ISBN 975-7650-64-1
13X19,5 cm, 200 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Açılış Bölümü, s. 5-8

Ekim ayının ortalarında bir sabah saat on bir suları, gökyüzünde güneş parlamıyor, yamaçların berraklığı biraz sonra boşanacak sıkı bir yağmurun habercisi. Havai mavi takım elbisemin içine koyu mavi gömleğimi giymiş, aynı renk kravatımla mendilimi kuşanmışım, ayaklarımda siyah ayakkabılarımla üzerleri koyu mavi çalar saat desenli kara yün çoraplarım var. Derli toplu, temiz, traşlı ve ayığım, hani kimseye aldırış ettiğimden de değil. Aynen iyi giyimli bir özel dedektifin olması gerektiği gibiyim. Dört milyon dolarla randevum var.

Sternwood'ların evinin holü iki katlıydı. Bir fil sürüsü sığacak genişlikteki giriş kapısının tepesinde, ağaca bağlanmış, üzerinde giysi adına çok uzun ve kullanışlı saçlarından başka hiçbir şey bulunmayan bir hanımı kurtarmakla meşgul kara zırhlı şövalyeyi gösteren, renkli camdan geniş bir pano vardı. Şövalye, ayıp olmasın diye miğferinin siperliğini kaldırmış, hanımı ağaca bağlayan ipin düğümleriyle uğraşıyor ama sonuç alamıyordu. Durdum ve eğer bu evde otursam, er geç oraya tırmanıp şövalyeye yardım ederdim diye düşündüm. Gerçekten çaba gösterdiği söylenemezdi.

Holün en dibinde, bahçeye açılan kapıların gerisinde geniş, zümrüt yeşili bir çayır beyaza boyalı bir garaja doğru uzanıyor, garajın önünde ise ince uzun, koyu renk tenli genç bir şoför ayağında parlak kara getrleriyle açılır kapanır, kahverengi bir Packard'ın tozunu alıyordu. Garajın ardında kaniş köpekleri gibi özene bezene traş edilerek budanmış birkaç süs ağacı vardı. Bunların gerisinde kubbeli büyük bir limonluk. Sonra gene ağaçlar ve hepsinin ardında da yamaçların kunt, tarazlı, göz okşayan çizgisi.

Holün doğuya bakan yanında, açıkta, bir döner merdiven karo döşeli basamaklarla, trabzanları dövme demirden bir galeriye ve renkli camdan bir diğer gönül macerasına doğru tırmanıyordu. Odayı çepeçevre saran duvarın boş kalan bölümlerine oturacak yerleri yuvarlak, sert, kırmızı pelüşten büyük koltuklar yerleştirilmişti. ºzerlerinde şimdiye kadar hiç kimse oturmamış gibi duruyorlardı. Batıya bakan duvarda, önünde birbirine raptedilmiş dört pirinç levhadan oluşan perdesiyle yanmayan bir şömine vardı, şöminenin üzerinde ise köşelerinde melekler olan mermerden bir raf. Rafın üzerine büyük bir yağlıboya portre, portrenin üzerineyse çaprazlama konulup camlanmış, ya kurşun delikli ya da güve yenikli iki süvari alayı flaması asılmıştı. Portre, Meksika Savaşları'nda çarpışmış, baştan aşağı üniformalı kasıntı bir subayın resmiydi. Subayın gıcır gıcır siyah, imparator bıyığını andıran bıyıkları, kor gibi yanan kömür karası gözleri ve genel olarak iyi geçinilmesi tavsiye olunur bir hali vardı. Bu General Sternwood'un büyükbabası herhalde, diye düşündüm. Gerçi, generalin yirmi yaşlarının bütün tehlikelerini arzeden iki kız babası olacak kadar yaş aldığını duymuştum, ama gene de portre generalin kendisi olamazdı.

Kor gibi yanan kara gözlere dalmış gitmiştim ki merdivenin gerisinde bir yerde bir kapı açıldı. Uşak değildi gelen. Bir kızdı.

Yirmi yaşında filandı, ufak tefek ve narindi ama çıtkırıldım bir hali yoktu. Açık mavi pantolon üzerinde iyi duruyordu. Süzülür gibi yürüyordu. Saçı son zamanların modası uyarınca, aşağıda içe doğru kıvrılmış alagarson kesimi değil, çok daha kısa, saman sarısı, ipeksi bir dalgadan ibaretti. Gözleri buz grisiydi, bana bakarken tümüyle ifadesizdiler sanki. Yaklaştı, bütün ağzıyla gülümsedi; portakal çekirdekleri kadar taze, porselen kadar beyaz, küçük, sivri, yırtıcı hayvan dişleri vardı. ?nce ve çok gergin dudaklarının arasından ışıldıyorlardı. Yüzünde renk yoktu, sağlıksız görünüşlüydü.

"Amma da uzun boylusun!" dedi.

"Kabahat bende değil," dedim.

Gözleri iri iri açıldı. Şaşırmıştı. Düşünüyordu. Bunca kısa bir tanışma bile düşünmeyle pek arası olmadığını anlamama yetmişti.

"Yakışıklısın da," dedi. "Farkındasındır da yüzde yüz."

Bir şeyler homurdandım.

"Adın ne?"

"Reilly," dedim. "Doghouse Reilly."

"Garip bir ad." Dudağını ısırdı, başını yana yatırıp gözleriyle okşadı beni. Derken kirpiklerini yanaklarını kucaklayasıya indirdi, tiyatro perdesi gibi yeniden kaldırdı. Bu numarayı ezberleyecektim ileride. O bunu yapınca dört ayağım havada sırt üstü yere yuvarlanmam gerekiyordu anlaşılan.

"Boksör müsün?" dedi, yere filan yuvarlanmadığımı görünce.

"Tam sayılmaz. Özel dedektifim."

"A-a!" Sinirlenmişti, başını geriye atınca saçının gözalıcı rengi büyük antrenin oldukça ölgün ışığında çaktı söndü. "Matrak geçiyorsun benimle."

"Hıh-hı."

"Ne dedin?"

"Devam, sen konuş," dedim, "dediğimi duydun."

"Bir şey demedin ki. Anlaşılan işin gücün dalga geçmek." Başparmağını kaldırıp ısırdı. Garip biçimli bir başparmaktı bu, fazladan bir parmak gibi ince ve dardı, ilk eklem yeri düzdü. Parmağını ısırdı, bebek emziği gibi ağzında çevirerek yavaşça emmeye başladı.

"Müthiş uzun boylusun," dedi. Sonra nedenini kendi bildiği bir neşeyle kıkırdadı. Derken ayaklarını yerden kaldırmadan ağır ama kıvrak bir hareketle döndü. Elleri gevşedi, iki yanına düştü. Parmaklarının ucunda yükselerek bana doğru kaykıldı. Birden kendini kollarıma bırakıverdi. Ya tutacaktım ya da yere düşüp kafasını kırmasına göz yumacaktım. Koltukaltlarından yakaladım, vücudu anında kollarımda gevşedi. Doğrulup ayağa kaldırmak için sıkıca tutmam gerekti. Başı göğsümün hizasına gelince sürtündü, bana bakıp kıkırdadı.

"Şirinsin," dedi kıkırdayarak. "Ben de şirinim."

Bir şey demedim. Uşak da bahçeye açılan kapılardan içeriye girip beni kollarımda onunla görmek için tam o anı seçti.

Umursamadı ama. Uzun boylu, sıska, gümüş rengi saçlı, altmışında ya da altmışını biraz geçkin bir adamdı. Görüp görebileceğiniz en uzak bakışlı mavi gözlere sahipti. Teni düzgün ve parlaktı, yürürken çelikten kaslara sahipmiş izlenimi veriyordu. Yumuşak adımlarla odayı boylu boyunca geçip yanımıza geldi, kız sıçrayıp kollarımdan kurtuldu. Şimşek hızıyla merdivenlere koştu, ceylan gibi fırladı çıktı basamaklardan. Daha aldığım derin soluğu salıvermeden gözden kaybolmuştu.

Uşak donuk bir sesle, "General sizi kabul edecek, Bay Marlowe," dedi.

Çenemi göğsümden toparlayıp anca yerine yerleştirmiştim, başımı salladım. "Kimdi bu?"

"Bayan Carmen Sternwood, beyefendi."

"Memeden kesseniz artık. Yaşı gelmişe benzer!"

Uşak bana en ciddi ve kibar suratıyla bakarak dediklerini tekrarladı.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X