Önsöz, s. 7-12
Türkiye'de toplumsal kimliklerden söz etmek istediğinizde, karşınıza çok ciddi bir dil ve üslup sorunu çıkar. Bir de bu toplumsallığı, cinsel kimlikler belirliyorsa durum daha da zorlaşır. Cinsiyetçi söylemlerin, genel kabullerin, "mit"lere dönüşmüş inanışların ve gizlilikle perdelenmiş düşüncelerin alanında gezinmek durumunda kalırsınız. Söylemek istediğiniz her şeyi, egemen söylemin diline tercüme etmek durumunda bırakılırsınız.
Bu çalışma, Türkiye'deki eşcinsel erkeklerin toplumsal bir resminin belirebilmesi ve giderek netleşebilmesi için yapıldı. Türkiye toplumunun eşcinsel erkeklerle ilgili tanımlamaları ve bakış açısının, bu alandaki yaşamsal durumu anlamaya yetmeyeceği düşüncesinden hareket edildi. Büyük oranda önyargıların ve medyatik yanıltmaların belirlediği toplumsal anlayışın, –hadi ifade etmekten çekinmeyelim, cehaletin– derin bir diyalogsuzluğu oluşturduğunu, bir insan grubunu toplum dışına ittiğini, türlü kötülüklerin suçlusu ve türlü çatışmaların tarafı ilan ettiğini görüyorduk. Ve giderek bu anlayış, anti-demokratik bir toplum yapısını kurumsallaştırıyordu. Bu çalışma, temelinde, bu karanlık bakış açısının dışında kalan düşünceleri, kendi sahiplerinden topluma aktarabilmek amacıyla tasarlandı. Demokratik bir imkânın, en azından bir "hayal"in ifade edilmesi için yapıldı.
Bu kitapta, 25 eşcinsel erkeğin yaşamöyküleri, tanıklıkları, görüşleri yer alıyor. Konuşmacıların ağırlıkla gerçek kimliklerini gizlemek istemeleri, bazı biyografi bilgilerinin saklı kalması nedeniyle, çalışma, başta amaçlandığı gibi "sözlü tarih" prensipleriyle gerçekleşemedi. Bazı görüşmeler internet üzerinden yapıldı ve katılımcıların ifadeleri tartışmalı hale gelebildi.
Konuşmacı seçimi yapılırken, çalışmanın, Türkiye'deki eşcinsel erkeklerin yaşam biçimleri ve kimlik figürleriyle ilgili bir bakışı sunabilmesi hedeflendi. Bu kısıtlama sonucunda çalışma alanı, eşcinsel toplumunun diğer üyeleri olan lezbiyenleri, travestileri ve transseksüelleri içermiyor. Gerçekten de karşı cinse öykünen figürlerin, travesti ve transseksüellerin, topluma kendilerini ifade etmek için bazı kanalları kullanmış oldukları ve hepsinden önemlisi kişisel durumlarını "kadın"lık üzerinden ifade ettikleri için bu çalışmayı oluşturan düşün ekseninin dışında kaldılar. Ancak temelde erkek egemen, cinsiyetçi ve baskıcı bir söylemin, çıkış noktalarının arandığı, cinsel eğilim ve yaşam seçişlerin olanaklarının tartışıldığı ortamlarda, elbette ki gündeme gelmeliydiler, bu çalışmada da konuşuldular.
Çalışmanın bütünü; artık birçok kelime gibi bizden saydığımız "gay" kelimesiyle ifade edilen, eşcinsel erkekler üzerine kuruldu. Bu alanda çalışma yapan, yazılar yazan, örgütlenen kişilerle buluşmalar gerçekleşti. Başlangıçta; defalarca maruz kaldıkları bir medya serüvenine atılacaklarından korkan katılımcıların tedirginlikleri ve güvensizlikleri, kısa bir sürede gönüllü katkılarla gelişen müthiş bir dayanışmaya dönüştü. Çalışmanın bağlamı ve yayımlanacağı dizinin, yayınevinin yaklaşımı birçok kişiyi umutlandırdı, ellerinden geleni yaptılar. Ancak katılımcı olmak istemeyen kesimler oldu; yani bu projenin elbette eksikleri var. Tıpkı benim de, göremediğim, eksik gördüğüm, anlayamadığım birçok şeyin eksik kalmış olabileceği gibi...
Katılımcıların yaşam biçimlerinin, eşcinsel kimliklerini kurdukları düşünce ve edimlerin ya da bu kimliklerini kurup, yaşadıkları ortamın, bir toplumsallığı dillendirebilmesi gerektiği düşünüldü, bu yönde konuşmalar yapıldı. Bunun yanı sıra, çeşitli bireylerin tanıklıklarının, bilgilerinin ve araştırmalarının aktarılmasıyla, bu alanda bir bilgi birikiminin oluşmasının kapısı aralanmak istendi. Eksik, tartışmalı ya da bilimsel analizlere dayanmıyor olsa da yaşam deneyimlerine dayanan "eşcinsellere ait olan" bilginin ortaya çıkarılmasına çalışıldı.
Katılımcılar belirlenirken, eşcinsel toplumunun içerdiği ayrılıklar ve çelişkiler gündeme geldi doğal olarak. Temel ayrımın, eşcinsel kimliğini gizlilik çerçevesinde yaşayan, bunu çok kısıtlı bir toplumsal ortamda dillendiren kişiler ile açık yaşayan, açıklığın zorunluluğuna inanan, sosyal yaşamını bu belirginlikle kuran ve giderek bu eksende "örgütlenme" yoluna girmiş kişiler arasında geliştiğini söylemek mümkün. Bunun yanında, bireylerin toplumsal, sınıfsal kökenleri de eşcinsel kimliği yaşayış biçiminin belirlenişinde rol alıyor. Farklı kesimlerden bireyler, yaşam biçimleriyle farklılıklar gösteriyor. Fakat eşcinsel olmanın, sınıfsal ayrımları geçersizleştirecek biçimde ortak yaşamları, ortak toplumsal duruşları meydana getirdiğini de ifade etmek mümkün.
Cins kimliklerinin yaşanışında, cinsel fetişlerin ve bireylerin kendilerini ifade edişlerindeki davranışların, benimsenen figürlerin de ciddi bir önemi var. Sergilenen figür ve bu figürün kadınsı veya erkeksi kodlarla tanımlanması, eşcinsellikle ilgili her tür tartışmanın ortasına kuruluyor ve bizzat eşcinsel toplumunun kendi iç tartışmalarının da zeminini oluşturuyor. Eşcinsel erkekler, kendilerini, kimliklerini tanımlarken feminen veya maskülen değerlerle olan mesafesini önemli bir belirti sayıyor ve ifadelerini genellikle bu terimler üzerinden kuruyorlar. Bu "feminen duruş-maskülen duruş" çelişkisi bu denli ayrıştırıcı olsa da bu çalışmanın temel tartışmalarından biri değil. Konuşmacıların büyük çoğunluğu, karikatürize edilen kadınsı eşcinsel erkek figürünün toplumun ve medyanın dayattığı bir kurgu olduğunu söylediler ve bu kurgunun dışında kalmaya çalıştıklarını belirttiler. Çalışmadaki –neredeyse– tüm dosyalarda bu konu gündemde oldu, konuşmacılar kendi kurgularında bu konuyla ilgili deneyim ve görüşlerini hep açıklamak durumunda kaldılar. Ancak çalışma boyunca katılımcılar tarafından, karşı cinse öykünme hikâyeleri, hep dışlanan bir edim olarak ifadelendirildi, travestiliğin konusu olduğu söylendi ve erkekliğe içre bir eşcinsel duruş belirtildi.
Bunun yanı sıra, dünyadaki temel ayrımlardan birini oluşturan, fetişlerle tanımlanan cinsel kimlik kurgularıyla da uzak bir mesafede durduk. Sadece sosyal bir gösterge sunması itibariyle erkek kimliklerini ısrarla öne çıkaran, "Ayı" (Bear) akımının temsilcisi katılımcılarla bu fetiş eğilimi üzerine konuştuk.
Kitaptaki her katılımcıya, homofobik bir yaklaşım olduğunu düşünmeme rağmen, eşcinsel kimliklerini nasıl "keşfettiklerini" ve bunu nasıl bir toplumsal ortam içinde yaşadıklarını, kurguladıklarını sordum. Belki kolaycılıktı ama cinsel eğilimin fark edilişini ve oluşan kurgunun, bir çatışma alanı olarak gördüğüm toplum yapısındaki duruşunu ortaya koyacak başka bir yol bulamadım.
En önemlisi, tümüyle özel hayatlara dayalı bu çalışmanın özel hayat teşhirine sapıp sapmadığı kuşkusu ve korkusu, çalışma boyunca hep yol arkadaşım oldu. Sosyolojinin de gazeteciliğin de profesyoneli olmadığım için, tamamen sezgilerimle hareket ettim. Bazen çok acıtıcı yönlere de ilerleyen konuşmalar boyunca sorularımı, ne derece derinleşmek adına, ne derece –tehlikeli de olabilecek– insani meraklarla sorduğumun muhasebesini yapmaya hep devam edeceğim sanırım. Bu çalışmanın değerlendirileceği süreçlerde de, sadece bu konuda yargılanmayı önemseyeceğimi, sadece bu noktada onay arzulayacağımı hissediyorum.
Umarım bu çalışma, amaçladığım gibi; hepimizi kuşatan anlam daralmalarının içinde, toplumsal bir örnekleşme projelerinin baskısı altında, sesi çıkmayanların, sözü anlaşılmayanların söylemine küçük bir katkı sağlar. Milli orijin, dinsel, siyasal inanışlar, cinsel kimlik ve eğilimler, yaşam biçimleri vs. vs. Adına ne derseniz deyin, ne istiyor ve neyi savunuyor olursa olsun, tek bir insanın bile hikâyesine sırtımızı dönersek, sesini duymazdan gelirsek, sadece güç ilişkileri kuracağımıza inanıyorum. Tek bir insanın hikâyesinde bile, hayatımızı anlamlandırmak için birçok şey olduğunu biliyorum. Bu çalışma da o hikâyeleri aradı.