İlhan Yavaş, “Bir mühendisin çiziktirmeleri”, Virgül, Sayı: 124-125, Ocak 2009
Özgür Taburoğlu’nun kitabı, deneme ve eleştiri/inceleme arası bir sınırda geziniyor. Bazen bölümler kendi başlarını alıp gidiyor, bazen de diğerleriyle uyumlu bir şekilde buluşuyor. Bu bazen “Mevzu neydi?” demeye götürse de bizi, böylesi sapmalar bir kitap bütünlüğü içerisinde rastlanmayacak detaylarla da karşılaşmamıza yardımcı oluyor. Rahat sayılabilecek bir okuryazarlığın koşulları, ya bir akademik çatı altında, bir yayın çevresinde ya da boşgezerliğin sonsuz zamanında aranır. Oysa böyle bir kitabı, hem de bu derinlikte, tam zamanlı bir mühendis olarak çalışarak ortaya çıkarmanın zorluklarını düşünmeden edemez okuyucu. Ama diğer yandan da, uzmanlıkların dışında tüm başka tutkuları birer hobi seviyesine indirgeyen bir işleyişin içerisinde umut verici görünür.
Kitap, yer yer Taburoğlu’nun dergilerde çıkan yazılarının bir derlemesi, ya da tersinden düşünülürse, çok uzun erimli bir tasarımın dergilerdeki tefrikaları gibi de okunabilir. Dergilere gönderilen yazılar, geleceği belirsiz bir çalışmanın içerisinde yazarın konakladığı duraklar gibi de görülebilir. Dergilerin varlığı sanki yapacaklarını unutmaktan, dağılmaktan kurtarır. Yazılanların bir kısmı, kaybolmasın diye güvenilir bir tanıdığa gönderilen emanetler gibi dergilerde saklanır. Ama bir dergi çerçevesine sığmayacak, yersiz kaçacak, kitabın bütünlüğü içerisinde anlam kazanan birçok başka bölüm sadece bu kitapta yer alır.
Kitap, çok biçimli bir parçalanmışlığın içerisinden yine de sağlam çıkmış görünür. Uzun zamana, çok farklı mekânlara ve yoğun unutuşlara ve anımsamalara rağmen, kendi meselesinden çok sapmamış görünür. Sanki bu mesele kendi doğasını korumuş, zamanın ve mekânın bozunmalarına karşı direnç göstermişçesine yarım bir bütünlükle, çok farklı başlıkların altında karşımıza çıkar. Ama yine de kitabın girişinde yazarın kendi sınırlarını kabul eden itirafları da vardır. Bölünmüşlüğünü, Avrupa-merkezli bakışını ve bu bakışın zorunluluğunu, eksik bıraktıklarını, okuyucusuna fırsat vermeden dile getirir. “Zamanım yoktu, bu kadarını ortaya çıkarabildim” türünden bir yakınma değil de, kendi yazdıklarıyla büyülenmekten uzak, yapıtını yukarıdan görebilen bir iyi okur bakışıyla yazar bunları. Biraz da yazdıklarından sık sık uzaklaşıp, tekrar buluşan bir okurun mesafesiyle görür yazdıklarını, sanki başkası yazmış gibi. Yerel vesikalar aramaya, yoğun tefekküre emekli olmadıkça fazla zaman bulamayacak bir okuryazarın sınırlanmışlığıyla yapılan itiraflardır bunlar. Trajik bir sınırlanmışlığa, kendisinin istemediği, başka bir şey yapmaya çalışan işleyişlere de yoğun bir itiraz vardır burada. Ama kendisiyle uzun konuşmalarımdan bildiğim kadarıyla, bu ketlenmişlik beklenmedik bir dirence, tersine bir verime ve tutkuya da yer açabilir. Yarım kalmaya yazgılı, meslek, uzmanlık halini almamış bir tutkunun içerisinde, hep diri kalan bir okuma ve yazma pratiği de geliştirebilir böylece. Yani onu zehirleyen şey, aynı zamanda onun ilacı olur. Kendisine sınırlar koyana bu kadar yakın oluşu da onun hıncını, tepkiselliğini ve yazınsal diriliğini ayakta tutar. Yazısı da bu yüzden durulmaz, bazen kendisini izleyen bir aşırılık kazanır, yer yer poetik, bazen dil oyunlarına gömülmüş görünür. Sadeleşmesine, yere inmesine izin vermeyen bir karşıtlaşmanın içerisinden yazıyor olması, yazılarını aynı zamanda poetik birer yapıta da dönüştürür. Ama eski yazılarından bu yana epey yol katettiği, okunduğu yerde tanınır bir üslup geliştirdiği de söylenebilir.
Taburoğlu’nun mühendisliğiyle kurduğu ilişki de benzer bir ikircikliği taşıyor. Çözüme odaklı olma zorunluluğu, analitik düşünme alışkanlığı, bir yandan hermetik, kendi içine kapanık metinleri açma gücü verir ona, diğer yandan da okuduklarını işlevsel bir indirgeme tehlikesiyle baş başa bırakır. Okuduğunu ve dinlediğinde, “kendine has olan”ı yakalamayı bir mühendisten beklenmeyecek kadar iyi yapar. En zor sayılabilecek metinleri dahi bu analitik görüyle açtıktan sonra, onların tekrar kapanmalarına, kendi doğalarına geri dönmelerine izin verir. Mutlak bilinebilirlik, teşhir, utanç verici sayılmalıdır. Eline aldığı metinlere, bir mühendisin doğaya zor kullanması gibi davranmaz. Ama mühendisçe bir görü yolunu yitirmesine engel olur. Bu şekilde yaklaşınca metinler bir açılıp bir kapanırlar.
Dünyevi ve Kutsal’ın özellikle son bölümünde, Heidegger, Levinas, Bataille, Irigaray, Merleau-Ponty gibi düşünürlerin bilmediğimiz şekillerde yorumlandığı görülebilir. İlk okuyuşta, Heidegger’in pre-Sokratikleri yorumlaması gibi bir çarpıtmayla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Ama bu bölümlerde bir yandan da bir serimleme, okuduğunu bir dizgici gibi yazıya geçirme tavrının göstergesi sayılabilecek tırnak içi ifadelerin bolluğu da dikkatimizi çeker. Bildiğimizi sandığımız düşünürler sanki mevzuya, kitabın meselesine zorla dahil edilmiş gibi düşünürken, peş peşe sıralanan tırnaklar bunu yadsır. Her iki yargı da yanlış sayılmalıdır. Oysa, yalnızca büyük düşünürlerin, tüm gerçek şairlerin yaratabileceği bir verimliliğin içerisine düşmüş olmanın sonucudur bu esasında. Özgür Taburoğlu da okuduğu büyük metinlerin içerisinde bir izlek, kendisini dahil edebileceği bir alan yakalayarak, oradan meselesini kazımaya başlar. Bu yüzden kitabın son bölümündeki okumalar hem tanıdık hem de o kadar uzak görünürler. Bu düşünürlerin dünyasına uzak kalanlar için basit bir alıntılama, kendini çekme gibi görünen, konuya vâkıf olanlar içinse zihin açıcı, önceden rastlanmayan belirlemeler sunabilir. Özellikle Bataille okuması kitabın neredeyse kalbini oluşturuyor. Merleau-Ponty ve Irigaray okumalarıysa, kitabın biraz da niçin yazıldığını ele veriyor. Feminist kutsallık kavrayışı, zamanımızın etik tartışmalarına doğrudan cevaplar yetiştirebilecek bir verimliliği içerisinde barındırıyor.
Özgür Taburoğlu yapacaklarını, söyleyeceklerini emekliliğine havale etmediği için seviniyorum ve okuryazarlığımızı tıkayan tüm meşguliyetlere verdiği cevap anlamlı geliyor. Bu kitabının bir devamı da olduğunu biliyorum ve merakla bekliyorum. Eksiklerine rağmen, düşünsel dürüstlüğü ve hiç durmayan bir izlenim makinesi gibi çalışan aklıyla önemli şeyler söylemeye devam edecek gibi görünüyor Taburoğlu. Böyle devam ederse, onun zamanla gerçek bir düşünce emekçisi gibi selamlayabileceğimiz söylenebilir.