Hande Öğüt, "Birlikte ve çıplak yürümek", Radikal Kitap Eki, 7 Mart 2008
Judith Butler, öznelerin dışlama yoluyla kurulduğunu öne sürerken, cinsiyet ayrımından ya da tecavüz olaylarından davacı olabilmek için davacının bazı özelliklere sahip olması gerektiğine değinir: "Kim, 'kim'lik özelliği taşımaktadır? İktidarsızlaştırmanın hangi sistematik yapıları yüzünden belli mağdur gruplar, hukuk mahkemelerinde etkin bir biçimde 'ben' diyememektedir?" Butler'ın sorusu o denli manidar ki, yirmi yıl sonra Mor İğne Kampanyası'nın yeniden başlamasının nedeni işte tam da bu: Davacının bazı özelliklere sahip olamayışı...
Töre cinayetlerinde katledilen kadınlar, yıl boyu gövdelenen cinsiyetçilik, taciz ve homofobi, önlenemez çocuk pornografisi, haksız tahrik indirimi gibi rutinden sayılan vukuatlarla geçen bir yıl yerini yeni yıla yine kadına şiddetle devretti. Taksim'deki taciz olaylarını medya mutat cinsiyet körü bakışıyla gerekçelendirirken kadın düşmanları hepi topu 57 YTL vererek ellerini tenleri bir kez daha örselemek için cilalamıştı bile... Butler'ın sorunsallaştırdığı, 'ben' diyemeyen mağdur grubunu, erkeğin simgesel alanında kendisi için hiçbir sabit gösterilenin mevcut kılınmadığı kadınlar oluşturdu oldu bitti. Kadın olmak ilk şartını takiben, belli bir saatten sonra sokakta görünmek, içki içmek, 'kocası' olmayan bir adamla gezip tozmak ve 'yabancı' olmak tacizi haklılaştıran unsurlar.
"Bedenimiz bizimdir" şiarından yolan çıkan feministlerin tüm çabalarına rağmen, evinde uğradığı cinsel tacizi bilinçaltına iteklemek zorunda bırakılan ve fetişistik eril fantezilere güle-oynaya biat eden binlerce kadın, erkeklerin saldırganca hedeflerinin kolaylaştırıcısı ne yazık ki. Yine de bugün gelinen noktadaki kampanyalar son derece mutlandırıcı. "Bedenimiz üzerindeki her türlü denetime, varlığımız üzerindeki her tür baskıya da itiraz ediyoruz" diyen feministler, İstanbul 2. bölge bağımsız milletvekili adayı Ayşe Tükrükçü'yü ve Saliha Ermez'i yani 'vesikalı' iki kadını destekledi seçim arifesinde. 'Biz', 'onlar' ayrımı yapılmadan, vesikalılar ve evlilik cüzdanı sahipleri arasında gerçekleşen bu buluşmayla hem vesikalıların talepleri patriarkal düzene karşı muhalefetle bütünleşti, hem de fahişelik üzerinden kadına biçilen iffetin, dolayısıyla kadını eve kapatma gerekçesinin meşruluğu sorgulandı. Kadınların ortaklığı bir tür negatif ortaklık; her sınıftan, ırktan, etnik kimlikten, cinsel yönelişten kadın, patriyarka ve onu devralıp kendine zekice uyarlayan kapitalizm tarafından eziliyor ve beden bu tahakkümün aracı kılınıyor çok eski çağlardan bu yana...
Kadın ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi'ni yazarak eşitlik ve özgürlük için savaşan Olympe de Gouges, 1793'te giyotinden kurtulamamıştı. Sansür için, "Düşünceyi ve kelimeleri kesmekle başlayan, en sonunda kafaları kesmeye kadar giden eski bir kontrol hevesi işte" diyen bu kadını ihbar edense, kolluk kuvvetleri tarafından fethedilmiş bir başka kadındı; hayat öyküsü ise Maria Rosa Cutrufelli tarafından yazıldı. Eril hegemoninin örselediği 'beden' olgusunu popüler kültürde gündeme getiren Meltem Arıkan yeni romanı Beden Biliyor'da yine erkek egemen zihniyetin baskısına boyun eğmiş korkuları tarafından yönetilen kadınlar, savaşlar, öfke, şiddet ve tatminsizlik var. Leitmotif seçimi isabetli fakat dili ve kurgusuyla 'pembe dizi' sınırını zorlayamayan Arıkan, Kadın Bedenini Soyarsa kitabıyla gündemi fazlaca rahatsız etmişti. "Bir kadın kendi başına soyunabilir mi?"sorusu etrafında dönen roman, kadının bedenine tarih boyu erkekler tarafından giydirilmiş kimliklerden, sıfatlardan, rollerden nasıl arınacağına yanıt arıyordu.
Hep aynı mevzu: kadın bedeni
100. doğum yılı kutlanan Simone de Beauoir'nın çıplak fotoğrafını kapağına taşımakta bir beis görmeyen Le Nouvel Observateur, kadın vücudunu biteviye metalaştıran medya organı olarak bizleri kızdırmakla birlikte haberin iletiliş tarzı, çıplak kadın bedenine tarih boyu duyulan arzuyla birlikte müphem korkuyu da saklayamadı ne var ki...
Öyle ya medeni beden aynı zamanda örtünmüş bedendir. Toplumsal kurallarla belirlenmiş durumlar dışında utanç kaynağıdır çıplaklık ve gem vurulmamış bir cinselliği çağrıştırır. Faik Bulut Kadın ve Tesettür'de Arap-İslam dünyasında kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal konumlarıyla örtünme pratiğini örneklerden yola çıkarak ele alırken Ayşe Böhürler'in, Aslıhan Eker'le hazırladığı Duvarların Arkasında-Müslüman Ülkelerde Kadın, 13 Müslüman ülkeden 140'a yakın kadının, ülkesinin duvarlarını aşma mücadelesini anlatan röportajlara yer verirken, kadını salt cinsel obje olarak gören, onu kapanmaya, saklanmaya, geriye itmeye çalışan zihniyete karşı çıkıyor. Durmuş Akbulut'un resim tarihi boyunca baştan çıkarmanın, çapkınlığın ve erken erotizmin bayrağını taşıyan Manet, Monet, Cezanne, Rubens gibi ressamların tablolarında kadının erkeğin karanlık arzusunun nasıl nesnesi konumuna getirildiğini resimler üzerinden bir bir irdelediği Açık Beden&Resimde Çapkınlık, Şiddet, Doğa ve Saplantı, kadın bedenini bir yandan örtmeye çalışırken, imgeleminde pornografik biçimde soyan erkek bakışına dair iyi bir çalışma. Çıplaklık ve 'edepsizlik' bir tepkiye, karşıt bir beden siyasetine dönüştürülürse 'edepsizlik', ya estetik kılınmayla ya da belirli bir beden kurgusuna tepkiyle meşruluk kazanabilir ancak. Skopofilik erkek bakışı üzerimizde gezmeye devam ettikçe, kendi gerçeğimizi nasıl ve ne denli ortaya koyabileceğiz çırılçıplak?
Baudrillard'a göre soyunma eylemi, çıplaklığın görüntüsünü izleyicinin gözlerine sunarak, tam da edebi anlamda soyunan gerçekliğin soyunma eylemidir; çıplaklık gerçekliği, artık bir kıyafetin erotik sıcaklığını bile barındırmayan ikinci bir tenle sarıp sarmalar. Cilt, insanın teniyle, kitabın tenidir; beden de yazı da cildin içinde saklanır. Kutsal olanın yırtılması cildin de yırtılmasıdır... Bencileyin yılın en önemli romanı Mukaddes Cildin Parçalanışı'nda Semra Topal, kutsal olanı yırtmaya, parçalamaya, soymaya davet ediyor kadınları. Tüm romanları logosentrik ve fallosantrik düşüncenin iflasının ilanı olan Topal, dişil bir dille yazar; konuşma-metin, düzen-kaos; anlamlı (akıllı)-anlamsız (delice) olan arasındaki ayrımı siler.
Yapısökümcü Fransız Feminizmi'yle gündeme gelen 'Ècriture féminine'e yakın durur Topal'ın yapıtları ve bu bağlamda gündemin bir başka tartışmasına –feminizm ile postmodernizmin birliktelik imkânına– götürür bizi: Şeyla Benhabib, Judith Butler, Nancy Fraser ve Drucilla Cornell'ın bir sempozyumda birbirlerini eleştirerek yaptıkları tartışmalardan oluşan Çatışan Feminizmler, öznellik, tarih yazıcılığı, etik, siyaset, dil gibi perspektiflere dair yeni sorular yöneltici, yönlendirici bir çalışma. Özellikle Drucilla Cornell'ın bütünlük adına konuşan her feminist projenin, egemen fantezilerin bir başka örneği olmaya mahkûmluğu konusundaki görüşleri hayli düşündürücü. Kitabın en problematik metinleriyse Judith Butler'a ait ki o postmodernizmin kadınların öznelliğini tehdit ettiği iddiasını ele alarak, hem 'kadın' kategorisi hem de feminist 'biz' kategorisi için öznelliğe sahip olmanın ne anlama geldiğini sorgular: "Feminist özne hangi dışlamalarla kurulmuştur? Dışlanan bu alanlar, feminist 'biz'in 'birliği'ni ve 'bütünlüğü'nü zayıflatmak üzere nasıl geri döner?" Yasanın bizi işgal ettiğini ama bizim de ona parodi ve taklit yoluyla gözdağı verebileceğimizi öneren Butler'ın, Cinsiyet Belası'nın yakında Metis Yayınları tarafından yayımlanacağı bilgisiyle birlikte "Antigone, belirli bir feminist siyaset türünün temsilcisi haline getirilebilir mi?" sorusunu irdelediği Yaşam İle Ölümün Akrabalığı'nın çevrimi de son ayların sürprizlerinden!
Sadizme ortaklık!
Temsil ile temsil edilebilirliğin, aile ile devletin, yaşam ile ölümün eşiğinde, normları zorlayan Antigone'nin kafa tuttuğu yapıların değişmesi için aşklarımızın, kayıplarımızın meşru ve tanınabilir olmasını belirleyen kavranabilirlik sınırlarının yeniden düşünülmesi gerektiğini tartışırken Butler; ataerkil toplumun iki cins arasındaki farklılıklara olan yaklaşımının, kadının temsiliyetini imkânsız kıldığını, doğru olanın bu farklılıklar üstünden bir yeniden yapılandırma olduğunu savunan Luce Irigaray ise Doğu ve Batı Arasında kitabında, aile kavramının geçirmesi elzem evrimini tartışıyor. Mimesis 'in Feminist Tiyatro özel sayısında Hélène Cixous kadınların "ataerkil aile yapısında tiyatronun kurban pozisyonuna" meydan okuması, "maruz kaldıkları sadizme ortaklık etmeyi" reddetmesi gerektiğine değinirken Jeanelle Laillou Savona, Fransız Tiyatrosunda Lezbiyenler: Homoseksüellikten Monique Wittig'in Tiyatroyu Lezbiyenleştirmesine başlıklı makalesinde lezbiyenliğin "feminizm tarafından yaratılan deneysellik atmosferine rağmen, nadiren ele alındığına, daha ziyade bastırıldığına" dikkat çekiyor.
Bir yere kadar kabul edilebilir bir tez, ancak lezbiyenler, lezbiyen kimlikleriyle politika yapmaya başladıkları 90'lardan itibaren feminizm ile son derece önemli ittifaklar kurdular. Üremeye dayalı cinsellik ve heteroseksüel ilişki dışındaki ilişki biçimlerini içselleştiren feministler, LGBTT gruplarıyla birlikte anayasanın eşitlik maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin eklenmesi için başvuruda bulundu; talep, tabii ki reddedildi ancak kadınlar farklılıkları içinde politik bir özne olarak beraber yürüyebildiler. Tıpkı Antalya Serbest Bölgesi'nde Fresenius Medical Care şirketine ait Novamed iş yerinde işverenin sendika ile toplusözleşme yapmak istememesi üzerine 448 gün grev yaparak zafere ulaşan kadın işçilerle feminist hareketin organik bir ilişki kurduğu gibi... Kadın dayanışmasının nasıl olması gerektiğine dair başka pek çok örnek 'kavga' verildi bu yıl. Pen Kadın Yazarlar Komitesi'nin kadın edebiyat tarihiyle kurduğu bağ ve bu bağla gelişen toplantılar dizisi bir ilk olma açısından takdire şayan iken erkek egemen sistemin kadınları 'adsızlaştırma' harekâtına karşı mücadele veren Duygu Asena'nın anısına Uluslararası Pen Türkiye Merkezi tarafından verilen ödülün bu yıl kaldırılarak yerine Halide Edip Ödülü konuluşu karşısında Amargi Kadın Kooperatifi ödülü sahiplendi. Reyhan Yıldız'ın hazırladığı, aralarında Cihan Aktaş, Oya Baydar, Fatmagül Berktay, İpek Çalışlar, Müge İplikçi, Şirin Tekeli ve Pınar Selek'in bulunduğu elli beş kişinin destek verdiği Duygu Asena'ya Saygı, Gücünüzü Bilin! adlı derlemenin yanı sıra Almula Merter, evlilik, cinsellik, bekaret, kürtaj, imam nikahı, feminizm gibi sorunları dile getirdiği kitabı Aslında Erkek Diye Bir Şey Yok'u Duygu Asena'ya ithaf etti.
"Türkiye'de askerler kadınlara cinsel taciz uyguluyor, işkence olsun diye evli kadınlara bile bekâret testi yaptırıyor" haklı açıklamasıyla bir yıl avukatlıktan men edilen İHD İstanbul Şubesi'nin eski başkanı, insan hakları eylemcisi Eren Keskin ve Kıbrıs'ta ırkçı faşist çevrelerin uyguladığı cinsel içerikli tacizlere, saldırılara maruz kalan Neşe Yaşın için de bir araya geldi kadınlar. Bir kadın edebiyatçı olarak dünyanın gidişatına dair söz söylemenin bazı insanlar için ne denli tahammülfersa olduğunu belirten Yaşın, yeni yayımlanan şiir seçkisiyle cümle kurmaya, 'çırılçıplak' yürümeye devam ediyor cesurca. Zamanında tutucu çevrelerce erotik bulunduğu için yargılanan lezbiyen şair Sappho Nedir Gene Deli Gönlünü Çelen'de tenin ve tinin birlikteliğini imlerken Ahmet Tüzün ile Yüksel Büyükuysal'ın hazırladığı Birhan Keskin Şiiri ve Ba üzerinden, tutkuyu kor gibi işleyen Keskin'in mısralarıyla 'susmak' istiyorum: Kendi sarmalında döndün, döndün/ Sanma ki daha dönmeyeceksin/ kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.