Önsöz ve Teşekkür, s. 47-56.
Yakın zamanda tartışmacısı olduğum bir panelde, büyük bir kolektif araştırma projesinin bulgularında karşılaştım bu kitabın "sorunuyla" veya bunun bir versiyonuyla. Panelistlerin odağı sanayideki yeniden yapılanma ile hanelerde değişen iş pratikleri arasındaki kesişmeydi; açıkça belirtilen hedef bu iki toplumsal alanın karşılıklı etki ve etkileşimini araştırmak olsa bile, ortaya çıkan temel ilişki hanelerin sanayi sektöründeki değişime uyum sağlamasıydı. "Uyum sağlama" ve "baş etme", şaşırtıcı bir çeşitlilik içeren yaşam koşullarının, endüstriyel değişime gösterilen çeşitli tepkilerin altında toplandığı genel terimlerdi.
Araştırmacılar, fondaki uyum sağlama ve ayak uydurma vurgusuna rağmen göze çarpan birtakım gerginlik ve çelişkilere de geçerken değindiler: Yaşlı işçiler 12 saatlik vardiyaya ayak uydurmakta büyük güçlükler çekiyorlar; evin ekmeğini iki kişinin kazandığı hanelerde kadınla erkek arasındaki işbölümünün değişmesi yüzünden cinsel kimlikler sarsıntıya uğruyor; hem vardiyalı hem de işten çıkartılan işçiler arasında (kapitalist ve endüstriyel olmayan) ekonomik faaliyet artıyordu. Bu sorunlu, çelişkili ve araştırmayı karmaşıklaştıran unsurların varlığı teslim edilirken, bunların sanayi alanındaki etkileri sorgulanmıyordu. Üretilmekte olan anlatı, yerelin kendini uyarlaması ve uyum sağlamasının anlatısıydı; küresel ekonominin yeniden yapılanmasına, yerel toplumsal ve kültürel yaşamın üstünde bir hâkimiyet atfediliyordu farkında olmadan.
Uyumsuzluğu –sinai dönüşümle hizalanmayan ve buna sığmayan şeyleri– araştırmayı reddetmek, kurgulanmakta olan toplumsal temsile ister istemez bir ekonomizm veya üretimcilik sokmuştu. Başka her şeyin ona uyarlandığı ve ayarlandığı yapısal sınai dönüşüm, yerel bağlamda merkezi ve belirleyici dinamik konumundaydı. Oysa araştırmacılar tam da bu tür belirlenimci çözümlemeden kaçınmak istiyorlardı. Yerel vaka araştırmalarında "ne olduğunu" ortaya çıkarmaya çalışırken, bu araştırma projelerinin yeniden yapılandırma sürecinin bir parçası haline geldiklerini dikkatlice anlatmaya çalıştım. Kapitalist işyerindeki, hane pratiklerindeki ve toplumsal cinsiyet inşasındaki dönüşümlerin birbirleriyle çelişmediğine dair bir dil ve imge oluşturmuşlardı, dolayısıyla temsil edilen bağları güçlendirmeye katkıda bulunuyorlardı.
Bundan bir süre önce, çok farklı söylemsel bir bağlamda, Eve Kosofsky Sedgwick'in "Noel etkisi" adını verdiği şeyle karşılaştım. Sedgwick'e göre Noel'in bu denli moral bozucu olmasının nedeni, toplumun tüm kurumlarının bir araya gelerek "tek ağızdan" konuşmasıydı (1993: 5): Elbette ki Hıristiyan kiliseleri, ama aynı zamanda okul ve resmi tatilleri belirleyen devlet, iş dünyası, reklamcılık, Noel furyasını alevlendiren ve Noel'e kaç gün kaldığının borazancılığını yapan medya, toplumsal etkinlikler ve ev-içi faaliyetler, "tüm bunlar... her yıl birbiriyle düzgünce hizalanır; bu yolla yaratılan yekpare sütunu süzgün gözlerle seyreyleriz" (s. 6).
Sedgwick cinsel yönelim beklentileri alanında da benzeri türden yekpare bir oluşuma dikkat çeker. Burada toplumsal cinsiyet, cinsellik nesnesi seçimi, cinsel pratikler (ki buna belli organların ve deliklerin ön plana çıkartılması dahildir) ve "yaşam biçimleri" veya yaşam tercihlerinin öngörülebilir bir ilişkisellik içinde bir araya gelmesi beklenir. Birçoklarının cinsel deneyimiyle ters düştüğü halde bu kısıtlayıcı beklentiler kümesi sadece dönemsel bir ıstırap yaratmakla kalmaz. Yaşam boyu süren bir baskının kaynağı, bir ölüm kalım meselesi ve arzunun değilse bile cinsel olanakların başına bela olan bir tür büzücü kastır.
Tartışmacı olarak yaptığım yorumlarda, toplumsal kuram alanında benzeri derecede kısıtlayıcı olan bir "Noel etkisine" tosluyor gibiydim. Araştırmacılar sanayi ve topluluklardaki dönüşümüne dair zengin ve çeşitlendirilmiş bir dizi hikâye üretmek için yola çıkmış, ama hane ve toplulukların sanayideki dönüşüme nasıl ayak uydurduklarını göstermekle kalmışlardı. Sundukları bildirilerde olaylar sanayi ile hizalanmakla kalmayıp, ayrıca sanayi etrafında dönmekteydi; dolayısıyla kapitalist bir ekonomiyi merkezine alan bütünlüklü bir toplum temsili üretmişlerdi (hem günlük hem de akademik tartışmalarda "kapitalist toplum" adı verilen şeydi bu).
Ne var ki Sedgwick'in Noel, aile ve cinsellik hakkındaki soruları, başka toplum temsillerinin olabilirliğine işaret ediyordu: "Peki ya... anlam ve kurumların birbiriyle ilişkilenmeme biçimlerine değer vermeye dönük bir pratik olsaydı, ne olurdu? Ya en zengin bağlantılar her şeyin aynı anlama gelmediği bağlantılar olsaydı, ne olurdu?" (1993: 6). Bu araştırma projesi açısından Sedgwick'in önerdiklerinin üzerine gitmek demek, istikrarsız toplumsal cinsiyetlerin, yeni vardiya saatlerine adapte olamama halinin ve gayri-kapitalist ekonomik faaliyetlerin, hasıraltı edilmesi yerine vurgulanması demektir. Hane, özne ve kapitalist sanayinin uyumlu bir şekilde işlediği (ve aslında kapitalist hegemonyanın yeni safhasında bir araya geldiği) görüşünün yerine, gayri-kapitalist ekonomik pratiklerin çoğaldığı, toplumsal cinsiyetin yeni baştan müzakere edildiği ve siyasetin öznelerinin sanayideki yeni yapılanmaya karşı aktif bir direniş örgütledikleri ve bu sayede akışını etkiledikleri alternatif bir toplum temsili geçirilebilir.
Daha genel anlamda Sedgwick'in yaklaşımı, toplumları ve ekonomileri hegemonik olmayan oluşumlar olarak temsil etme olanağına işaret ediyor. Her şeyin aynı terkibin bir parçası olduğu ve nihai olarak "aynı anlama geldiği" (örneğin kapitalist hegemonya) toplumsal temsiller üretmek yerine, toplumsal varoluşu –Sedgwick' in terimleriyle– kendiyle ilişkilenmeme hali olarak betimlesek ne olur? Zengin ve üretken bir karmaşa temsilinin bize sağlayabileceği avantajlar var mıdır?
Siyasal iktisatçı olarak daha erken dönem çalışmalarımda kapitalist hegemonyaya dair çeşitli temsiller üretmiş biri olarak, bu tür sorun ve olanaklara karşı özel bir duyarlılık geliştirmiştim. 1970'lerin ekonomik krizinin ardından kapitalist ekonomilerde hangi gelişmelerin olduğuyla ilgilenen geniş ancak gevşek bir bağ içindeki bir grup siyasal iktisat kuramcısından biri olarak ben de endüstriyel üretimin, şirketlerin, tüketim biçimlerinin, devlet düzenlemelerinin, işletme kültürünün ve fikirler ve siyasetler dünyasının 1970'ler ve 80'lerde bir hegemonik tertipten diğerine dönüşmekte olduğu izlenimini taşıyor ve bunu kuramlaştırıyordum. Sektörler arasındaki farkın benim çok ilgimi çekiyor olması; endüstriyel dönüşümün "ekonominin" makro-mantığından türediği veya bunu doğrudan yansıttığı gibi bir kanıya (en geniş ölçekte gerçekleşen dönüşümler söz konusu olduğunda bile) sahip olmamam bir şey fark ettirmiyordu. Zira ekonomi, siyaset, kültür ve öznelliğin birbirini beslediği ve hepsinin kapitalist bir surete sahip olduğu bir dünya temsili üretmeye devam ediyordum ben de. Dünyayı değiştirme hedefiyle anlamaya çalıştığım illüzyonunun peşinden gideyim derken aslında çokça yıpranmış bir yokuştan aşağı koşuyordum; oysa kafamı çevirip arkama baksam, çözümlemelerimin sonucunun "kapitalist toplumu" ilk başladığım günden daha da ağırlıklı ve tanımlayıcı hale getirmek olduğunu görürdüm.
O ilk heyecanlı yıllarda toplumsal temsillerin "edimselliğini" (performativity) –başka deyişle, görünürde temsil ediyor oldukları dünyalarla ne denli iç içe geçmiş olduklarını– henüz ciddi biçimde kaale almıyordum. Paneldeki araştırmacılar gibi ben de "dışarıda olup biteni" kavramaya çalışıyordum hâlâ. Yaratmakta olduğum toplumsal temsili, yaşamak zorunda kalacağım dünyayı kuran bir şey olarak görmüyordum. Oysa üretmekte olduğum küresel kapitalizm imajıyla kapitalist hegemonyanın yeni safhasını güçlendirmeye etkin olarak katkıda bulunuyordum.(1) Süreç içerisinde bu bana gittikçe daha açık ve daha bunaltıcı gelmeye başladı.
Benim durumum, "eleştiri nesnesini" önemli sonuçlar doğurabilecek ebedi bir kuramsal mesele olarak algılayan birçok başka sosyal kuramcınınkine benziyordu. Kuramcılar ataerkilliği, ırkçılığı, zorunlu heteroseksüelliği veya kapitalist hegemonyayı tasvir ettiklerinde, sarsmak veya yerinden etmek istedikleri bir oluşumu resmetmiş olmuyorlar yalnızca. Aynı zamanda toplumsal dünyanın bir temsilini üretiyor ve o temsili edimsel bir güçle donatıyorlar. Bu temsil nüfuz kazandıkça "hegemonik oluşumun" hegemonyasına katkıda bulunabilir; hiç kuşkusuz, başarılı siyasal müdahale olasılıkları da dahil olmak üzere, insanların fark veya değişim yaratabilme olanağına dair düşüncelerini etkileyecektir.(2)
Belki de kısmen bu yüzdendir ki birçok toplumsal kuramcı söylem alanında hegemonik oluşumların (örneğin heteronormallik, yani toplumsal cinsiyetin ikili hiyerarşisi) kuramını yaparken, toplumsal alanı ele avuca gelmezlik ve çeşitlilik olarak temsil etmeye başladı.(3) Bunun güzel bir örneğini Eve Sedgwick'in Epistemology of the Closet'inin (Dolabın Epistemolojisi) açılış bölümünde, insanların cinsellikle olan ilişkisinde fiilen var olan büyük çeşitliliğin "barizliğini"(4) heteronormatif cinsellik söyleminin karşısına koymasında bulmak mümkün. Benzer bir biçimde bell hooks hâkim siyah erkekliğin (ve siyah ırksal kimliğin) fallosantrik söylemi karşısına siyah erkekliklerin ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin çeşitliliğine işaret eden bir toplumsal alan çıkarır.(5)
Birçok siyasal iktisatçı gibi ben de ABD'deki toplumsal oluşumu ve "küresel ekonomiyi" kapitalizmin hâkimiyetinin vuku bulduğu mahaller olarak; bu hâkimiyeti ise, açıkça, toplumsal (veya ekonomik) alana yerleştirerek kuramlaştırmıştım. Şimdi ise (devrimci) bir fark yaratabilecek bir kuramsal seçenek belirmişti: ekonomik söylemin hegemonikleşmiş olduğunu tasvir ederken, toplumsal dünyanın ekonomik açıdan farklılaşmış ve karmaşık olduğunu teslim etmek. Fark ettim ki, kapitalist hegemonyayı toplumsal eklem veya yapı olarak değil de, (hâkim) bir söylem olarak anlamak, hem mümkündü, hem de üretken olma potansiyeli barındırıyordu. Böylece ekonomik pratiği geniş bir kapitalist ve gayri-kapitalist faaliyetler yelpazesi barındıracak şekilde temsil etmek ve gayri-kapitalist faaliyetlerin bugüne kadar göreceli olarak "görünmez" kılındıklarını, zira onları "görünür" kılacak olan kavram ve söylemlerinin kendilerinin marjinalize oldukları veya bastırıldıklarını öne sürmek mümkündü.
Şimdi bugüne gelmiş, bu kitabın yazılma (daha doğrusu tamamlanma) ânına varmış bulunuyoruz. Bu kitap kapitalist hegemonya söylemleri hakkında ve bunlara karşı yazıldı. Hedefi, kapitalizmin karşısına ekonomik yaratıcılık siyasetini dikmeye katkıda bulunabilmek umuduyla, şimdiye kadar bastırılmış olan ekonomik çeşitlilik söylemlerinin ortaya çıkabileceği ve gelişebileceği söylemsel bir alan açmaktır.
Bu kitabı tahayyül etme ve sonunda yazabilme yetisi benim açımdan hem entelektüel çalışmalarımda, hem de o çalışmalarla olan ilişkimde çok derin bir dönüşüm geçirmeyi gerektirdi. Bu dönüşüm kendi kişisel kimliğime kadar uzanır veya belki de bununla başlar. Zira J. K. Gibson-Graham ancak 1992 yazında (bir feminist konferansa ev sahipliği yapan Rutgers Üniversitesi'nde bir yatakhane odasında) doğdu. Yazarlık kurumuyla ve isimlerle oynamış olan birçok kadın yazarın izinden yürüyerek biz de (Katherine Gibson ve Julie Graham) o anda tek bir yazı kişiliği (persona) olduk.(6) On beş yılı aşkın bir süredir, lisanüstü eğitimimizin ilk yılında başlattığımız ve New England eyaletindeki fabrika kapanmalarını konu alan ortak projeden beri birlikte çalışıyor, düşünüyor ve yazıyorduk. Ve ilişkimizi tabiyet, yaş, görünüş, akademik eğitim, aile statüsü, kişilik ve deneyim gibi sadece birkaçını saydığımız farklar arasında gerçekleşen pazarlıklar içinde (değişken ve karmaşık bir biçimde) yapılandıran değer ve iktidar hiyerarşileri dağarcığını pratikte altüst etmemiz elzem hale gelmişti. JKGG olmak bizi hangimizin "yazar", "araştırmacı", "kuramcı", "yaratıcı düşünür" olduğu gibi yerleşik tasavvurlardan kurtardı. Farklılığımızı yüceltmek ve pekiştirmek açısından daha önce fark etmediğimiz yollar açtı önümüze.(7) (Bu birleşik edebi kişilik'in kendine has istikrarsızlıklarının olduğu, bazen tekil, bazen de çoğul birinci şahsı kullanmamızdan, kâh "ben", kâh "biz" olmamızdan da anlaşılmaktadır.)
Kendimizle ve çalışmalarımızla ilişki kurma biçimimizdeki dönüşüm kendini okuma, yazma ve araştırma yöntemlerimizde çok daha maceracı bir yaklaşım olarak ortaya koydu.(8) Özellikle kendi disiplinlerimizin sınırları dışına taşarak, (Don Shakow, Ron Horvath, Benneth Harrison ve Bob Ross'un cömert danışmanlığında eğitim aldığım alanlar olan) siyasal iktisat ve coğrafyadan başka alanlara giderek daha fazla girmeye başladık.Yoldan çıkma ve göç etme eğilimimiz, özcülük karşıtı Marksizm ile, özellikle de bu Marksizmin Rethinking Marxism dergisi etrafında Steve Resnick ve Rick Wolff, Jack Amariglio, David Ruccio ile Ekonomik ve Toplumsal Analiz Derneği'nin (AESA) diğer üyeleri tarafından –Enid Arvidson, Usha Rao Banerjee, George DeMartino, Jonathan Diskin, Becky Forest, Harriet Fraad, Rob Garnett, Janet Hotch, Susan Johada, Ric McIntyre, Bruce Norton, Luis Saez, Blair Sandler, Amy Silverstein, Jackie Southern, Kevin St. Martin, Marjolein van der Veen, Peter Wissoker ve adı saymakla bitmeyecek diğerleri– geliştirildiği biçimiyle tanıştığımızda iyice güçlendi.
"Marksizmi yeniden düşünmek" gibi baş döndürücü bir macera, postyapısal feminist kuram ve queer kuramı gibi günümüzde yaratıcılık patlaması yaşayan ve hızla gelişen başka toplumsal kuram biçimlerinden özgül düşünme projelerimizi kolaylaştıracak şekilde beslenmeye teşvik etti bizi. Bu bakımdan Michèle Barrett, Elizabeth Grosz, Jonathan Goldberg, Sharon Marcus, Meaghan Morris, Chantal Mouffe ve Eve Kosofsky Sedgwick'in çalışmaları ve Jack Amariglio ile Michael Moon'un yoğun ve geliştirici dostluğu bizi özellikle etkileyip muktedir kıldı.
Bu kitabın yazıldığı döneme entelektüel haz arayışı damgasını vurduysa da, ortaya çıkış sürecindeki entelektüel olmayan hazların bazılarından bahsetmemek olmaz. Geçen altı yıl boyunca aramızdaki mesafenin zulmünden kurtulmak üzere (biraz da yanıltıcı bir şekilde "rahibe manastırı" denen) iş amaçlı inzivalara çekildik. Meslek ve ailenin taleplerinden bağımsızlaştığımız böyle gezilerde sadece düşünme, konuşma ve yazmaya odaklanma lüksünün ve buna eşlik eden görkemli yemeklerin, çikolata kaplı Makadamia fıstıklarının ve harikulade mekânlarda açık hava faaliyetlerinin –Melbourne yakınlarında Venüs Körfezi, Oahu ve Hawaii adaları, Güney Dakota'daki Black Hills gibi– verdiği zevki tattık. Bu yerlerin çoğunda sevgili arkadaşlar ve akrabalar bize kalacak yer ve karşılıksız hizmet sundular: Jackson Hole'da Beverly ve George, Portola Vadisi'nde Nat ve Bill, Cape Cod'da Judy ve Jacky, Balgowlah'ta Lillian ve Peter, Adirondacks'ta Andrea ve Peter.
Bu projenin ilerlemesini sağlayan en doyurucu ve talepkâr tecrübeler arasında birçok kurumdaki akademisyen ve lisansüstü öğrenci ile kurduğumuz uzun dönemli etkileşim vardır. Gordon Clark ve Monash Üniversitesi Sanat Fakültesi'nde Misafir Öğretim Üyesi pozisyonuna; Rutgers Üniversitesi'ndeki Eleştirel Çağdaş Kültür Çözümlemeleri Merkezi'ne; Allen Hunter, Erik Olin Wright ve Wisconsin-Madison Üniversitesi'ndeki Havens Merkezi'ne; Penn State' deki Coğrafya Bölümü'ne; Dick Bedford ve Waikato Üniversitesi'ndeki Coğrafya Bölümü'ne; Wallace Clement ve Rianne Mahon ve Carleton Üniversitesi'ndeki Siyasal İktisat Enstitüsü'ne; ve Monash Üniversitesi'ndeki Kadın Araştırmaları Merkezi'ne finansal yardımları, profesyonel destekleri ve entelektüel katkılarından dolayı teşekkür etmek isteriz.
Birkaç kişi kitabın tamamını okuyarak son düzeltmelere katkıda bulunan çok değerli yorumlarda bulundular. Bu cesur ruhlar (ve yakın arkadaşlar) bitmiş ürünün sorumluluğunun en azından birazcığını yüklenmeden kaçamazlar: Jillana Enteen, Neil Talbot, David Tait, Marjolein van der Veen, azminiz ve inceliğiniz bizim için çok değerli. David Ruccio koca bir tatil boyunca, bizi bir kez bile farklı bir kitap yazmamız gerektiği hissine kaptırmadan, çok faydalı önerilerde bulundu.(9)
Bu projeyle alakalı olsun veya olmasın, taraftar olsun olmasın, bize entelektüel doyum ve kişisel destek sağlayan arkadaş ve meslektaşlarımız oldu: Caroline Alcorso, Laurie Brown, Dick Bryan, Marta Calas, Jenny Cameron, Lauren Costello, Robyn Cross, Nancy Duncan, Glen Elder, Bog Fagan, Ruth Fincher, Nancy Folbre, Pat Greenfield, Jim Hafner, Ginny Haller, Gay Hawkins, Carol Heim, Phil Hirsch, Ruth ve Richard Hooke, Richie Howitt, Sophie Inwald, Jane Jacobs, John Paul Jones, Cindi Katz, Graham Larcombe, Wendy Larner, Margaret Lee, Eric Levitson, Sharon Livesey, Beth Loffreda, Robyin Longhurst, Rose Lucas, Suzanne MacKenzie, Ann Markusen, Peter McEvoy, Gabrielle Meagher, Andrew Metcalfe, Peter Murphy, Heidi Nast, Eve Oishi, Phil ve Libby O'Neill, Richard Peet, Rosemary Pringle, Bruce Robbins, Romaine Rutnam, Lisa Saunders, Louisa Schein, Maaria Seppänen, Linda Smircich, Neil Smith, Paul Smith, Ed Soja, Ulf Strohmayer, Noël Sturgeon, Andrew Vickers ve Sophie Watson.
Blackwell'dan John Davey kitabı yazma ve üretme sürecinde harikulade teşvik edici bir editördü ve bize çok yardımcı oldu. Luis Saez bize kapsamlı kütüphane çalışmasında yardım etti, hiç yorulmadan kitap bulup getirdi. Tony Grahame'a da editoryal değişiklikler ve bunların yapılma esnasındaki nezaketinden dolayı teşekkür borçluyuz.
Son olarak, dostluğumuzu devam ettirmemiz ve bu kitabı üreten uzun dönemli çalışma arkadaşlığımız kısmen de olsa bazı geniş ve ev cemaatleri sayesindedir: AESA üyeleri, Cooleyville sakinleri, Helen, Alfie, Josh ve David, Daniel ve Lillian Tait.
Yazar ve yayıncılar, daha önce yayımlanmış şu telifli materyalden bölümler kullanma izni verdikleri için dergi yayıncılarına teşekkür etmek isterler:
"Rethinking Class in Industrial Geography: Creating a Speace for an Alternative Politics of Class", Economic Geography, c. 68, no. 2 (1992), s. 109-27.
"Post-Fordism as Politics", ilk kez Environment and Planning D: Society and Space, c. 10 (1992), s. 393-410 içinde yayımlandı.
"'Hewers of Cake and Drawers of Tea': Women, Industrial Restructuring, and Class Processes on the Coalfields of Central Queensland", Rethinking Marxism, c. 5, no. 4 (Kış 1992), s. 29-56.
"Waiting for the Revolution, or How to Smash Capitalism While Working at Home in Your Spare Time", Rethinking Marxism, c. 6, no. 2 (Yaz 1993), s. 10-24.
"Haunting Capitalism: Ghosts on a Blackboard", Rethinking Marxism (yayımlanacak).
"Querying Globalization", Rethinking Marxism (yayımlanacak).
Notlar
(1) Sendika başkanlarının üyelerine yeni küresel ekonomi gerçeğini kabul etmeleri ve pastadan aldıkları payı korumak üzere hareket etmeleri yolunda salık verdiklerini duyduğumda, sözlerindeki kaçınılmazlık tınısından kısmen sorumlu olduğumu hissettim. Fred Block'un işaret ettiği gibi, "toplumsal kuram bize içinde yaşadığımız toplumsal bağlamın yol haritasını sağlamak açısından vazgeçilmez bir rol oynar" (1990: 2). Benim üretmekte olduğum türden toplumsal kuram, küresel kapitalizm tarafından yapılandırılan ve yönetilen bir alanın haritasıydı ve topu topu birkaç tane fena halde kısıtlanmış siyasal seçenek sunuyordu. Yukarı
(2) Çaresizlik hissi kitlesel veya yekpare patriyarka, ırkçılık veya kapitalizm karşısındaki belki en aşırı ama aynı zamanda en tanıdık siyasal duygudur. Yukarı
(3) Bu da elbette ki başarıları ve güçlü yanları olduğu gibi, başarısızlıkları ve sorunları da olan bir stratejidir. Bir şeyin söylemsel olması yekpare veya başa çıkılamaz olmadığı anlamına gelmez. Butler, Irigaray'nin evrenselci ve farklı kültürleri kesen fallogosantrizm kurgusunu tartışırken (1990: 13) ve "simgesel" alanda kadının zilletinin (abjection) kurucu bir yapı olarak ele alınmasını eleştirirken buna işaret eder: "Kadınlığı yadsıyan yapı, bu yapının herhangi bir toplumsal düzene bir şekilde önsel olduğunu ve bu yüzden toplumsal dönüşüme direndiğini iddia eden kuramın kendisi tarafından pekiştirilmiyor mu?" (1995: 19). Yukarı
(4) Bu barizliğin kendisinin hegemonik olmayan, yani marjinal söylemler tarafından kurulduğu varsayılıyor. Yukarı
(5) Black Looks'un (Siyah Bakışlar) siyah erkeklik konulu bölümüne bakınız. Yukarı
(6) Bizim kendi durumumuza en yakın örnek, 20. yüzyılın başında Avustralyalı yazarlar Marjorie Barnard ve Flora Eldershaw'un yarattıkları edebi kişilik olan M. Barnard Eldershaw'un yazdığı birkaç tarihi ve çağdaş romandır. İngiliz edebiyat kanonunu ve Büyük Yazar'ın önemini milliyetçi ve feminist bir gözle eleştiren M. Barnard Eldershaw, kolektif yazarlık açısından bir pratik ve model oluşturdu. Plaque with Laurel (Defneli Plaket) isimli romanındaki bir karakter birbirini tamamlayan güçlü ve zayıf noktaları olan bir edebi birlikteliği savunur: "Her birimiz biraz katkıda bulunsak da, kendi aramızda belki de bir bütün oluşturduğumuzu düşünmüyor musun? Bizim onu göremiyor olmamız, bir örüntü olmadığı anlamına gelmez. Birbirimizin eksikliklerini tamamlıyor olmalıyız. Sonunda birinin artısı diğerinin eksisinin içine sığıyor. Bilmece gibi işte. Bir bütün var, ancak o kimseye ait değil. Onu paylaşıyoruz biz" (Eldershaw, 1937: 295). Yukarı
(7) Ayrıca bunun birlikte çalışma yöntemlerimiz üzerinde beklenmeyen birtakım etkileri de oldu. Önceleri ortaklaşa yazdığımız makaleler bir ortak ürün olarak üretilirdi, her birimiz neredeyse eşit miktar ve cinste katkı yapardık. JKGG olarak hâlâ entelektüel anlamda işbirliği yapmaya devam etsek de, yazma sürecinde daha bireysel bir tavır takındık, birimiz okur/danışman iken diğeri tüm bölüm veya makalenin yazarı olabildi. Yukarı
(8) Bazı sosyal bilimci ve Marksist meslektaşlarımızın gözünde biz, gerçekten de, kendini dünyanın hakikatine adamış ve sadık "kuram azizeleri" olmaktan çıkmış, "kuram kaltakları" (önüne gelenle beraber düşünen hafif kızlar) oluvermiştik: Eğer âşık olduğunuz kuramla birlikte değilseniz, birlikte olduğunuz kurama âşık olun. Yukarı
(9) Kitap hakkında geliştirdiğimiz tahayyüllerimizden çoğu bu okuyuculardan kaynaklandı. Onlar kitabı "hüsnü yeniden kuruntu" (Talbot), "provokatif ve optimist" (Ruccio), "baştan çıkarma mekânı" (Tait) ve "yüzleşilmesi gereken bir güç" (Enteen) olarak nitelediler. Yukarı