Yücel Kayıran, “Ulusal devlete direnç”, Radikal Kitap Eki, 25 Haziran 2010
Ahmed Arif, aslında eleştirmenleri bakımından şanslı bir şairdir: Sezgi, keskin bakış, kuramsal kavrayış ve temellendirme, ve bu öğelerdeki güç ve nitelik bir araya toplanmıştır: Muzaffer İlhan Erdost, Cemal Süreya, Yaşar Kemal, Gülten Akın, Ahmet Oktay. Ancak eleştirinin, dönemin siyasal söyleminden, toplumsal ve kültürel ruhundan etkiler taşımaya ve bu öğeler tarafından belirlenmeye yazgılı olduğu dönemlerde, edebi eleştiri, söz konusu şair için bir cehennem atmosferine dönüşebilir. Ahmed Arif’in şiirine ilişkin eleştirel tasarı, biri poetik, ikincisi siyasal olmak üzere iki kolda vücut bulmuştur. İki koldan gelişen bu eleştirel tasarı, temelde ortak bir noktada buluşur. Poetik eleştiri, bu şiirin geçmiş dönemin bir şiiri olduğunu dile getirirken, siyasal eleştiri de, bu şiirin feodalitenin şiiri olduğunu dile getiren bir söylem içinde göstermekten geri durmamıştır. Feodal olmakla nitelenmek, Türk toplumcu gerçekçi şairlerinin korkulu rüyalarından biridir.
Ahmed Arif’in şiirine yönelik ilk kritik Muzaffer İlhan Erdost’tan gelir (Türk Solu, 15 Aralık 1967). Ancak yazı dergide, Ahmed Arif’in Enver Gökçe’yle, biri feodalitenin şairi diğeri proletaryanın şairi bağlamında sunulunca, Erdost’un kritiği, Ahmed Arif’in, ‘feodal şair’ olarak algılanmasına yol açar.
Ahmed Arif’e yönelik ilk poetik önemsizleştirme Turgut Uyar’dan gelir. Turgut Uyar, ‘A. Turgut’ adıyla yayımladığı “Dergilerde” başlıklı yazısında (Türk Dili, Sayı 201, 1968) Rüstem adlı şiirini, “Türk edebiyatının en güzel örneklerinden biri” derken, Otuzüç Kurşun adlı şiirinin güzel ve önemli bulmadığını belirtir. Uyar’a göre, ‘Ahmed Arif’in Türk şiirindeki yeri abartılmaktadır’, çünkü onun şiiri ‘bölgesel özelliklerin şiiridir’. Cemal Süreya, Ahmed Arifi, garip şiirine kulak asmadığı için önemser. Ahmet Oktay, Arif şiirinin sessel bakımdan, Niyazi Akıncıoğlu ile Enver Gökçe’nin ardılı olduğunu söyleyecektir.
Ahmed Arif’e yönelik ilk ‘ayak çelme’ girişimi de, Halkın Dostları’ndan gelecektir. İsmet Özel tarafından kaleme alınan ama imzasız olarak yayımlanan “Gerici Sanata Hücum” başlıklı yazıda şu sav dile getirilir: “Toplumcu şiir ülkemizde yıllardan beri namusla insani değerlerin savunusunu yapmıştır. Ama N. Hikmet ve A. Arif dışında büyük boyutlara ulaşmış değildir. Kaldı ki bu iki büyük usta da kendi dönemlerinin şairleridir. Sorunları da Marksizmin klasik yorumu çerçevesindedir.”
Cahit Külebi’nin kardeşi
Bir kez daha söyleme de sakınca yoktur; bir şairi anlamanın yolu, onun neye ve kime başkaldırmış olduğunu anlamaktan geçer. Şairler arasında benzerlik ilgisinin mantığını da burada aramak gerekir: Neticeleri benzer olanlar değil, varlıksal bakımdan başlangıç nedenleri benzer olanlar kardeştir. Ahmed Arif, poetik bakımdan Niyazi Akıncıoğlu veya Enver Gökçe’nin değil, Cahit Külebi’nin kardeşidir. Kendileriyle ilgili düzyazısal metinlerini birlikte okumak gerekir. Her iki şairin, kendilerinden söz ederken mahcupluklarını dile getirişleri, anlaşılmadıklarından söz ederken utanmaları aynı ruha aittir. Ahmed Arif de, Cahit Külebi gibi, poetik bakımdan Faruk Nafiz’in asi çocuğudur. Ahmed Arif, şiirler tanışma yıllarından bahsederken, “bizim için o zaman en büyük şair Faruk Nafiz’di” der. Cahit Külebi’yi ve Ahmed Arif’i anlamanın yolu, Faruk Nafiz, Kamalettin Kamu ve Ahmet Kutsi üçlüsünün poetik problemini doğru anlamaktan geçmektedir. 40 kuşağından, Niyazi Akıncıoğlu, Enver Gökçe’nin şiirlerini de bu şairlerin şiir evrenlerine bir tepki şiiri olarak okumak mümkündür. Ancak ilkinde Nâzım Hikmet şiirinin etkisi ikincisinde ise ideolojik kavrayışın katkısı, onları Arif’in şiirinden ayırmaktadır. Yeri gelmişken bir tez daha: 40 Kuşağının önemli şairlerinden sayılan Hasan İzzettin Dinamo’nun Çoban Şiirleri adlı kitabındaki şiirleri, 40 Kuşağı şiir anlayışı içinde değil, Çamlıbel-Kamu-Tecer üçlüsünün şiir evreni içinde yer. Dinamo bu nedenle 40 Kuşağı bakımından bir kayıptır.
Bu şiirin İstanbul Türkçecini reddeden, başka Türkçelerin de olduğunu gösteren bir şiir olduğunu da hesapta tutmamız gerekir. Şöyle de söyleyebiliriz: Elitlerin, zenginlerin, modern eğitimlilerin Türkçesine karşı yoksulun Türkçesiyle yazmak.
Ahmed Arif şiirinin merkezini oluşturan temel problemin, ulusal devlete direnç olduğunu savunacağım. Ahmed Arif’in şiirleri içinde Otuzüç Kurşun’a ayrı bir önem verdiği ve bu şiiri sürekli geliştirmekten söz ettiği bilinmektedir. Sadece bu bakımdan değil, Otuzüç Kurşun, Ahmed Arif şiirinin problem zeminini oluşturur ve diğer şiirleri kendi zemini etrafında toplayan bir vakum işlevi görür. Otuzüç Kurşun hesaba katılmadığında, Arif’in, diğer şiirleri, Erdost’un ifadesiyle söylersek, “temelde yarı-feodal bağımlılık içinde olan öğeleri” betimleyen şiirler olarak kalır. Otuzüç Kurşun, Ahmed Arif şiirinin çimentosudur. Ve bu çimento, tarihsel olanın, ontik(varlık) olana yönelik darbesini dile getirir. Varlıksal olan, tarihsel olan tarafından parçalanır. Buna talihin değil, ‘tarihsel darbe’ veya ‘tarihin darbesi’ diyelim.
Bu şiirin dördüncü bölümü şöyledir:
Ölüm buyruğunu uyguladılar,/ Mavi dağ dumanını/ ve uyur-uyanık seher yelini/ Kanlara buladılar/ Sonra oracıkta tüfek çattılar/ Koynumuzu usul-usul yoklayıp/ Aradılar,/ Didik-didik ettiler/ Kirmenşah dokuması al kuşağımı/ Tesbihimi, tabakamı alıp gittiler/ Hepsi de armağandı AcemelindenÖ// Kirveyiz, hısımız, kanla bağlıyız/ Karşıyaka köyleri, obalarıyla/ Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,/ Komşuyuz yaka yakaya/ Birbirine kavuşur tavuklarımız/ Bilmezlikten değil,/ Fıkaralıktan,/ Pasaporta ısınmamış içimiz/ Budur katlimize sebep suçumuz,/ Gayrı eşkıyaya çıkar adımız/ Kaçakçıya/ Soyguncuya/ Hayına...// Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz/ Rivayet sanılır belki/ Gül memeler değil/ Domdom kurşunu/ Paramparça ağzımdaki...
Buradaki temel sorun, kuşkusuz ‘pasaport’, ‘karşıyaka köyleri’, ‘kaçakçı’ kavramlarının işaret ettiği durumda ortaya çıkmaktadır. Karşıyaka köyleri ifadesi, mayınlı araziyle birbirinden ayrılmış köyleri dile getirir. Kaçakçı ifadesi, yasal izin olmaksızın mayınla belirlenmiş sınırı geçmek durumuna işaret etmektedir. Pasaport, ülke sınırını geçmeyi saplayan yasal izin belgesini dile getirmektedir. Bunların hepsi birlikte bize, mayınlı araziyle işlenmiş ülke sınırının varlığını dile getirmektedir. Mayınlı araziyle işlenmiş ülke sınırı ise, ulusal devletin varlık sahasını dile getirir. Başka bir deyişle, ulusal devlet, coğrafi olarak, mayınlı araziyle işlenmiş ülke sınırıyla ortaya çıkmıştır. İmparatorluk döneminde, sınır, o bölgedeki nehrin güzergâhı veya dağ silsilesi gibi belirsin bir alanı gösteriyordu. Ahmed Arif’in dile getirdiği ontolojik trajedi, ulus devletin coğrafi olarak varolma sürecinin yol açtığı trajedidir. Tarihsel darbe veya tarihin darbesi derken kastettiğim budur. Ve ulus devlete direnç derken de kastettiğim, bu darbe karşısında, insanın karşı tavır alışı, yani siyasal direnç değil, yaşadığı ontik (varlıksal) direnç, yani bu yapılanı insanın onuruna layık olduğunu kabullenememekten dolayı çaresizlikle dile gelen hınçtır.
Türk şiirinde, bu tarihsel durumu gösteren tek şiir Ahmed Arif’in şiiri olmuştur ve Ahmed Arif’i, yüzyıl için ve bugün hâlâ tek ve ayrıcı kılan nitelik de burada gizlidir. Ahmed Arif’in şiiri, bize, tersinden şu durumu da gösterir: Modernliğin, 20. yüzyıl boyunca, bütün ülke insanlarının bir olanağı olarak değil, sadece zengin ve egemen sınıfların bir olanağı olarak gelişmiş olduğunu..
Ulusal devlete karşı gösterilen bu direnç, modern bir hareket değildir. Bilindiği gibi, modern hareket, episteme tarafından örgütlenen bir harekettir. Bir öfkenin kendiliğindenliği için değil, bir idealin, bir ütopyanın gerçekleştirilmesi için, akıl veya epistemenin kontrolünde gerçekleştirilen bir hareket. Dolayısıyla modern harekette direnç, bir dolayım içine girer. Oysa Ahmet Arif’in şiirindeki direnç dolaysızdır. Cemal Süreya, Ahmed Arif adlı yazısında, “karşı koymaktan çok, boyun eğmeyen bir doğa içinde”, diye tanımlarken kastettiği de böyle bir şeydir. Eğer bu argüman doğru ise, Ahmed Arif’in şiirini, toplumcu gerçekçi bir şiir olarak da adlandıramayız. Çünkü toplumcu gerçekçilik tasarımının temelinde bilimsel sosyalizm epistemesi yer alır. Dolayısıyla Ahmed Arif şiiri, Nâzım Hikmet şiiri çizgisinde de yer almaz. Ahmed Arif, Cahit Külebi gibi, folklorun mucizesidir.