Aykut Çelebi’nin Sunuş yazısı, sayfa 9-19.
Ernst Jünger 14 Ekim 1930'da Carl Schmitt'e yazdığı mektupta "Siyasal Kavramı" makalesi ile ilgili olarak, "bugün büyük bir düşünürün mevkiini, silahlanmaya karşı tavrı belirliyor. Siz özel bir savaş tekniği icat ettiniz: Sessizce patlayan bir mayın. Enkazın gözlerimizin önünde sihirli bir biçimde yerle bir olduğunu görüyoruz; henüz kokusu burnumuza gelmeden yıkım vuku bulmuş oluyor," diye yazmıştı.(1) Mayın gerçekten de başlangıçta sessizce patladı; metnin ilk hali 1927 yılında yayımlandığında hakkında sadece bir-iki eleştiri yazısı çıktı, makaleye bir-iki tane de atıf yapıldı, o kadar. Metnin olağanüstü ünü ve kötü şöhreti sonraki yıllarda Schmitt'in kötü şöhretiyle paralel bir biçimde artacak, sessizce patlayan mayın korkunç bir ses bombasına dönüşecekti.
Carl Schmitt, 159 cm boyunda, akşamüstüleri piyanonun başına oturup Mozart, Beethoven, Weber, ama en çok da Gluck çalmaktan hoşlanan, belli bir bilim disiplinine sıkışıp kalmamış, edebiyattan sanat tarihine geniş bir ilgi alanını her düzeyde eserlerine aksettirebilmiş, zayıf, ufak tefek birisiydi. Avrupa kamu hukukçuları ile Dada hareketini, Baltasar Gracian, Bosch ve Hugo Ball'i aynı derecede önemseyen, üslubu ve düşünceleriyle Robert Musil'den Bertolt Brecht'e kadar bir dönemin entelektüellerini etkilemiş, yapıtlarında geniş bir alana yayılan ilgilerinin ipuçlarını veren bu ufak tefek adamın aynı zamanda yaşamının son gününde kâbuslar görüp kan ter içinde uyandığını, ortalığı çınlatan, insandan çok bir yaratığın sesiyle "Hayır yapmayın!" diye bağırdığını bilmek, "korkunç" bir şahsiyet ve bir canavar olduğuna inanmak insana imkânsız geliyor.(2) Normalde has bir düşünürün izinde olduğumuzu hissettirmesi gereken ipuçları, bu bilgiyle bir anda gölgelenmektedir. Peki ama akşamüstüleri zevkle Gluck çalan birisi, ölüm döşeğinde neden kâbuslar içinde uyansın?
Schmitt'in yapıtlarını incelemek ve biyografisi hakkında bazı açıklamalar yapmak meseleyi kısmen aydınlatsa da, hikâyenin tamamı galiba sonsuza kadar belirsiz kalacak. Ailesinde ilk defa üniversite okuyan yoksul ve zeki Katolik öğrenci, burjuva dünyasına uyum sağlayamasa da, bu dünyanın kurumları içinde yer alır ve oyunu kuralına göre oynamaya çalışır. Weimar dönemi Almanyasında geleneksel toprak aristokrasisine dayanan, Prusyalı ordu-bürokrat iktidar elitinin bir parçası olmak, kolay değildir. Zaman içinde oyunun kuralları değişir, yeni Nazi iktidarı ihtiyaç duyduğu kadroları Schmitt gibi yetenekli ve ihtiraslı insanlardan devşirir. Alt sınıftan gelen ve tanınma hırsıyla dolu Schmitt, Nazi iktidarının başhukukçusu (Kronjurist) mertebesine yükselir. Dolayısıyla nasyonal sosyalizmin serüveni Schmitt'in kaderini de tayin etmiştir. Oysa Schmitt nasyonal sosyalizm öncesinde de adı bilinen ve gelecek vaat eden bir akademisyen ve düşünürdü. Ancak Schmitt'in geçmişi ve sınıfsal kökeni ile gelecek beklentileri arasında, Weimar Almanyası gözönüne alındığında bir uçurum olduğu da gerçektir. Kuşkusuz sorun sadece Schmitt'in biyografisi ile sınırlı değil; tıpkı Schmitt'in arzuları ve kökeni ile de sınırlı olmadığı gibi.
Bu noktada duralım. İlerleyen sayfalarda okuyucu klasik bir eserle karşılaşacak. Georg Willems'in dediği gibi, Schmitt ve yapıtı en yeni klasik eserdir. Klasik eserlerin özelliği, ortaya çıktığı koşullar ile etkilerinin farklılaşabilmesi, başka bir ifadeyle, yazıldıkları zamanın ve mekânın ötesine geçebilmeleridir. Her klasik eser okuyucuyu çoğul bir okumaya davet eder. Ama bu saptama bizi yanıltmamalı: Klasikler kesin tariflere ve berrak ayrımlara dayanır. Klasik düşünürler de kesinliği ve berraklığı sever.(3) Bu okumalar, farklı siyasal görüşlere açık olabildiği gibi, kötü niyetlisi de dahil olmak üzere, bütün iyi ve kötü okumaları da kapsar. Her klasik metin, aslında açık uçlu bir metindir. Elbette bu bize, metne klasik özelliğini verenin, zamanının olaylarına kendine özgü bir üslupla bakabilme yeteneği olduğunu unutturmamalı. Kısaca her klasik metin, kendi çağının olaylarını kendine özgü bir üslupla okuyabilme, değerlendirebilme kudretini taşır: "Tin sadece şimdiki zamanın tini olduğundan, tüm tarihsel bilginin aslında şimdiki zamana dair bir bilgi olabileceğini, ışığını ve yoğunluğunu bugünden aldığını ve özünde sadece bugüne hizmet ettiğini, Hegel'den beri birçok düşünür, ama en mükemmel biçimde Benedetto Croce söylemiştir" (s. 60). Eğer yukarıda söylenenler doğruysa, klasik metinler hakkında yorum yapılabilir, ama açıklayıcı bir önsöz yazılamaz. Bu giriş yazısı buna bir istisna teşkil etmiyor. "Siyasal Kavramı" okuyucunun iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, hakkaniyetli ya da insafsız yorumlarına açık bir metin olup ayrıca kılavuza ihtiyaç duymaz. Burada sadece metnin doğduğu ortama ilişkin açıklayıcı bazı bilgiler ile metnin uyandırdığı yankılara dair bazı tartışmalara yer verilecektir. Bir de Schmitt'in 1963 tarihli metne yazdığı önsözde "Siyasal Kavramı"nı nerede görmek istediği meselesi ele alınacaktır.
Önce açıklayıcı bir bilgiyle başlayalım: "Siyasal Kavramı"nın dört ayrı basımı mevcuttur. Birinci basım 1927 yılında "Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik" dergisinin ilk sayısında yayımlanmış olup esasen Schmitt'in konuyla ilgili 1925-26 akademik yılında verdiği bir dersin özeti niteliğindedir. Metnin 1932 tarihli ikinci basımı, 1927 tarihli makalenin genişletilmiş ve argümanları tamamen değiştirilerek kitaplaştırılmış halidir. Kitap 1933'teki özel basımında baştan aşağı değiştirilmiş ve Schmitt'in NSDAP (Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi) üyeliğine koşut bir biçimde tartışma devletten harekete doğru kaymıştır. Kitabın 1963 yılındaki dördüncü baskısı her ne kadar 1932 basımının aynısı olsa da, metne eklenen üç değerlendirme yazısı, metnin bütünlüğünü ve dolayısıyla anlamını değiştirmiştir. Schmitt 1963 baskısında Avantgarde sanat geleneğinde sıkça kullanılan montaj tekniğine başvurarak farklı dönemlerde yazılmış eklentileri ana metne katmış, kolaj yoluyla 1932 metnine yeni bir içerik ve anlam kazandırmayı hedeflemiştir(4). 1933 baskısı yerine, 1932 baskısını tercih etmesini dolaylı bir günah çıkarma çabası olarak yorumlamak mümkün.
Schmitt "Siyasal Kavramı"na ilişkin asli ölçütü, yani dost-düşman ayrımını kurgularken, siyasal düşünceler tarihinde önemli yer tutan iki düşünürden yararlandı.(5) Bu düşünürlerden birisi, M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış Hint kralı Candragupta'nın bakanı Canakya olması muhtemel, o dönemdeki adıyla Kautilia'dır. Kautilia'nın Arthasastra (Dünya Nimetlerini Elde Etme Kılavuzu) isimli kitabında farklı dost ve düşman tipolojileri geliştirilmişti. İkinci düşünür ise döneminin önemli Tacitus takipçilerinden birisi kabul edilen Baltasar Alemos de Barrientos'tur (1556-1644): "Lo político es la distinciya distinción entre el amigo y el enemigo" (Siyaset, dost ile düşman arasında yapılan ayrımdır).
Ancak "Siyasal Kavramı"nın gizli muhatabı ve asıl muarızı ünlü hukukçu Georg Jellinek olup metin, Jellinek'in "Genel Devlet Öğretisi" kitabına bir gönderme niteliği taşır: "Siyasal olan, devlete ait olandır. Devlet kavramı, daha başından itibaren siyasal kavramıyla birlikte düşünülmüştür."(6) 19. yüzyıldan 20. yüzyıla Alman kamu hukukunda Laband-Jellinek-Kelsen arasında bir devamlılık olduğu, Schmitt'in ise bu üçlünün normatif-pozitivist yaklaşımına karşı kararcılığı savunduğu iddia edilir. Oysa Schönberger'in de ortaya koyduğu üzere, Schmitt, aslında Labandcı çizginin takipçisidir ve devleti öne çıkaran hukukçular kuşağının bir parçasıdır.(7) Terminolojisindeki dışavurumcu öğeler bir kenara bırakılırsa, Schmitt'in yapmaya çalıştığı şey, devleti içinde bulunduğu kriz halinden çıkarmanın yollarını ortaya koymaktır. Siyaset ile devletin ayrılığını ısrarla vurgulamasına rağmen Schmitt, esasen devletin neden toplumdan farklı ve toplumun üstünde olması gerektiğini Laband geleneği içinde tartışmıştır. Nitekim Jellinek teorisini, soyut bir ulus kavramından somut bir yurttaş anlayışına doğru açmıştı. Schmitt ise somut yurttaşı ve toplumsal çıkar çatışmalarını aşan, devlet etrafında bütünleşmiş bir ulusu kurgulamaya çalışıyordu.
Schmitt'in beslendiği entelektüel kaynakların sonuncusu hiç şüphe yok ki Hegel'di. Franz Rosenzweig ve Martin Buber'in Hegel'den çıkarsadıkları, diyaloğa dayanan felsefe yorumlarına benzer biçimde Schmitt de, Hegel'de birbirini besleyen ve destekleyen bir karşıtlık buldu. Örneğin, bir kişinin bir başkasıyla ilişkisi dolayımıyla bireyselliğini kazanması (71. kısım), bir devletin başka devletlerle ilişkisi çerçevesinde tanınması ve devlet niteliğini kazanmasında olduğu gibi (322 ve 331. kısım). Dikkate değer bir başka nokta ise Hegel'in 324. kısımda, devlet örgütünün bir kişilik olarak karşıtlık oluşturmak ve bir düşman yaratmak zorunda olduğunu söylemesidir.(8)
Weimar dönemi Almanyası'ndaki felsefi tartışmaları bilenler için, "Siyasal Kavramı"nı istisna hali ve uç durumun belirlemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Schmitt her iki kavramı da ne ilk, ne de tek kullanan düşünürdü. Max Weber'in ideal tip kavrayışı ya da Walter Benjamin'in "kavram, en uç noktada oluşur" cümlesi ile istisna halinin gönül yakınlığı içinde olduğu aşikârdır.(9) Christian Meier Yunanlılarda siyasetin ortaya çıkışı üzerine yaptığı çalışmada, Schmitt'te siyasal kavramının yönetim ya da hâkimiyet sanatı olarak anlaşılmadığını, aslında demokratik bir anayasal devletteki iktidar kavgasını da tarif etmediğini belirterek, Schmitt'te siyasetin Weber'in siyasal birlik dediği cemaatin differentia specifica'sı olduğunu söyler.(10) Zaten Schmitt de siyasal kriter tarifini Weber'in konferanslarındaki açıklamalardan esinlenerek oluşturmuştu. Siyasal kavramı da Rudolf Smend'in 1923 tarihli "Siyasal İktidar" makalesinden ödünç alınmıştır.(11)
"Siyasal Kavramı"nın arka plan bilgisi için iki hususu daha belirtmek yerinde olur. Birincisi, siyasal kavramının siyaseti tarif eden ya da siyasetin içeriğini belirleyen bir şey olmak yerine, Kantçı anlamda saf bir kategori olarak ele alınmasıdır. Soruna böyle yaklaştığımızda "Siyasal Kavramı"nı tayin eden ölçüt, dost ve düşman arasındaki yoğunluk derecesidir. Bu derecelendirme 1927 tarihli makalede bu önemde vurgulanmamıştı. Schmitt, Leo Strauss'un eleştirileri yanında o zamanlar genç bir akademisyen olan Hans Morgenthau'un doktora tezinden de yararlanmıştı. Yoğunluk derecesi kavramı ilk defa Morgenthau tarafından kullanılmıştır: "Devletlerarası ihtilâflı bir konunun ya da herhangi bir başka meselenin siyasal nitelik taşıyıp taşımadığı, devletle olan bağının yoğunluk derecesine bakılarak anlaşılabilir."(12) İkincisi, "Siyasal Kavramı" aracılığıyla insanların kendilerini tanımladıkları bir mekânın oluşmasıdır. İnsanlar ne olduklarını, kim olduklarını, ne olmak durumunda olduklarını, ne olmak istediklerini, ne olamayacaklarını, ne olabileceklerini, "siyasal" aracılığıyla karara bağlar.(13)
Almanya'da siyaset anlayışı 20. yüzyıla kadar devlet merkezliydi. Birinci Dünya Savaşı Almanya aleyhine sonuçlandıktan sonra Weimar Anayasası ile birlikte siyaset-devlet özdeşliği yerini siyasal olmayan toplumsal güçleri (sendikalar, işadamları dernekleri, Kilise, vb.) de kapsayan, topluma doğru genişleyen bir devlet, çoğulcu devlet, anlayışına bıraktı. Alman muhafazakâr çevreleri Versay Anlaşması'nın, devletin toplumun üzerinde yer alan birincil ve bütünleştirici işlevini sona erdirdiğini düşünüyordu. Muhafazakârlara göre Versay'dan sonra devlet-toplum özdeşliği artık fiilen sona erdi ve Almanya dış güçlerin zorlamasıyla homojen bir devlet olmaktan vazgeçmek zorunda kaldı.
Adına ilerleme denen çağda artık devletin yasını tutma zamanı gelmişti. Schmitt bu anlamda tipik bir muhafazakâr değildir; devlet-toplum özdeşliğinin kaybolduğu yerde, yani siyasal birliğin yukarıdan tesis edilmesinin imkânsız hale geldiği noktada, yeni bir formül geliştirmiş, siyasal birliğin tabandan mümkün olup olamayacağının koşullarını araştırmıştır.(14) "Siyasal Kavramı" soruya verilen olumlu bir cevaptır. Temsilin siyasal bir birlik yaratmada merkezi bir konuma yükselmesi bu döneme rastlar. Devletin, siyasal bir birlik oluşturmaktan aciz kaldığı yerde, siyasal birliği sağlayan başka aktörler devreye girecektir. Örneğin, yönetilenler ile yönetenlerin özdeşliği, yönetenlerin yönetilenleri mutlak temsili gibi.(15) Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi sonucu maruz kaldığı muamele ve Alman Reich'ının "lanetli" insanlık düşmanı muameleye gerekli cevabı vermekten aciz olması, Schmitt'i diğer Alman muhafazakârları ile birlikte derinden etkiledi. "Siyasal Kavramı", en azından 1927'deki makale formunda, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte ortaya çıkan Anglo-Amerikan hegemonyası ve öngördüğü yeni düşman ve siyaset anlayışı etrafında ele alındı. 1924 tarihli "Uluslararası Politikanın Konusu Olarak Ren Bölgesi" başlıklı makalenin alt başlığının, "Siyasalın Kaderi Üzerine" olması yoruma ihtiyaç bırakmayacak biçimde açıklayıcıdır.(16)
Schmitt "Siyasal Kavramı" ile Alman halkını, devlet pasifizmi dahil, her türlü pasifizm konusunda uyarma görevini üstlenmişti.(17) 1927 tarihli makalede uyarı daha çok uluslararası arenadaki pasifist eğilimler ve bu eğilimlere dayalı uluslararası bir siyasal tahayyülün beyhudeliğine ilişkindi. 1932'ye gelindiğinde metnin ana gövdesi bütünüyle değişmiş, iç politika analizi ve iç savaş teşhisi ön plana çıkmıştır.(18) Alman ulusal devrimciliğinin güzide ismi Ernst Nie-
kisch, "Siyasal Kavramı"nı Marksist sınıf savaşı modeline karşı bir iç savaş tahlili olarak değerlendirmişti.(19)
1963 tarihli metnin kendine has bir karakteri ve kendine özgü bir amacı vardır. Bunun nedeni, sadece metne eklenen üç değerlendirme değildir. Schmitt özellikle önsözde öne çıkardığı bir dizi temayı ısrarla takip etmemizi ve onaylamamızı beklemektedir. Nedir bunlar? Önem sırasına göre sayacak olursak:
1. Devlet kavramı ile siyasal kavramının bu kez sahiden ve nesnel bir biçimde birbirinden ayrılmış olduğunu ortaya koymak. 1963 öncesinde siyasal kavramının tayin edici ölçütü dost-düşman ayrımı, daha doğrusu düşmanın varoluşsal yoğunluğuydu. Ancak paradoksal biçimde, düşmanı nesnel olarak tanımlayan kollektif unsur yine devletti. Dolayısıyla devlet ve siyasal bir yandan ayrılırken, öte yandan da devlet siyasal'ı temellendiren kurucu unsur olmayı sürdürüyordu.
2. Siyasal kavramını tayin eden düşmanlık unsurunu varoluşsal bir yoğunluk ya da mutlak ötekilik haliyle tanımlamak yerine, düşmanı ayrıştırarak kısmen de olsa hukuksallaştırma ve görelileştirme çabası.(20)
3. Siyasal kavramını, yazıldığı bağlamın dışında, jus publicum Europaeum'un ortadan kalkma tarihi ve çoğulcu bir evren olarak siyasetin yeniden yapılanmasına ilişkin meta-teorik bir üst-anlatı olarak vurgulamak. Başka bir ifadeyle Schmitt, "Siyasal Kavramı"nın, "Yeryüzünün Yasası" ile "Partizan Teorisi"ni birbirine bağlayan bir köprü olarak anlaşılmasını talep ediyordu.
Buna göre jus publicum Europaeum devlet dönemiyle birlikte artık sona erdi. Ama siyasal'ın konusu olan dost ve düşman tayini ortadan kalkmadı. Dünya artık belirli bölgesel bloklar ve geniş mekânlar arasındaki dost-düşman ilişkilerince belirlenmektedir.(21) Bu süreç bize düşmanın değişik düzeylerde sınıflandırılması zorunluluğunu da gösterir. Örneğin, aynı geniş mekân içinde jus publicum Europaeum'daki konvansiyonel düşman anlayışı geçerli olabilirken, farklı geniş mekânlar arasında duruma göre düşman anlayışı göreli hale gelebilmektedir. Devrimci mücadelenin ortaya çıkardığı mutlak anlamdaki sınıf düşmanlığı ise geniş mekânlar arası düşmanlıkların öznesi olabildiği gibi, geniş mekân içi karşıtlıkların da konusu olabilir.(22)
Her klasik statüsü kazanan metin gibi, "Siyasal Kavramı" da geniş yankılar uyandırdı. Eserin daima, göründüğünden daha az ya da çok daha fazla şey ima ettiği iddia edildi. Schmitt'in biyografisinin uyandırdığı merak ve biyografisiyle metni birbirini açıklayan unsurlar olarak kullanma çabası da buna eklenince, iş iyice içinde çıkılmaz bir hale geldi. Ayrıca bir incelemeyi gerektirecek kadar geniş olan bu meseleyi bir tarafa bırakmak yerinde olacaktır. Ernst Jünger'in uzun yıllar asistanlığını yapan, Schmitt'in de öğrencisi Armin Mohler, Schmitt'le ilgili değerlendirmeleri üç grupta topluyor. Birinci grup, muhafazakâr Schmittçiler; ikinci grup, Schmitt'in soldaki yorumcuları; üçüncü ve en geniş grup ise establishment (düzen) Schmittçileri.(23) Muhafazakâr Schmittçiler, genellikle Katolik kökenli olup Schmitt'teki devletçi ve kurumsalcı yanı öne çıkarırlar. Volker Neumann, Joseph Agnoli, Mario Tronti gibi sol düşünürler ise Schmitt'te, savaş ve siyasetin özerkliği ile demokratik bir anayasa yapımı sürecini önemli bulurlar. Düzen Schmittçiliği, gerek sosyal-demokrat, gerekse muhafazakâr partilerde, kısacası merkezde hayat bulmuştur. Devletin bekası ile devletin her yere müdahale etmemesi gerekliliği fikri, dönemine göre biri ya da diğeri öne çıkarılarak düzen Schmittçiliğine kaynaklık etmiştir. Herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermemek için, savaşta büyük yıkımlar yaşamış, haklı nedenlerle Schmitt'ten daima nefret eden bir entelektüel kuşağın varolduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır.
Mohler'in sınıflaması 1960'lar ve 70'ler dünyası için geçerliydi. 1990 ertesindeki tek kutuplu dünyada iki farklı Schmittçilik kategorisi Mohler'in üçlemesine eklendi: Bunlar arasında en yaygın ve kabul göreni düzen taraftarı Schmitt karşıtlığı, yani liberal anti-Schmittçiliktir. Liberal depolitizasyon çağında, derisini yüzdürmeye cesareti olmadan Nesîmî olmaya heves eden bir akademisyenler gürûhu, bütün dünyada depolitizasyonla doğru orantılı biçimde Schmitt'i şeytanileştirme misyonunu üstlendiler. Buna Avrupa Birliği'nin artık doğrudan bir demokratik meşruluk problemi olmadığını, halk egemenliği teorisinin, Avrupa Anayasası'nın asli unsuru olması gerekmediğini savunan bazı Avrupa anayasa hukukçularını da ekleyebiliriz. Bu hukukçular, artık kelimenin geniş anlamında klasik statüsü mertebesine yükseltilen Rousseau yerine Schmitt'i, biyografisindeki açıklar nedeniyle kendilerine daha kolay ve açık hedef seçmişlerdir. Karşı oldukları Schmitt mi, yoksa Rousseau mu, çoğu kez belli değildir.
Schmitt liberal depolitizasyon çağının kilerde saklı aile hayaletidir. Bu hayalet bugün tutulduğu yerden kaçtı ve bastırılmış her şey gibi büyük bir şiddetle, mikro faşizmlerde ve her türlü dışlayıcı partikülarizmde boy gösteriyor. Yeni dönemdeki ikinci Schmittçi kategori, küresel kapitalizm karşıtı sahte milliyetçi muhalefette, siyasetin aşırı siyasallaştırılmış konumunda karşımıza çıkıyor. Alain Benoist ve Fransa'daki ırkçı hareket, Almanya'daki yeni muhafazakâr ve Neonazi çevrelerine yakın "Junge Freiheit" dergisi, kısmen de olsa Telos dergisi çevresi buna iyi bir örnek teşkil eder.
Depolitizasyon çağında dikkate değer bir başka husus, solda Schmitt ile daha mesafeli ve eleştirel yeni bir diyalog arayışıdır. Gerçi sol, 1968 kuşağından bu yana Schmitt'e hiçbir zaman kayıtsız kalmadı. Ancak bu ilgi, liberal depolitizasyon çağında yeni bir ivme ve nitelik kazanmıştır. Belli bir mesafeden de olsa Balibar'dan Negri ve Agamben'e, Mouffe'tan Lefort'a, Ranciére'den Badiou'ye kadar geniş bir yelpazede sol, Schmitt'i tartışmaların dışına atmak yerine, Schmitt'i eksen alan ve onu aşan bir siyasal kavramı yaratma çabası içindedir.(24)
1 Ekim 1808'de Napolyon ile Goethe arasında tarihi bir buluşma gerçekleşti. Napolyon trajedilerde kaderin ele alınma tarzını eleştirdikten sonra, "şimdi kaderle ne yapacağız?" diye sorar. Cevabı yine kendisi verir: "Siyaset kaderdir."(25) Artık insanların kaderini tayin eden, klasik dramlardaki ulaşılmaz Tanrılar değil, Napolyon gibi anlaşılması kolay olmayan, şeytani kişiliklerdir. Schmitt'ten bir alıntı ile bitirelim: "Walter Rathenau'un sıkça atıf yapılan cümlesi 'bugün kaderimiz siyaset değil, ekonomidir' bu saptamanın etkisi altında söylenmiştir. Bu cümlenin daha doğrusu ise şöyle olmalıydı: Eskiden olduğu gibi bugün de siyaset kaderimizdir; değişen ise, ekonominin de siyasal bir unsura dönüşmüş olması, dolayısıyla 'kaderimiz' haline gelmesidir."(26)
Notlar
(1)Ernst Jünger, Carl Schmitt, Briefe (1930-1983), Stuttgart: Klett-Cotta, 1999, s. 7. Yukarı
(2)Aktaran Christian Lindner, "Freund oder Feind?", Lettre International, No. 68, 2005, s. 95.Yukarı
(3)Mario Tronti, "Über Schmitt: Die Kategorien des Politischen", Etappe, No. 15, 2000, s. 102.Yukarı
(4)Benzer yönde bir yorum için bkz. Reinhard Mehring, "Esoterische 'Hinweise'?", Reinhard Mehring (haz.), Carl Schmitt: Der Begriff des Politischen. Ein kooperativer Kommentar içinde, Berlin: Berlin Akademie Verlag, 2003, s. 191 vd.Yukarı
(5)Günther Maschke, "Freund und Feind: Kautilia und Baltasar Alemos de Barrientos als Stichwörtergeber Carl Schmitts", Festschrift für Günther Zehm içinde, Berlin: Berlin Akademie Verlag, 2003, s. 200-17.Yukarı
(6)Georg Jellinek, Allgemeine Staatslehre, 1922'den aktaran Günther Maschke (haz.), Frieden oder Pazifismus? içinde, Berlin: Duncker & Humblot, 2005, s. 219.Yukarı
(7)Christoph Schönberger, "Staatlich und politisch", Reinhard Mehring (haz.), Carl Schmitt: Der Begriff des Politischen. Ein kooperativer Kommentar içinde, Berlin: Berlin Akademie Verlag, 2003, s. 24 ve 26.Yukarı
(8)Hegel, Grundlinien der Philosophie des Rechts, Frankfurt/a.M.: Suhrkamp, 1989. Ayrıca bkz. Ellen Kennedy, Constitutional Failure. Carl Schmitt in Weimar, Durham: Duke University Press, 2004, s. 101-3. "Siyasal Kavramı"nda Hegel'le ilgili tartışma için özellikle bkz. s. 44-6.Yukarı
(9)Ayrıntı için bkz. Pasquale Pasquino, "Bemerkungen zum Kriterium des Politischen bei Carl Schmitt", Der Staat, Cilt. 25, No. 3, 1986, s. 393. "Siyasal Kavramı", s. 27 ve 31. Yukarı
(10)Christian Meier, Die Entstehung des Politischen bei den Griechen, Frankfurt/a.M.: Suhrkamp, (1980) 1999, s. 31. Ayrıca bkz. Pasquino, a.g.m., s. 391. Aynı yönde bir tartışma için bkz. Chantal Mouffe, "Schmitt's Vision of a Multipolar World Order", The South Atlantic Quarterly, cilt 104, No. 2, 2005, s. 246.Yukarı
(11)Aktaran Pasquino, a.g.m., s. 391. Yukarı
(12)David Wenger,"Der Grund des Politischen bei Carl Schmitt", Der Staat, Cilt. 43, No. 1, 2004, s. 86.Yukarı
(13)Heinrich Meier, Die Lehre Carl Schmitts, Stuttgart: Metzler, 2004, 2. baskı, s. 74-6.Yukarı
(14)Pasquino'nun dikkate değer yorumuna göre, dost-düşman ayrımı sadece uluslar arasındaki çatışmaları analiz ederken kullanılan kavramsal bir araç değildir. Dost basitçe ittifak olmayıp homojenliği ifade eder, a.g.m., s. 387.Yukarı
(15)Schmitt'e göre demokrasi gerçek anlamını sadece bu özdeşlikte bulur. Hatta daha da ileri giderek, demokraside esas unsurun siyasal homojenlik; ikinci olmazsa olmaz koşulun ise heterojen unsurların gerektiğinde ayrılması ya da ayıklanması olduğunu söyler. Carl Schmitt, Die geistesgeschichtliche Lage des heutigen Parlamentarismus, Berlin: Duncker & Humblot, (1923) 1996, 8. baskı, s. 14. Ayrıca bkz. Ernst Vollrath, "Wie ist Carl Schmitt an seinen Begriff des Politischen gekommen?", Zeitschrift für Politik, cilt 36, No. 2, 1989, s. 166.Yukarı
(16)Kennedy, a.g.e., s. 107. "Siyasal Kavramı", s. 42. Yukarı
(17)Hans Boldt, "Über Carl Schmitts 'Begriff des Politischen'", Zeitschrift für Politikwissenschaft, cilt 15, No. 1, 2005, s. 112; "Siyasal Kavramı", s. 38-9.Yukarı
(18)"Siyasal Kavramı", s. 25, 33 ve 36.Yukarı
(19)Ernst Niekisch, "Zum Begriff des Politischen", Widerstand, No. 331, 1933, s. 371.Yukarı
(20)Hans Boldt, a.g.m., s. 110; Hasso Hoffmann, "Feindschaft: Grundbegriff des Politischen?", Recht-Politik-Verfassung içinde, Frankfurt/a.M.: Campus, 1986, s. 220 vd.; Carl Schmitt, Theorie des Partisanen, Berlin: Duncker & Hum-blot, 1963, s. 91. Yukarı
(21)Chantal Mouffe, a.g.m., s. 49; Markus Llanque, Herfried Münkler, "Vorwort" von 1963, Reinhard Mehring (haz.), Carl Schmitt. Der Begriff des Politischen. Ein kooperativer Kommentar içinde, Berlin: Akademie Verlag, 2003, s. 17.Yukarı
(22)Markus Llanque, Herfried Münkler, a.g.m., s. 17-8; "Siyasal Kavramı", s. 99. Ayrıca bkz. Gabriella Slomp, "The Theory of the Partisan", History of Political Thought, cilt 26, No. 3, 2005, s. 504-6.Yukarı
(23)Armin Mohler, "Links-Schmittisten, Rechts-Schmittisten und Establishment-Schmittisten", Critic M, No. 98, 1986, s. 265 vd.Yukarı
(24)Yakın tarihli bir örnek için bkz. Étienne Balibar ve Sandro Mezzadra, "Borders, Citizenship, War and Class: An Interview", New Formations, No. 58, 2006, s. 11-30.Yukarı
(25)Aktaran Jürgen Gebhardt, "The Concept of the Political Revisited", Charles Embry (haz.), Philosophy, Literature, and Politics: Essay Honoring Ellis Sandoz içinde, Columbia: University of Missouri Press, 2005, s. 209.Yukarı
(26)"Siyasal Kavramı", s. 57.Yukarı