Routledge Classics Basımına Önsöz, Mary Douglas, s. 11-21.
Bu kitabı bir yayıncıya gönderirken ne kadar gergin olduğumu ve Routledge'dan bir sözleşmeyle beraber 100 sterlin avans aldığımda şaşkınlıktan nasıl da sersemlediğimi dün gibi hatırlıyorum. Ama 1966'da kitap yayımlandığında bütün endişelerim haklı çıkmıştı: Kitap hayli iyi eleştiriler almasına rağmen yayından iki-üç yıl sonra toplam 200 kopya bile satmamıştı. Norman Franklin beni teselli ederek bunun ille de başarısızlık sayılamayacağını söyledi: Yayıncıların tabiriyle "beklenmedik başarı kazanan", bir süre keşfedilmeden rafta durduktan sonra üne kavuşan bir kitap olma ihtimali vardı bunun. Franklin haklı çıktı; kitap hâlâ başarılı ve ben kitabı bunca zamandır yeni basım ve çevirilerle yayımlamaya devam ettikleri için yayıncılara müteşekkirim.
Kir Tehlikelidir
Saflık ve Tehlike kir ve bulaşma konulu bir incelemedir. Kitap, 1950'lerde, en kötü bulaşıcı hastalıklardan biri addettiğim sıtmaya yakalanarak yatağa düştüğüm bir hafta içinde kafamda şekillenmeye başladı. İyileştiğimde ise, kendime verdiğim ilk yazma ödevi Afrika'daki alan çalışmasına ilişkin gecikmiş yazımı tamamlamaktı.(1) Lele kabilesi ve onların titiz yemek kurallarını yazmam tam on senemi aldı. Çocuk yetiştirmek ve yemek pişirmekle geçen gündelik yaşamın arka planı, kullandığım metaforları neden ev ortamından aldığımı açıklayabilir. Argümanın yapısının bu kadar dolambaçlı olmasının sebebi de bu olabilir.
Kitap iki temanın geliştirilmesine dayanmaktadır. İlk temada, tabu, evrendeki kategorilerin ayrılığını korumaya yönelik kendiliğinden bir tedbir olarak ele alınmaktadır. Tabu, dünyanın örgütlenme biçimine ilişkin yerel mutabakatı muhafaza eder ve kararsız kesinliği destekler. Düşünsel ve toplumsal düzensizliği azaltır. Evrene dair asli ayrımların korunmasının neden bu kadar gerekli olduğunu ve tabuların genel olarak neden bu kadar tuhaf olduğunu sorabiliriz pekâlâ. İkinci temada, muğlaklığın yol açtığı bilişsel huzursuzluğa ilişkin düşünceler doğrultusunda tam da bu soruya yanıt aranmaktadır. Muğlak şeyler görünüşte hayli tehdit edici olabilir. Tabu, muğlak olana göğüs gererek onu kutsal kategorisine sokar.
İlkel din üzerine yazılan önceki metinlerde, tabular yabancı ve irrasyonel addedilmiştir. Kir kavramı, çağdaş Batı kültürü ile evrene ilişkin önemli sınıflandırmaları bulanıklaştıran davranışların tabu haline getirildiği başka kültürler arasında bir köprü kurmaktadır. Bizler kiri pis ve tehlikeli bir şey olarak ifşa ederken, onlar tabu haline getirir.
Yerleşik sınıflandırmaya yönelik tehdit, her iki durumda da, onunla ilişkili bir zarar teorisiyle denetim altına alınır. Kişi, başka birisinin standartlarına uyum gösteremediği için ne sıklıkla tehlike tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadır? Bilhassa çocuk eğitiminde, uyumluluğu teşvik etmek amacıyla düpedüz absürd tehdit ve vaatlerden yararlanılır. Örneğin, ıspanak yemeyi reddeden bir çocuğu ele alalım. Öğretmeni ona ıspanağın saçını kıvırcıklaştıracağını söyler, ama çocuk kıvırcık saçı olsun istemez. Bu durumda öğretmen tehdide başvurur: "Ispanağını yemezsen, büyüyemezsin." "Ne saçma" diye düşünür zorlamayı reddeden çocuk.
Yetişkinler söz konusu olduğunda, tehdit işlevi gören şey sağlığın bozulmasıdır. Kir göze hoş görünmez ama ille de tehlikeli olması gerekmez. Formalite icabı yapılan sudan geçirme ritüellerinin bakteriyi gerçekten yok edebileceği ya da biraz hasar görmüş bir çömleğin hastalık bulaştıracağı konusunda kuşkuluyum. Mesela, üzerinde ufak bir çentik olan bir porselen fincanım olduğunu düşünelim. Bana onu atmam söylenmiştir ama onu sevdiğim için, atmayı reddederim; arkadaşım beni çentikte biriken kirin arz ettiği tehlikeye karşı uyarır. Onun tehlikeyi sadece bir nezaket kuralına atıfta bulunmak için bahane ettiğini düşünerek bu zorlamaya içerlerim: Aslında, bir misafire sağlam olmayan bir fincan sunmanın nezaketsizliği konusunda uyarılıyorumdur. Bu kendiliğinden mikro-tabu davranışları önemsizdir; ileriki bölümlerde daha ciddi tabu davranışlarından bahsedeceğim. Tabulardaki bir gediğin tehlikeye yol açabileceği fikri, tabu ahlakı ya da edebi destekliyorsa, makul insanlar için de inandırıcı bir fikir olabilir.
İnanılırlık
Tabular toplum çapındaki bir tür suç ortaklığına dayanır. Bir toplum, mensupları ona sözleşmeyle bağlanmadıkça ayakta kalamaz; bir topluma mensup olanların kaygısı, o toplumun değerlerine zarar vermeme amacına yönelik imalı uyarılarda kendini gösterir. "İmalı" diyorum çünkü doğrudan ikazlar ("Babana saygı göster" ya da "Ensest ilişkiye girme" gibi) onlara tekabül eden bir evren izahından dolaylı destek görürler. Örtük teoriye göre, yıkılan tabuların intikamını cismani doğa alacaktır: Su, toprak, hayvan yaşamı ve bitki örtüsü toplumun kurucu esaslarını bizatihi savunacak bir zırh gibidir ve insan kitleleri de aynı şeyi yapmaya teşvik edilir.
Bu kitap, antropolojinin 1940'lı ve 50'li yıllarda ırkçılığa açtığı savaşta indirdiği gecikmiş bir darbedir. Bu savaş, doğrudan, ilkel zihniyet fikrini hedef almıştı. Yabancı dinler, içerdikleri tuhaf inançlardan dolayı küçük görülmekteydi. Yanlış anlamaları düzeltmenin, ritüel kirlilik ve tabuyu yeniden değerlendirmenin gereği ortadaydı. Saflık ve Tehlike antropolog ve karşılaştırmalı dinbilimcilere sunulan akademik bir metin olarak bu hareketteki yerini almıştır.
Benim kuşağıma hocalık yapan antropologların hocası Reginald Radcliffe-Brown, tabuların koruyucu bir işlev gördüğünü açıkça belirtmiştir.(2) Radcliffe-Brown'un teorisi bizleri değil, "ilkelleri" konu almaktaydı, kabul. Benim amacımsa, onun kavrayışını daha tutarlı ve kapsayıcı biçimde hayata geçirmek doğrultusundaydı. Tek tek ele alındığında, tabu inanışları bize o denli uzak görünmektedir ki, rasyonel bir insanın bunlara itimat edeceğine ihtimal vermek güçtür. Suç ortaklığından söz etmemin altında yatan neden de budur. Bir halk toplu halde inanmak istediği için inanabilir. Danışıklı bir anlaşmanın inancın bütününe ne ölçüde içkin olduğu tartışmaya açıktır.
Tabu incelemeleri, inanç felsefesi üzerinde kaçınılmaz bir etkiye sahiptir. Tabuyla muhafaza edilen kurallar toplumun önde gelen bireylerinin istediği ölçüde baskıcıdır. Toplumun kanaat önderleri hür insanların kölelerle evlenmesini önlemek, nesiller-arası hanedan evliliklerinin karmaşık zincirini muhafaza etmek ya da –ister ruhban sınıfının idamesi, ister krallığın savurgan törenleri için olsun– ezici vergileri söke söke almak niyetindeyse, onların bu isteklerini destekleyen tabu sistemleri ayakta kalacaktır. Eleştiri sindirilir, nice yaşam alanı sözle anlatılamaz ve sonuçta tasavvur edilemez hale gelir. Diğer taraftan, fikir denetçileri farklı bir yaşam tarzı arzu ediyorsa, tabular inanılırlığını yitirir ve seçtikleri evren bakışı gözden geçirilerek düzeltilir.
Tabu, saldırıya açık ilişkileri kuşatmaya yönelik uzamsal sınırlardan, fiziksel ve sözel işaretlerden oluşan bir söz dağarı bina eden kendiliğinden bir kodlama pratiğidir. Koda riayet edilmediği takdirde, tabu belli tehlikeleri yaratma tehdidinde bulunur. Tabu-yıkmanın getireceği tehlikelerin bazıları ayrım yapmaksızın temas yoluyla bulaşır. Korkulan bulaşma, bir tabunun yıkılmasının getirdiği tehlikeyi topluluğun bütününe yayar.
Levililer'de İğrenç Sayılan Şeyler
Yaptığım büyük bir hatayı itiraf etmenin tam zamanı. "Levililer'de İğrenç Sayılan Şeyler" başlıklı (3). Bölüm'de kirlenme teorisini Musa'nın perhiz kurallarına atıfta bulunarak izah etmeye çalıştım. Levililer'in XI. Bölümü'nde yer verilen yasak hayvanların listesini inceledim ve bu kurallarda Tekvin'deki yaradılış hikâyesindeki üç ortam –kara, su ve hava– sınıflandırmasının aynısına rastladım. Yasaklar normaldışı yaratıklara ilişkin bir tür tabu olarak açıklanabilirmiş gibi görünüyordu. Neticede, her tür kendine has bir ortama sahiptir. Fakat bazı türler vardır ki hemcinslerine tam olarak benzemez. Bu argüman ilginç olmasına rağmen, hiçbir şekilde perhiz kaidelerine ilişkin tatminkâr bir açıklama sunmuyordu.
İncil'deki kullanımıyla "ait olduğu sınıfa yakışır", "münasip", "uygun" anlamına gelen "temiz" sözcüğünden hareketle, yarık-tırnaklı geviş getiren cinsini temiz kara hayvanı grubuna model olarak aldım: İsrailoğullarının kendi hayvan sürülerindeki inek, koyun ve keçileri yemesine müsaade edilmesinin nedeni bu olmalıydı. Normaldışılığa dayanan tabu teorisi domuz, deve ve kaya porsuğunun pis sayılarak tabulaştırılmasını, normaldışı ayaklarıyla açıklamaktaydı. Sürüngen hayvanlara getirilen yasakları izah etmek güç değildi: Üç doğal ortamda da yaşayabilen sürüngenler çevresel sınıflandırmayı yerle bir ediyordu. Suda yaşayan yasaklanmış hayvanlarsa fazladan bir sınıf olarak değerlendirilmektedir. Kuşların durumu daha içinden çıkılmazdır, çünkü tanımlanmadıkları için yasaklanmış kuşlarla ilgili herhangi bir şey söylenemez.
Bu tahlil kitabın geri kalanına oranla daha fazla ilgi çekmiştir ve gelen eleştirilerin çoğu, tabu teorisinin domuzun durumunu açıklamadaki yetersizliğine yöneliktir.
Zamanında üç temel sorunun farkına varılmamıştır. Bunlardan ilki, döngüsellik tuzağına düşmektir; mesela önce bir türün yasaklanmış olmasından dolayı normaldışı olması gerektiğini varsaymak, sonra da normaldışı özelliklerini tanımlamaya girişmek bu hataya bir örnektir. Normaldışılık benzerlik gibidir: Her iki şey benzer özellikler taşıyabileceği gibi, her şey de normaldışı özellikler sergileyebilir.3 Daha da önemli olan husus, bu kuralların geçerlik taşıdığı İbrani toplumsal sistemine ilişkin pozitif içerimlerin bulunmayışıydı. Tabular her türlü yakışıksız davranışın cezalandırılması amacına yönelikmiş gibi görünmemekteydi. Toplumsal yapıya ilişkin içerimler tabu teorisinin ayrılmaz bir parçası olsa da, bunlara perhiz kurallarını incelemek suretiyle ulaşmak mümkün görünmemektedir. Bu noktayı gözden kaçırmıştım, zira eski İsrail kültürü üzerine yapılacak araştırmaların, bilmecenin eksik kısımlarını açığa çıkaracağından emindim. Fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Perhiz kuralları, suçlu kimseleri ceza almalarına yol açacak fiiller konusunda ikaz etmemektedir. Yiyecek kurallarını ihlal etmek günahtır: Kuralları, Tanrı'ya ya da insanlara karşı işlenen diğer günahlarla dolaylı olarak ilişkilendirmek güçtür.
En vahim hata da, Kitab-ı Mukaddes'in akılcı, adil ve bağışlayıcı Tanrı'sının iğrenç canlılar yaratacak kadar tutarsız olamayacağını sorgusuz sualsiz kabul etmemden kaynaklanmaktadır. Kitap'ta karınları üstünde sürünen hayvanların yenmemesi, iğrenç sayılması salık verilmektedir. Mişna ve hahamlar gibi ben de, asıl meselenin, söz konusu hayvanların iğrençlikleri olduğunu ve kirlenme teorisinin alanına girme nedeninin de bu olduğunu sorgulamadan kabul ettim. Şimdi ise, onların herhangi bir şekilde iğrenç olduğu fikrini sorguluyor, asıl onlara zarar vermenin iğrenç olduğunu savunuyorum.
Levililer kitabını yeniden okumaya girişmeden önce, Pentatök'e yönelik bir diğer kılavuz yasa kitabı olan Sayılar Kitabı'nı inceledim ve rahip yazarların sonraki nesil yorumcular tarafından fena halde yanlış anlaşılmış olduğu sonucuna vardım. Yazdığım iki kitapta da bu görüşün gerekçelerine yer verilmektedir,4) dolayısıyla, bu kitapta bunları tekrarlamaktan kaçındım. Pis hayvanlara ilişkin yasakların iğrenmeden ziyade Tanrı'nın kullarıyla mukavelesini yansıtan kuralların incelikli düşünsel yapısının bir parçası olduğunu belirtmek şimdilik yeterlidir. Halkın koyun ve sığırlarıyla ilişkisi, örtük olarak, Tanrı'yla olan sözleşmeye dayalı ilişkisine koşuttur. Kara hayvanları Tanrı'ya aittir; O hayvanları bağrına basar ve kendisine adanmadıkça kanlarının dökülmesini yasaklar (Lev. XVII, 4). İsrailoğulları halkının yemesine müsaade edilen kara hayvanları, sunakta kurban edilmesi münasip görülenlerdir. Bu kural, İsrailoğullarını, güvenlik ve bakımı tamamen çobanların sorumluluğunda olan kara hayvanlarını yemekle sınırlandırmaktadır. Sunakta yakılan, mutfakta da yakılabilir; sunakta yenen, beden tarafından da öğütülebilir. Perhiz kurallarında, beden ve sunak karmaşık bir şekilde birbirine model alınmaktadır.
Saydıklarımızın dışında kalan kara hayvanları fazladan bir kategori oluşturmaktadır: Dört ayağı üzerinde yürüyen, geviş getirmeyen hayvanlar teknik ve ritüel bakımdan kati surette pistir. Bu da, adak olarak sunulamayacakları ya da yenmeyecekleri anlamına gelir. Suda ve havada yaşayan ya da karada yaşayan sürüngen hayvanların yenmesini yasaklayan kurallar farklı esaslarca belirlenmektedir. Levililer'de bu hayvanlar pis olarak sınıflandırılmaktan ziyade, "iğrenç" addedilir. Nuh, gemisine sürüngen hayvanları almak konusunda Tanrı'dan kesin emir almıştır (Tekvin VI, 20; VII, 8, 14, 20). Kullanılan dil, doğurganlık ilkesine müracaat edildiğini akla getirmektedir. Sürüngen hayvanlar, Yaradılış'ta çoğalıp türemeleri için gemiye alınmıştır ve bu emir, tufandan sonra da tekrarlanmıştır (VIII, 17). Bu durum da, "iğrenmek" fiilinin kabul gören tercümesiyle ilgili bir hata olduğunu düşündürmektedir. Zira Tanrı bu hayvanlara ihtimam göstermektedir. Böylece, "onlardan iğreneceksiniz" ya da "onlar iğrençtir" ifadelerini, kaçınılması gereken emirler olarak görmemin nedenini de açıklamış oldum.(Zamanın Ruhuna Uymayan ve Kirli
Kirlilik üzerine bir incelemenin neden 1960'lı yılların ruhuna uymadığını görmek artık güç değil. 60'lı yıllar Vietnam Savaşı tecrübelerinin giderek yoğunlaşan şiddetiyle sarsılmaktaydı. Saflık ve Tehlike dünya çapında yankı bulan 1968 öğrenci hareketinden iki yıl önce yayımlandı. Hâkim yeni kültür her türden baskıyı ve tahakkümü reddediyordu. Çıkarcılık ve riyakârlığın her biçimi gibi, ticaret ve savaş da utanç verici görülüyordu. Resmen örgütlenmiş din ve ritüeller kınanıyor, kıyafetleri, yiyecekleri ve bedensel hareket biçimlerini belirleyen resmiyet reddediliyordu. Çiçek çocukların sevginin gücünü haykırdığı bu esrik zamanda, ben çıkıyor ve toplumun sevgiye getirdiği bu kısıtlamaların haklı nedenlerini gösteren bir kitap yazıyordum. Anlaşılan, yapıyı ve denetimi methetmek için doğru zamanı seçmemiştim.
1950'lerin sosyolojisi marjinalliğe ve sapkınlığın yapısına yoğun ilgi göstermişti. Yaygın ruh halinde, marjinalleştirmeye ve kınamaya yönelik genel eğilim şiddetle eleştirilmekteydi. 1960'lı ve 1970'li yılların kültürü bir adım ileri gitti. Bu dönemde her türden tabiyet masaya yatırıldı – kadın cinsiyetinin ikincil konuma itilmesi, sömürgeci kibir, Batı'nın Doğu'yu küçük görmesi, hasta ve güçsüzlere yönelik katı ayrımcılık. Toplumsal düşüncede ise, konuyla ilgili metinler yerine getirilmemiş özgürlük taleplerine odaklanıyordu. Buradan bakıldığında, kitabın neden çiçek-gücü kültürü hüsrana uğrayana kadar raflarda "uyuduğunu" anlamak hiç de zor değil.
Dönemin ruhuna uymaması bir yana, kitap daha açık yazılmış olsaydı, daha iyi anlaşılacaktı. Argümanım, rasyonel davranışın sınıflandırmayı içerdiği ve sınıflandırma etkinliğinin evrensel olduğu fikrini merkeze alıyordu. Bu argüman, kuşağımın antropologları için bir klasik sayılan Durkheim ve Mauss'un sınıflandırma konulu makalesinden(6) devralınmıştı. Bu makalede, Durkheim ve Mauss sınıflandırmanın örgütlenmenin bünyevi bir parçası olduğunu, kendi başına bilişsel bir etkinlik olmadığını açıkça göstermiştir. Ben de aynı varsayımı açığa kavuşturduğumu düşünüyordum: Örgütlenme sınıflandırmayı gerektirmektedir ve sınıflandırma insan koordinasyonunun temelinde yatar. Fakat, görünen o ki, bu açıklama bazı okurların, muğlaklığın ardından her yerde ve her zaman bilişsel sıkıntı doğduğunu öne sürdüğümü sanmasını engellemeye yetmemişti. Örneğin normaldışılıktan kutsalın bariz bir özelliği olarak bahseden Edmund Leach bütün yabancı sınıflandırma sistemlerinde normaldışılığın saptanabileceği ve bu saptamanın, sistemin işbölümüne dayanan yerel köklerine inmeyi gerektirmediğini düşünüyor gibi görünmekteydi.(7) Aynı doğrultuda hareket eden biyologlar ise, bedensel atık halindeki pisliğin evrensel bir tiksinti hissi uyandırdığını savunmuştur. Fakat şunu anlamaları gerekmektedir ki, pislik diye bir şey yoktur; uygunluk gösteremediği belli bir sınıflandırma sistemi olmadığı sürece hiçbir unsur pislik sayılmaz.
Saflık ve Tehlike herkesin evrensel olarak pisliği tehditkâr bulduğu fikrini önkabul almaktadır, ki ben hâlâ bu önkabulü benimsiyorum. Lakin pislik sayılan nedir? Pislik, geçerli sınıflandırmalara bağlıdır. Basil Bernstein bu konuda ikna edici bir eleştiri sunmuştur. Buna göre, kişinin hayatının bazı alanları temiz ve düzenli tutulurken, bazı alanlarında da birçok düzensizlik memnuniyetle hoş görülür. Kimi insanlar daima son derece sınıflandırılmış bir hayat sürer. Yeri gelmişken, düzensizliğe adeta eksiksiz bir tahammül gösteren saplantılı ressamdan söz etmeden olmaz. Stüdyosu karmakarışıktır, orada yatar, orada yemek yer ve çalışma aşkı tuvalete gitmesine el vermiyorsa, lavaboya ya da pencereden dışarıya işer. Tuvali haricinde her şey alabildiğine düzensizdir: Dinginliğin ve düzenin hüküm sürdüğü tek yer orasıdır. Tuval onun için kutsal olan tek yerdir. Orada dolgunluk zorunludur ve oradaki en ufak bir düzensizlik işareti bile onu endişe nöbetlerine sürüklemeye yeter.
Bernstein'ın, aile yaşamında sınıflandırma hakkındaki çalışmasından etkilenerek,(8) farklı toplum türlerini ayakta tutmak için ne ölçülerde sınıflandırma gerektiğini karşılaştırmamı sağlayacak bir temel oluşturmaya giriştim.(9) Amacım, sistematik bir kültür araştırması için uygun yöntemi oluşturmaktı. Yöntemde, toplumsal örgütlenmedeki farklılıkların, inançlar ve değerlerdeki farklılıklarla nasıl bir ilişkisi olduğunu incelemek için (şebeke/öbek adı verilen) bir 2x2 matrisinden yararlandım. Sonraki kitabımda ise, aynı yöntemi ekonomik davranış biçimine uyguladım.(10) Bu yöntem, Russell Sage Foundation'ın yiyecek ikramının karmaşıklığı üzerine düzenlediği araştırma programında(11) daha da geliştirildi. O zamanlarda bu kökenler üzerine yapılan çalışmalar tamamıyla akademikti. Anafikir artık kirlenme ve tabu değil, kültürel değişimin nasıl ölçülüp açıklanacağıydı. 1970'lerde olayların seyri değişmemiş olsa, başlangıçtaki kirlilik ve kirlenme konusu büyük olasılıkla bir kenara atılmış olurdu. Ne var ki, konu beklenmedik şekilde yeniden gündeme geldi.
Risk ve Siyaset
Saflık ve Tehlike'yi yazdığım sıralarda, çok geçmeden zamanımızın siyasi tablosuna kirlenme korkusunun hâkim olacağı aklımın ucundan geçmezdi. 1960'ların ihtiraslı ahlak ilkeleri, 1970'lerde bizi tehlikeye atan muazzam teknolojik gelişmelerin eleştirisine yöneldi. O tarihlerde havanın, suyun, okyanusların ve gıdaların kirlenmesinden korkar hale gelmiştik. Risk konusu, on yedinci yüzyılda oyunlardaki olasılıklara gösterilmiş olan ilgiden beri sessizce uyumaktaydı. Sonunda, Saflık ve Tehlike'nin hiç düşünmediğim kadar ilintili olduğu yeni bir akademik disiplin –risk analizi– ortaya çıktı.
Siyaset analisti merhum Aaron Wildavsky kirlilik antropolojisinin mevcut vaziyetle ilintili olduğunu fark etmişti. Önceleri, sosyal bilimler bu korkuları incelemek için, psikolojiden ve bol bol işe koşulmuş olan sınıf, refah ve eğitim kategorilerinden yararlanırdı. Yeni risk analizi teması, nükleer enerji santralleri ve doğal likitgaz tesisleri konusundaki siyasi çekişmeden etkilenmeme çabasındaydı. Siyaseti akademik işleyişin içine sokmak tabuydu, böyle bir durum, nesnellik iddialarını tehdit ederdi. Wildavsky ve ben, yine de, nesnelliği zedelemeksizin, siyaseti kültür teorisinden hareketle değerlendiren risk algısı konulu bir kitap yazdık.(12) Bu çalışmada, risk algısının bireyin psikolojisine değil, ortak kültüre bağlı olduğunu ortaya koyduk.
Tehlikeler çeşit çeşit ve aynı anda her yerdedir. Bireyler bütün bu tehlikeleri dikkate almaya kalksa eylem felce uğrardı; endişe seçici olmak zorundadır. Söz konusu çalışmada, riskin tabuya benzediği fikrinden yola çıktık. Riske ilişkin argümanlar gerek ahlaki gerekse siyasi bakımdan hayli tartışmalıdır. Bir riski tayin etmenin sonu ithama varır. Hangi tehlikelerin korkutucu, hangilerinin önemsiz olduğunun ayrımı risk-saptayanların hangi davranış biçimini engellemek niyetinde olduğuna bağlıdır. Ne riskli sporlar, ne güneşlenme, ne de karşıdan karşıya geçmedir tehlikeli olan; asıl tehlike, nükleer ya da kimyasal rizikolardır – yani, büyük sanayi ve yönetimdir. Sonraki anket araştırmaları, risk karşısında takınılan tutumların dağılımının en iyi göstergesinin siyasi eğilim olduğunu ortaya koymuştur.
Saflık ve Tehlike'de yer verilen temaları izah etmek için verdiğim tabu örnekleri esasen muhafazakârdır. Bunlar soyut bir oluşumu bozulmaktan korur. Tabunun siyasi içerimlerini öngörebilmiş olsaydım, radikal tabulardan bahsetme fırsatı bulabilirdim. Bazı tabular paylaşımcı politikaları sağlamlaştırırken, bazıları da yönetimi ya da bireyleri iktidar biriktirmekten alıkoymaya yöneliktir. Bu kitabı yeniden kaleme alacak olsaydım, ilk yaptığım açıklamayı dengelemek için neye dikkat etmem gerektiğini bilirdim. Risk ve tehlike, bir iyi toplum vizyonunun (ister istikrarlı bir sürekliliğe, ister güçlü radikal mücadeleye dayalı bir vizyonun) korunmasında eşit ölçüde pay sahibiyse, baştaki gayeme ulaşmış olacaktım.
Bugün ilkel zihniyete ilişkin teorilere pek rastlanmıyor. Aradan zaman geçti ve bu kitabın savunmak için yazıldığı davanın kazanılmış olduğunu umut ediyorum. Fakat, kitap zihin ve toplum ilişkisi üzerine bir inceleme olarak görülür olduğu için gelecek, yayıncıların yeni bir basım yapma kararını haklı çıkaracak dönüşümlere gebe olabilir.
Notlar
(1). M. Douglas, 1963, The Lele of the Kasai, Oxford University Press.Yukarı
(2). A. R. Radcliffe-Brown, 1952, Structure and Function in Primitive Society, Cohen and West, Londra.Yukarı
(3). G. Nelson, 1952, "Seven Strictures on Similarity", Problems and Projects içinde, Bobbs-Merril Co. Inc., s. 437-47.Yukarı
(4). M. Douglas, 1993, In The Wilderness: the Doctrine of Defilement in the Book of Numbers, Sheffield; M. Douglas, 1999, Leviticus as Literature, Oxford University Press.Yukarı
(5). Bkz. dipnot 3.Yukarı
(6). E. Durkheim ve M. Mauss, 1903, "De Quelque Formes Primitives de la Classification: contribution â l'étude des Répresentations Collectives", L'Année Sociologieque 6: 1-72; çev. R. Needham, Londra 1963, Primitive Classification içinde.Yukarı
(7). E. R. Leach, 1976, Culture and Continuum. The Logic by which Symbols are Connected, Cambridge.Yukarı
(8). B. Bernstein, 1971, 1973, 1975, Class Codes and Control, 3 cilt, Routledge & Kegan Paul, Londra.Yukarı
(9). M. Douglas, 1970, Natural Symbols. Explorations in Cosmology, Barrie and Rockcliffe, Londra.Yukarı
(10). M. Douglas, 1979, The World of Goods, Basic Books, New York.Yukarı
(11). M. Douglas (haz.), 1984, Food in the Social Order. Studies of Food and Festivities in Three American Communities, Russell Sage Foundation, New York.Yukarı
(12). M. Douglas ve A. Wildavsky, 1982, Risk and Culture. An Essay on the Selection of Technological and Environmental Dangers, University of California Press, Berkeley.Yukarı