Sedef Öztürk, Levent Mollamustafaoğlu, "Sunuş", s. 5-9
Bilimkurgu, tanımlamada karışıklıklara yol açan bir kavram ve edebiyat alanı. Hatta uzun süre bir edebiyat türü bile sayılmayarak dikkate alınmamış, meraklıların oluşturduğu dünyayla sınırlı kalmış "edebiyat-altı" bir biçim.
Bilimkurgunun ayırt edici özellikleri nelerdir?
Fantazi, yani olağanüstü ve doğaüstü öğeleri içeren yazı türü ile bilimkurguyu ayırt eden öğeyi Kingsley Amis'in şu tarifi çok iyi anlatıyor:
"Bilimkurgu bilim ve teknolojideki ya da sözde-bilim ve sözde-teknolojideki bazı yeniliklerden türetilmiş bir anlatı tarzıdır" (New Maps of Hell, 1961).
Bilimkurgu çözümlemeleriyle tanınan Patrick Parrinder da bilimkurguyu "evrenin bilinen ya da varsayılan yasalarına dayanılarak yapılan ussal açıklamalar"ı kapsayan edebiyat türü olarak betimliyor.
Kısacası bilimkurgu, bilim ve teknolojiyle, gelecekle ve en önemlisi yeniliklerle ilgileniyor.
Bilimkurgu üzerine yapılmış bir çok araştırmada ya da seçkilerin giriş bölümlerinde kısaca tarih anlatılırken, bu edebiyat türünün geçmişinin aslında yüzyıllar öncesine uzandığından söz edilir. Voltaire'in Micromégas'ı, Swift'in Gulliver'in Seyahatleri, Mary Shelley'in Frankenstein'ı çağımızdan çok önce yazarların "başka dünyalar"ın düşünü kurduğunun kanıtlarıdır. Gerçekten de ütopyalar, yani bilinmeyen yerlerde kurulan güzel dünyalar ile çağımızda gelişen bilimkurgu arasında önemli bir bağ, neredeyse bir göbek bağı vardır.
Ütopyacı öyküler ister var olan toplumu eleştirmek amacıyla "hiciv" türünde, ister mükemmel bir dünya olasılığını göstermek amacıyla yazılsın, toplumsal ya da ahlaki açıdan mükemmel toplumları anlatırlar. Bilimkurgu öykülerinin bir çoğu da benzer şekilde bazen bugünün koşullarının varacağı nokta ve tehlikelere işaret eder, bazen de "başka dünyalar"ı anlatır. Ancak tarza egemen olan yaklaşım, toplumsal ve ahlaki değişimler, yani "yeni bir yaşam"ın araştırılmasından çok, "yeni bir doğa"nın gözden geçirilmesidir. Gerçekten bilimkurgu, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin doğayı ve doğayla ilişkimizi nasıl değiştireceği ile çok uğraşmış ama birbirimizle ilişkilerimiz konusundaki ilginç ya da özgün öngörülerde çok sınırlı kalmıştır.
Kesin olan bir nokta bilimkurgunun "teknoloji çağı", yani 20. yüzyılın teknolojik gelişmeleriyle beslenen bir tür olduğu. Üstelik yalnızca teknoloji değil, teknolojiyle birlikte gelişen "bilimci ideoloji" de bilimkurgu yazarlarını etkisi altına almış, yazarlar da kendi paylarına bu ideolojinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
1930'larda Bilimkurgunun Altın Çağı sayılan dönemde isim yapan birçok yazar, örneğin Robert Heinlein, Isaac Asimov ve Arthur Clarke, bireyde odaklanarak bilimi yücelten ve tek başına dönüştürücü misyon yükleyen bir yaklaşımı benimsediler; ideolojik olarak sağ ve tutucu bir çizgide serbest rekabet sisteminin mükemmel savunucuları oldular. Gelecek üzerine düşünceleri, yeni makinelerle sınırlı kaldı; bu makineleri kullananlara ilişkin yeni hiçbir şey söylemedikleri gibi, eskiyi şiddetle korudular. Kahramanları, Haçlı seferine çıkmış şövalyeler devrinde kalmış kişilerdi. Heinlein'ın Revolt in 2010 (2010 Yılında İsyan) romanındaki diktatöre karşı (diktatörün rahibelerden oluşan bir haremi, inanılmaz gelişkin silahları, beyin yıkama makineleri vardır) kahramanımızın mücadelesi buna mükemmel bir örnek.
Bu dönemin bilimkurgu öykülerinde dünyalılar başka dünyaları ele geçirerek devasa imparatorluklar kuruyor, girdikleri savaşlarda hep üstün geliyor ve galaksinin en akıllı yaratıkları oluyorlardı. Kısacası Anglosakson dünya için emperyalizm apolojisi yapılıyordu. (İlk akla gelen örnekler arasında bilimkurgu dergiciliğinin ünlü isimlerinden John W. Campbell'in Aesir, Who Goes There'i, Poul Anderson'un Orphans of the Sky'ı, Asimov'un The Foundation'ı (Vakıf) sayılabilir.)
1950'lerde Soğuk Savaş dönemiyle birlikte bilimkurgudaki iyimserlik ve yayılmacılık yerini "distopya" olarak tanımlanan öykü türüne bıraktı (bilinmeyen yerde var olan veya kurulan kötü dünyalar). Bu döneme kadar egemen olan ve bilime sonsuz güven besleyen bakış, bilimin ve uygulayıcısı olan seçkinler kavramının sorgulanmasıyla darbe yedi. Ardından bilim karşıtı yaklaşımlar (ki bunlar bilimin artık bir iktidar aracı olduğunu söylüyorlardı) ile nükleer savaş tehlikesi ve olası bir atom savaşı sonrası dünyayı ele alan öyküler yaygınlaştı. Bu dönem gerçek bir hoşnutsuzluk ve bunaltı dönemiydi. Örnek olarak Robert Sheckley'in The Store of the Worlds'unu (Dünyalar Dükkânı), İngiliz yazar John Wyndham'ın Türkçe'ye de çevrilen Krizalitler ve Triffidler'in Günü'nü sayabiliriz.
Nitekim eski parlak yazarlardan bir kısmı tarzı bu dönemde terk etti, kalanlar da Yeni Dalga denen akımın etkisine girdi. Bu isim Fransa'da yeni gelişen sinema akımı "Yeni Dalga"dan esinlenerek verilmişti. Yazarların, tıpkı Yeni Dalga sinemacıları gibi muhalif ve toplumsal sorunlarla ve politikayla daha ilgili olmaları, öykülerde ağırlığı doğa bilimlerinden sosyal ve biyolojik bilimlere kaydırdı. Kingsley Amis gibi bilimkurgu incelemecileri bu dönemden itibaren artık bilimkurgu terimi yerine "Spekülatif Kurgu" teriminin kullanılması gerektiğini söylüyorlar ama bunu da bilimi yalnızca fizik bilimlerle sınırlayan, toplumsal ve politik söylemi dışlayan bir bakışın ifadesi olduğu için kuşkuyla karşılamak gerekir.
Sosyal bilimlerin de yazarların ilgi alanına girmesiyle bilimkurgunun kapsamı genişledi. Artık 40 yıllık geçmişi ve geniş okur kitlesi olan bir tür olarak bilimkurgu "ciddi" okurlar arasında da kabul görmeye, hatta üniversitelerde okutulmaya başladı. Bilimkurguya "meşruiyet"in avantajlarını sağlayan bu durum, öte yandan türün eski ayırt edici özelliklerini yitirmesine yol açtı. Yazarlar artık yalnızca "anti-madde kondansatörü" ile uğraşmıyorlar, edebi niteliği yüksek yapıtlar ortaya koymaya çalışıyorlardı. Bu yıllarda kadınların da bilimkurgu yazmaya başlamasıyla feminizmin etkileri hissedilmeye başladı. Var olan toplumun cinsiyetçi yapısı da sorgulanır oldu (örnek olarak Marge Piercy, Joanna Russ, Racoona Sheldon, Ursula K. Le Guin sayılabilir).
Ciddi okur, yazar ve eleştirmenlerce uzun süre "edebiyat-altı" bir tür olarak görülmesine karşın, bilimkurgu bütün çeşitliliği ve gelişen eğilimleriyle bilim, bilim-doğa, siyaset-bilgi üretimi ilişkisi, bilimin toplumsal denetimi gibi konuları, başka dünyalar, uzay, robotlar vb. den oluşan sibernetik bir dünyada ele alan bir çerçeve sundu.
Bu anlamda, bir "kaçış edebiyatı" olarak eleştirilmesine neden olan ürünlerin (uzayda geçen aşk, macera, kovboy, gangster öyküleri vb.) yanı sıra, sayısı daha az da olsa insanlar ve dünyanın geleceği ile ilgilenen yapıtlar üretildi.
Bilimkurgu kısa öykü türü ile çok uyuşan bir edebiyat türü. Kahramanları özgün karakterler olmaktan çok, belli tiplemelerden oluşan ve öyküsü genellikle tek ve parlak bir fikir, bilgi, bulgu vb. çevresinde dönen bilimkurgu için kısa öykü biçilmiş kaftandı. Giderek roman ve uzun öykü türünde de önemli yapıtlar verildi.
Bilimkurgu yazarlarının çoğunun Anglosakson kültürünün sözcüleri olmasında, hiç kuşkusuz bu türün beslendiği teknolojik gelişme ve bilimci ideolojinin öncülüğünü Amerika'nın yapması rol oynamıştır. SSCB'de, Macaristan'da, Polonya'da ve Çekoslovakya'da (Robot sözcüğünün bir Çek Bilim Kurgu yazarı olan Karel Capek tarafından yaratıldığını anımsayalım) 1920'lerden bu yana bilimkurgu yazılmakla birlikte, diğer ülke yazarları Amerikalılar ve İngilizler'in dil avantajına ve okur kitlesine sahip olmadıklarından seslerini duyuramadılar. Avrupalı bilimkurgu yazarları görece yakın zamanda çeviri seçkileri sayesinde okuyuculara ulaşabildiler. (İngilizce yazan ve bilimkurgunun son dönemdeki en yetkin siması kabul edilen Stanislaw Lem'i ayrı değerlendirmek gerekir.)
Türkiye'de bilimkurgu, bilime olan ilginin azlığına paralel olarak, pek ilgi görmemiştir. Sanayi toplumuna geçişi yeni yeni yaşayan, çok uzun süredir önemli bir savaş yaşamamış —dolayısıyla da savaşın yıkımından etkilenmemiş— Türkiye'de bilimkurgu yalnızca yüzeysel olarak izlenen ve özellikle sinema aracılığıyla biraz ilgi duyulan bir konu olmuştur.
1970'lerde çeviri yayınların artmasıyla bir canlanma görülen bilimkurgu alanında Orhan Duru'nun ve Selma Mine'nin öyküleri ve çeşitli yazarların daha çok fantazi olarak adlandırılabilecek yapıtları dışında özgün yapıt yok denecek kadar azdır.
1970'lerin sonlarında Antares, X-Bilinmeyen gibi yarı-profesyonel dergiler bilimkurguyu yaygınlaştırma yolunda önemli çabalar vermişlerdir. Özgün bilimkurgu öykülerine yönelik yarışmalar, önemli yazarlardan çeviriler özellikle X-Bilinmeyen'in belli bir düzeyin üstüne çıkmasını sağlamış, ama bu çabalar fazla uzun sürmemiştir.
Bugün Türkiye'de bilimkurgu, Asimov romanlarının çevirileri ve arada bir vizyona giren filmlerle sürebilmektedir.
Geçerken bilimkurgunun sinemadaki örneklerine de değinmek anlamlı olacak. Yıldız Savaşları'nın son yılların en çok gişe yapan filmlerinden olduğu göz önüne alınarak ilginin yüksek olduğu sonucuna varmak mümkün. Televizyonda da pazar sabahının Walt Disney çizgi filmleri yerlerini "gotik" uzay fantazilerine bırakıyor. İngiliz dilinde "uzay operası" olarak tanımlanan bu filmler "gerçek" bilimkurgucuların ilgisini çekmiyor ve daha çok bilimkurgunun ilk yıllarında dergilerde yayınlanan öykülere benziyor. Bunlar bildiğimiz macera öykülerinin uzay mekânına aktarılmışından başka bir şey değil. 2001 Uzay Macerası ya da Alien, New York 1999, Terminator gibi filmler ne yazık ki az. Yelpazenin öteki ucunda Tarkovski'nin Solaris ve Stalker gibi bilimkurgu olarak tanıtılan ve felsefi boyutun bilimkurgusal öyküyü tamamen yuttuğu örnekler var.
Bu yazıda bilimkurguyu irdelemeyi değil, eğilimlerine ve tarihsel gelişimine değinmeyi amaçladık. Elinizde yedi öyküden oluşan bir seçki var. Bütün seçkiler gibi bu da seçenlerin öznel beğenilerini yansıtıyor. Bilimkurgunun kötümser, "sinik" ve okurunu rahatsız etmeyi hedefleyen örneklerini seven okurlar oluşumuz, seçkimize de yansıdı. Bilimkurgunun bu yazının en başında alıntıladığımız tanımına pek uymayan edebiyat örneklerine de yer ayırdık. Bu haliyle bu seçki belli bir tarihsel çizgi izlemekten çok, oldukça geniş bir yelpazeyi kapsama amacıyla hazırlandı. Isaac Asimov, Robert Heinlein gibi klasik bilimkurgucuların yanında J.G. Ballard, Harlan Ellison, Ray Bradbury, Kurt Vonnegut Jr. gibi yenilikçilere yer verdik. Anglosakson dünyanın dışında yer alan en önemli yazar Stanislaw Lem'i de almadan edemedik. Beğeneceğinizi umuyoruz.
Şimdi, girelim bilimkurgunun aykırı, gizemli dünyasına...