alçak sesle, "çok GÜZEL!"

"Öyleyse, senin yerine ben tüküreyim!" Grigsby tükürdü; tükrüğü gün ışığında mermi gibi parlayarak savruldu. Portredeki kadın öylece durmuş, Tom'a gizlice, sükûnetle gülümsüyordu; Tom da ona baktı, yüreği çarpıyor, kulaklarında bir müzik çınlıyordu.

"Çok güzel," dedi.

Kuyrukta ses kesildi. Bir saniye önce, yürümediği için Tom'u azarlıyorlardı; şimdiyse dikkatleri at sırtındaki adama çevrilmişti.

Tom yavaşça, "Ona ne diyorlar, efendim?" dedi.

"Resme mi? Mona Lisa diyorlar sanırım Tom, Mona Lisa."

"Bir duyurum var," dedi atlı adam. "Yetkililer, bugün öğleden itibaren, alandaki portrenin parçalanmak üzere halka verilmesine—"

Tom daha bağırmaya vakit bile bulamadan kalabalık onu ezerek, bağrışa çığrışa portreye saldırdı. Cart diye bir yırtılma sesi duyuldu. Polisler kaçıştılar. Kalabalık çığlık çığlığa bağırıyordu; elleri yırtıcı kuş pençeleri gibi portreyi didikliyordu. Tom neredeyse parçalanmış tablonun içine doğru itildiğini hissetti. Bilmeden diğerlerini taklit ederek elini rasgele uzattı, yağlı tuvalin bir parçasını kaptı, çekti, koptuğunu duydu, sonra yere düştü, itilerek, kalabalığın dışına atıldı. Bir yerleri kanamış, giysileri yırtılmıştı; yaşlı kadınların tuvalin parçalarını çiğnediğini, adamların çerçeveyi parçaladığını, lime lime olan tuvalden konfeti yaptıklarını gördü.

İnsanla çalkalanan alanda yalnızca Tom bir kenara çekilmiş, öylece sessiz duruyordu. Eline baktı. Göğsüne bastırdığı bez parçasını sımsıkı tutuyor, saklıyordu.

"Hey, Tom!" diye seslendi Grigsby.

Tom hiçbir şey söylemeden, hıçkırarak kaçtı. Bombalarla delik deşik edilmiş yoldan aşağıya, bir tarlanın içinden, sığ bir dereden geçerek, hiç geriye bakmadan, eli giysisinin altında sımsıkı yumruk olmuş, koşarak uzaklaştı.

Güneş batarken küçük köye geldi, yürümeye devam ederek öbür ucuna ulaştı. Saat dokuzda yıkık çiftlik evine gelmişti. Hâlâ yıkılmadan ayakta duran tek yer olan arka taraftaki üstü bezle örtülü siloda ailesinin —annesi, babası ve erkek kardeşinin— uyurken çıkardığı sesleri duydu. Yavaşça küçük kapıdan içeriye süzülerek soluk soluğa yerine yattı.

"Tom?" diye seslendi annesi karanlıkta.

"Evet."

"Neredeydin?" diye bağırdı babası. "Sabah dayak yiyeceksin."

Biri onu tekmeledi. Küçücük topraklarında çalışmak için evde kalan, kendisiyle gelemeyen kardeşiydi bu.

"Hadi uyu," dedi annesi, yavaş bir sesle.

Bir tekme daha.

Tom yatarak soluğunu yatıştırdı. Her yer sessizdi. Eli göğsünün üstünde sımsıkı, sımsıkı kenetlenmişti. Bu durumda, gözleri kapalı, yarım saat öylece yattı.

Sonra bir şey hissetti; soğuk, beyaz bir ışıktı bu. Ay çok yükselmişti; küçük ışık yuvarlağı, silonun içine kayarak yavaşça Tom'un bedeninin üzerine düştü. İşte o zaman, ancak o zaman gevşedi eli. Yavaşça, dikkatlice, etrafında uyuyanları dinleyerek elini göğsünden ayırdı. Durakladı, nefesini tuttu, sonra bekledi, elini açarak küçük tuval parçasını düzeltti.

Ay ışığında bütün dünya uykudaydı.

Ve Gülümseme orada, elinin üstünde duruyordu.

Geceyarısı karanlık gökyüzünden gelen beyaz aydınlıkta ona baktı Tom. Sonra, kendi kendine, sessizce, Gülümseme, o güzelim Gülümseme, diye düşündü.

Bir saat sonra, dikkatle katlayıp sakladıktan sonra bile hâlâ görebiliyordu onu. Gözlerini kapattı; ama Gülümseme karanlıkta, orada duruyordu. Tom uyuduktan, dünya sessizliğe gömüldükten sonra ay, soğuk gökyüzünde önce yukarıya, sonra aşağıya kayarak sabaha doğru ilerlerken Gülümseme tüm sıcaklığı ve yumuşaklığıyla oradaydı hâlâ.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X