| ISBN 975-7650-05-6 | 13X19,5 cm, 128 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | "Fotoğraf 4", s. 26-28 ve "Notlardan 2", s. 34-35 Fotoğraf 4 İşte zamanında dünyayı baştanbaşa dolaşmış bir resim: Stalin, Roosevelt ve Churchill geniş bir verandada, koltuklarda oturuyorlar. Stalin ve Churchill üniformalı, Roosevelt ise koyu renk bir elbise giymiş. Yıl 1943, Tahran'da güneşli bir Aralık sabahı. Bu resimde herkes bizi neşelendirmek niyetiyle sakin bir ifade takınmış; çünkü ne de olsa bizler tarihteki en kötü savaşın başlamakta olduğunu biliyoruz. Yüzlerdeki ifade çok önemli: Bize cesaret vermek zorunda. Fotoğrafçılar işlerini bitirir ve üç büyük şahsiyet kısa bir gizli görüşme için salona girerler. Roosevelt, Churchill'e sorar: "Bu ülkenin hükümdarı Şah Rıza'ya (eğer, diye ekler Roosevelt, doğru telaffuz ediyorsam) ne olmuş?" Churchill omuzlarını silker ve isteksizce konuşur. Şah, Hitler'e hayrandı ve etrafını Hitler taraftarlarıyla doldurdu. İran'ın her yerinde Almanlar vardı; sarayda, bakanlıklarda, orduda. Abwehr(*), Tahran'da önemli bir güç haline geldi, Şah da bunu destekledi – Hitler İngiltere ve Rusya ile savaştaydı ve bizim hükümdar İngiltere ile Rusya'ya katlanamıyordu; Hitler'in orduları ilerledikçe o mutluluk içinde ellerini oğuşturuyordu. Londra, İngiliz donanmasına akaryakıt sağlayan İran petrolü konusunda kaygılıydı. Moskova, Almanlar'ın İran'a girmesinden ve Hazar Denizi bölgesine saldırmasından korkuyordu. Ancak en önemlisi, İran'ın içinden geçen demiryoluydu; bu büyük bir kaygıya neden oluyordu, çünkü Amerikalılar ve İngilizler Stalin'e yiyecek ve silah ulaştırmak için bu demiryolunu kullanıyorlardı. Nitekim daha sonra, Alman tümenlerinin doğuda iyice ilerledikleri bir kriz anında, Şah birdenbire Müttefikler'in demiryolunu kullanmalarına karşı çıktı. Müttefikler çok kesin bir harekete giriştiler: İngiliz ve Kızıl Ordu birlikleri Ağustos 1941'de İran'a girdi. Şah, onbeş İran tümeninin fazla direnç göstermeksizin teslim olduğuna ilişkin haberlere inanmak istemedi, bunu kişisel bir utanç ve yenilgi saydı. Askerlerinin bazıları dağılıp kaçarken, diğerleri Müttefikler tarafından kışlalarına hapsedildi. Askerlerinden yoksun kalan Şah'ın hiçbir önemi kalmamıştı, artık mevcut değildi. Kendilerine ihanet eden hükümdarlara bile saygı gösteren İngilizler, Şah'ın şerefle ayrılmasına izin verdiler: Ekselansları, veliahtları olan oğullarına tahtı bırakabilirler miydi acaba? Bizim zat-ı âlilerinin oğluna tam güvenimiz var ve durumunu güvence altına alacağız. Ancak Ekselansları başka bir çözüm bulunduğunu düşünmemelidirler. Şah bunu kabul etti ve Eylül 1941'de 22 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza Pehlevi tahta geçti. Yaşlı otokrat artık sivil bir kişiydi ve hayatında ilk kez sivil elbise giydi. İngilizler onu Afrika'ya, Johannesburg'a gönderdiler (Şah, burada fazla söz etmeye değmeyecek, sıkıcı ancak rahat bir üç yıl geçirdikten sonra öldü). İmparatorluk verir; imparatorluk alır. Notlardan 2 Petrol, olağanüstü duyguları ve ümitleri alevlendirir, çünkü herşeyden önce çok güçlü bir ayartıcıdır. Rahatın, servetin, gücün, bahtın ve yetkinin etkili silahıdır. Petrol nazik biçimde havaya fışkıran ve bir para yağmuru gibi hışırdayarak toprağa düşen pis, kötü kokulu bir sıvıdır. Petrolün kaynağını keşfedip ona sahip olmak, uzun süre yeraltında dolaştıktan sonra birdenbire muhteşem bir hazineye rastlamak gibidir. Yalnızca zengin olmakla kalmazsınız, daha yüce bir varlığın size lütufla baktığı, sizi gözdesi olarak seçip diğerlerinden üstün tuttuğu yolunda mistik bir inanca da kapılırsınız. Çok sayıda fotoğraf, petrol kuyudan ilk fışkırdığı zaman halkın neşe içinde zıpladığı, birbirlerine sarılıp coşkuyla gözyaşı döktüğü anı göstermektedir. Petrol rahat, serbest, yani tümüyle değişik bir hayat yanılsamasını ortaya çıkartır. Öyle bir kaynaktır ki, zihni uyuşturur, görüşü bulandırır ve insanı kötülüğe sürükler. Yoksul ülkelerdeki insanlar hep şöyle düşünüp dururlar: Tanrım, keşke petrolümüz olsaydı! Petrol kavramı ter ve ağır işten çok, şans eseri, talihin bir lütfu sayesinde ulaşılan servetle ilgili ebedi ve ezeli bir insan hülyasının kusursuz ifadesidir. Bu anlamda petrol bir peri masalıdır ve her peri masalı gibi bir ölçüde yalandır. Petrol bizi öylesine gururla doldurur ki, zaman gibi boyun eğmez engelleri bile kolayca aşabileceğimize inanmaya başlarız. Son Şah petrole güvenerek şöyle derdi: "Otuz yıl içinde ikinci bir Amerika yaratacağım!" Bunu hiçbir zaman yapamadı. Güçlü olmasına rağmen, petrolün de kendine has kusurları vardır. Petrol, düşünce ve aklın yerine geçemez. Hükümdarlar için onun en çekici niteliklerinden biri otoriteyi güçlendirmesidir. Petrol çok fazla insan çalıştırmaksızın büyük kârlar sağlayabilir. Pek az sosyal soruna neden olur, çünkü ne kalabalık bir proletarya ne de çok büyük bir burjuvazi oluşturur. Böylece, kârları hiç kimseyle paylaşmak zorunda kalmayan hükümet, onları kendi düşünce ve arzusuna göre kullanabilir. Petrol sahibi ülkelerin yöneticilerine bakın, başlarını ne kadar yüksekte tutuyorlar, ne büyük bir güç duygusu taşıyorlar; onlar, yarın otomobil kullanacağımıza ya da yaya kalacağımıza karar veren enerji lordlarıdır. Petrolün camiyle ilişkisi nedir? Bu yeni servet, giderek açılıp yayılan ve mümin kitleleri cezbeden İslam dinine nasıl bir güç, şöhret ve önem sağlamıştır? (*) Abwehr: Karşı istihbarat; savunma. (ç.n.) Yukarı |