| ISBN13 978-975-342-019-8 | 13x19,5 cm, 168 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Açılış Bölümü, s. 7-10 Thomas oturdu ve denize baktı. Bir süre, sanki oraya diğer yüzücülerin hareketlerini izlemeye gelmişçesine, kımıldamadan durdu ve uzakları görmesini engelleyen sise rağmen, gözlerini suyun üzerinde güçlükle duran vücutlara dikip inatla orada kaldı. Sonra, daha güçlü bir dalga onu ıslattığında, o da kum tepeciğine indi ve onu anında yutan çalkantılı suların içine süzülüverdi. Deniz sakindi ve Thomas yorulmadan uzun süre yüzmeye alışkındı. Ama bugün yeni bir güzergâh seçmişti. Sis kıyıyı örtüyordu. Denizin üzerine bir bulut inmişti ve su yüzeyi, sahiden gerçek olan tek şeymiş gibi görünen bir parıltının içinde kayboluyordu. Çalkantılı sular Thomas'yı sarsıyor, ama ona dalgaların ortasında olma ve bildik unsurlar içinde yuvarlanma duygusunu vermiyorlardı. Suyun olmadığını kesin olarak bilmesi, yüzmek için harcadığı çabaya bile lüzumsuz bir egzersiz niteliği veriyor ve bu da ona yılgınlıktan başka bir şey getirmiyordu. Kendine hâkim olabilse bu tür düşünceleri kafasından kovabilirdi belki, ama bakışları hiçbir şeye tutunamadığından, boşluğu, orada yardım bulmak niyetiyle seyrediyormuş gibi geliyordu ona. Tam o sırada, rüzgârla kabaran deniz kudurup köpürdü. Fırtına denizi bulandırıyor, erişilmez bölgelere dağıtıyordu; sert rüzgârlar göğü darmadağın ediyordu, ama aynı zamanda, her şeyin çoktan yok olduğunu düşündüren bir sessizlik ve sükûnet vardı. Thomas her yerini saran donuk sulardan kurtulmaya çalıştı. Keskin bir soğuk kollarını uyuşturuyordu. Su döne döne girdaplar oluşturuyordu. Gerçekten su muydu bu? Kâh gözlerinin önünde beyazımsı yumaklar gibi köpükler uçuşuyor, kâh suyun yokluğu vücudunu yakalayıp onu şiddetle sürüklüyordu. Daha yavaş nefes aldı, sert rüzgârların başından aşırdığı sıvıyı bir süre ağzında tuttu: ılık bir hoşluk, tat duygusundan yoksun adamın acayip içeceği. Sonra, ya yorgunluk yüzünden, ya da bilinmeyen bir nedenle, kol ve bacakları ona, içinde yuvarlandıkları suyun hissettirdiğine benzer bir acayiplik hissettirdiler. Önce bu his ona neredeyse hoş bir şeymiş gibi göründü. Yüzerken bir tür hülyaya dalıyor ve orada denize karışıyordu. Kendinden çıkıp boşluğa süzülüvermenin, su düşüncesi içinde dağılmanın verdiği sarhoşluk, her türlü rahatsızlığı unutturuyordu ona. Ve giderek daha samimi bir şekilde dönüşmekte olduğu bu ideal deniz, içinde boğulur gibi olduğu gerçek denize dönüştüğünde bile, heyecanlanması gerektiği kadar heyecanlanmadı: Sadece yüzdüğünü düşünmesine yarayan bir vücutla böyle gelişigüzel yüzmek şüphesiz katlanılır şey değildi, ama bir rahatlama da hissediyordu, sanki nihayet durumun çözümünü keşfetmiş de, onun için her şey, namevcut bir denizde namevcut bir organizmayla bitmez tükenmez yolculuğunu sürdürmekle sınırlıymış gibi. Yanılsama uzun sürmedi. Ona yüzmesi için bir vücut veren suyun içinde, akıntıya kapılan bir gemi gibi bir kıyıdan ötekine yalpalaması gerekti. Çıkış yolu neydi? Kolu olan dalga tarafından sürüklenmemek için mücadele etmek mi? Sulara gömülmek mi? Kendi içinde acı acı boğulmak mı? Durma vaktinin geldiği kesindi, ama bir umudu daha vardı; yeniden canlanan derinliğinin bağrında yeni bir imkân bulmuşçasına yeniden yüzdü. Yüzgeçlerden yoksun canavar, yüzüyordu. Dev mikroskobun altında, girişken bir tüy ve titreşim yığınına dönüşüyordu. Su damlasından çıkıp, bulanık olmakla birlikte alabildiğine belirgin bir bölgeye süzülmeye çalıştığında, dürtüsü adamakıllı tuhaf bir nitelik kazandı; burası kutsal bir yer gibiydi, ona öylesine uygundu ki var olması için orada olması yetecekti; içine gömüldüğü hayali bir oyuk gibiydi; daha kendisi varmadan izi oraya çıkmıştı çünkü. Tamamen içeri girmek için son bir çaba harcadı. Kolay oldu bu; hiçbir engelle karşılaşmıyor, kendisiyle buluşuyor, başka hiç kimsenin giremeyeceği bu yere yerleşerek benliğiyle iç içe geçiyordu. Sonunda geri dönmesi gerekti. Dönüş yolunu kolayca buldu ve bazı yüzücülerin suya dalmak için kullandıkları bir yerde ayağı dibe değdi. Yorgunluğu kaybolmuştu. Kulaklarında bir çeşit uğultu, gözlerinde de yanma vardı hâlâ; tuzlu suda fazla kalındığında bekleneceği gibi. Dönüp güneşin yansıdığı uçsuz bucaksız su örtüsüne bakarak hangi yönde uzaklaştığını kestirmeye çalışırken, bunun farkına varıyordu. O anda gözlerinin önünde hakiki bir sis vardı ve bakışlarının hararetle deldiği o bulanık boşlukta olur olmaz her şeyi ayırt ediyordu. Dikkatle izleye izleye, çok uzakta yüzen, ufkun altında yarı yarıya kaybolmuş bir adam gördü. Bu mesafeden, yüzücü görüş alanından sürekli çıkıyordu. Onu görüyor, görmez oluyor, ama yaptığı tüm hareketleri de izliyormuş duygusuna kapılıyordu: Onu çok iyi algılamanın ötesinde, ona son derece samimi, hem de başka hiçbir temasta olamayacağı kadar samimi bir şekilde yakınlaştığı duygusuna kapılıyordu. Uzun süre öylece bakıp bekledi. Bu seyirde, çok büyük bir özgürlüğün, tüm bağların kopmasıyla elde edilen bir özgürlüğün ortaya çıkışını andıran acılı bir şey vardı. Yüzü allak bullak oldu ve yadırgatıcı bir ifadeye büründü. |