İSTİŞARE, s. 63-65.
Yine geç kalmıştı!
Bu sefer kesin yiyecekti paparayı.
Mutfağa girdiğinde yüzünde kadere boyun eğmiş birinin ifadesi vardı. Kararlıydı, ne söylense ağzını açmayacaktı. Yüzüne tükürseler hak etmişti valla. Kapıdan bir adım içeride durdu, sırtı ona dönük delikanlıya usulca seslendi.
"Selamın aleyküm Cafer abi..."
Delikanlı, sesi duyunca irkildi. Arkasına dönüp sıcacık gülümsedi. Orta boylu, saçları kısa kesilmiş, temiz yüzlü bir çocuktu bu, taş çatlasa yirmi iki, yirmi üç yaşlarında ama daha olgun gösteriyordu. Sinek kaydı tıraşlı çenesinde iri bir et beni vardı. Burnu hafifçe kemerliydi. Kumaş pantolon giymiş, uzun kollu, beyaz gömleğinin eteğini dışarıda bırakmıştı. İnce, yazlık gömleğin kolları dirseklerine kadar kıvrıktı.
"Aleyküm selam Murat. Hoş geldin."
"Geç kaldım abi..." diye yüzünü buruşturdu Murat. "Kütüphanede ders çalışıyordum, saati unutmuşum."
"Önemli değil şakird," diye güldü Cafer. "Salona geç soluklan biraz, işim bitince gelirim ben de."
Murat'ın içi cız etti. Kahretsin ya! Çocuk ona bağırıp çağırsa böyle kötü hissetmezdi kendisini. Bugün o nöbetçiydi, istişare için hazırlık yapmak onun göreviydi. Cafer bunu unutmuş olamazdı, ama yüzüne vurmadan üstlenmişti işleri. Ne iyi adamdı bu!
Geç kaldığı için kendine lanet okudu.
"Abi ben yaparım sen geç içeri," diye karşılık verdi sıkılgan bir ifadeyle. "Benim sıram bugün."
"Ne fark eder," diye omuz silkti Cafer. "Ama istiyorsan gel yardım et. Sevabı bölüşelim. Ben bulaşıkları yıkayacağım sen de çayı koyarsan iyi olur. Çabuk bitiririz."
Murat sessizce çaydanlığın başına gitti, içine baktı, boştu. Raftan çay poşetini aldı, demliği doldurdu. Poşetin yanında duran açılmamış bisküvi paketleri dikkatini çekti. Kremalı, sade, çifte kavrulmuş, çikolata parçacıklı, farklı çeşitlerden sekiz paket.
"Bisküvileri açayım mı abi?"
"Aç istersen. Kimse ekmezse sohbette on dört kişi olacağız. Beş tabağa bölsen yeter."
"Sohbetten sonra istişare var mı abi?"
"Evet var. Çalışman gerekiyorsa raporunu ilk verir, sonra içeri kaçarsın. Sorun olmaz."
"Tamam abi," dedi Murat. "İyi olur valla." Çaydanlığın altına su koydu, ocağı yaktı. Sonra raftaki bisküvilere uzandı.
Kimse ekmemişti. Bu çok sık yaşanan bir durum değildi, Cafer mutluydu bu yüzden. Ev imamı görevine atandığından beridir ilk kez bu kadar kalabalık bir gruba sohbet yapacaktı. Birazcık heyecanlı olduğunu kabul etmeliydi.
Önce havadan sudan sohbet ettiler bir süre. Okuldan, derslerden, spordan, laf futbola gelince farklı takımları tutanlar arasında neşeli atışmalar yaşandı. Ezanın okunmasıyla birlikte evin iki tuvaleti önünde kısa birer kuyruk oluştu. Herkes abdestini alınca hep birlikte namaza durdular. Cafer küçük cemaatine imamlık ederken kimse sıkılmasın diye en kısa duaları tercih etti, sesi gürdü, ama komşulara ulaşmayacak düzeyde kalmasına da özen göstermişti. Sünnetleri kılarken ise sevdiği uzun duaları okudu, bu yüzden en geç bitiren iki kişiden biri oldu.
Diğeri her zamanki gibi Murat'tı. Onlar selam verip namazdan çıktıklarında, diğerleri çoktan koltuklara dağılmışlardı bile.
Cafer takkesini çıkarıp raflardan birine bıraktı, sonra kırmızı kapaklı kalın bir kitap alıp duvarı ortalayan bir yere geçti. Oturup kapağı açarken hangi risaleyi okuyacağına çoktan karar vermişti. Dinleyicilerin hepsi daha önce birkaç sohbete katılmışlardı, yabancı değillerdi, Hizmet'i az çok tanıyorlardı. Bu yüzden kolay bir metin seçmesi gerekmiyordu. Birkaç gündür onu düşündüren gıybet konulu risaleyi açtı ve duygulu bir sesle okumaya başladı.
Murat bir yandan okunan risaleyi dinliyor, bir yandan da etrafa çaktırmadan pencereden dışarıyı, kışın güzelliğini seyrediyordu. Bu mevsimin renk cümbüşüne bayılıyordu doğrusu. Hoş bir manzarası vardı evin, önü açıktı, gelir düzeyi yüksek insanların oturduğu bir mahalleye bakıyordu, türlü çiçeklerle bezeli bahçeleri olan, çoğu iki katlı villalar, bordo kiremitli. Bazılarının bahçesinde havuz bile vardı. Evdeki tüm kitapları zaten okumuş olduğu için Cafer'i can kulağıyla dinlememesi ayıp sayılmazdı herhalde. Öyle olsa bile, aklının bir kısmı dışarıdaki güzellikteydi işte, elden ne gelir.
(...)