ISBN13 978-975-342-275-8
13x19,5 cm, 192 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Zeynep Direk, “Irk kavramının mucitleri”, Virgül, Sayı 52, Haziran 2002

Robert Bernasconi kıta Avrupa’sı felsefesinin İngiltere ve Amerika cihetinde, Heidegger üstüne yazdığı iki kitabı (The Question of Language in Heidegger’s History of Being ve Heidegger in Question) ve Levinas’ın felsefesini tanıtan ve sorgulayan pek çok makalesiyle daha otuzlu yaşlarının sonuna gelmeden parlak bir akademik kariyer sahibi oldu. Irk Kavramını Kim İcat Etti? adlı kitabında toplanan makaleleri, onun uluslararası akademik felsefe çevrelerini oldukça rahatsız etmiş, eleştirel bir biçimde karşılanmayıp görmezlikten gelinmiş, hatta neredeyse ayıplanmış çalışmalarının önemli bir kısmıdır. Irk sorusunun felsefe tarihinde nasıl ele alındığını inceleyen bu makalelerin uluslararası felsefe sahnesinde göz ardı edilmelerinin sebebi, onları üreten bakış açısının yanlışlığının gösterilmesi ya da Bernasconi’nin metinleri yorumlarken veya çalışmasının tarihsel kısmında hatalar yapmış olduğunun ortaya koyulması değildir. Şok dalgasını yaratan şey atalara, babalara alenen dil uzatan cesaretidir. Kimse felsefede baba katli oyununun kaçınılmaz olduğunu inkâr edecek değil. Fakat, bu oyun “dekonstrüktif” bir tarzda oynanır, yani baba bir yandan öldürülürken diğer yandan diriltilir. Bernasconi açık ki fazla ileri gitmiş. Avrupa merkezciliğin eleştirisi dozunda yapılmalıdır ki, Batılı olmanın anlamı içinde, Batı’nın dünyanın geri kalan kısmına felsefe ile rehberlik etme rolü icra edilebilsin. Ne var ki, Batı felsefesinin rehber olma rolü, Kant ve Hegel gibi filozofların felsefelerine ırkçı fikirler bulaşmış olduğunu ya da John Locke gibi liberal bir düşünürün, şahsen müdahil olduğu köle ticaretinin haklılığını felsefesinde mesele haline bile getirmemiş olduğunu göz ardı ederek korunamaz. Batı felsefesinin, bir felsefeler çoğulluğu ortamında bir rehberlik misyonu taşıması, onun başkası karşısında kendi özgürlüğünün keyfiliğinin hesabını verebilmesine; kendi içindeki ırkçılığa karşı özeleştiri yoluyla daha donanımlı olmayı başarmasına bağlıdır. Bu yüzden, örgülerinde ırkçı fikirlerin bulunduğu modern Batı felsefesi tarihine ait metinler çok özenli bir biçimde okunmalıdır.

Kant’ın, Hegel’in ırkçı fikirlere sahip olduklarının gösterilmesi karşısında, felsefeciler kendi ayaklarının altındaki zeminin çekilmesinden kaynaklanan bir baş dönmesi, ürkütücü bir boşluk duygusu yaşamaktadırlar. “Hegel Ashanti Mahkemesinde” adlı makale, Hegel’in Afrika’yı nasıl gördüğünü, kullandığı seyahatnamelerde anlatılan tecrübeleri nasıl Afrikalıların aleyhine çarpıtıp abartarak, onları dünya kültürünün tarihsel gelişimine hiçbir olumlu katkıda bulunmamış halklar konumunda bıraktığını anlatıyor. Bernasconi’ye göre, Kant’la başlayan, Hegel’le doruğuna ulaşan “tarihsel gelişmeye dair bazı varsayımlar temelden ırkçı olan sömürgeci bir zihniyeti beslemiş”tir. (s. 9) “Hegel Ashanti Mahkemesinde”nin Batılı felsefeciler tarafından alımlanmasını en iyi anlatan tepki belki de şudur: “Bernasconi, Hegel’in ırkçı olduğunu göstermeye çalışıyor. Peki, ama ne yapalım Hegel ırkçıysa? Hayatımızda bir şey değişecek mi?” Daha da manidar bir tepki, Bernasconi’nin Kant’ın ırk kavramının mucidi olduğunu iddia eden makalesini sunduğu konferansta dinleyici olarak bulunan Habermas’ın tepkisidir. Rivayet odur ki Habermas yanında oturan kişiye dönüp şöyle demiştir: “Şimdi de Kant’ı elimizden almaya çalışıyorlar.” Bu ve benzeri anekdotlarla bu çalışmanın bir skandal olarak alımlandığı boyutunu hissettirmeye çalışmıyoruz. Yalnızca, sorulsa, ırkçılığa karşı olduklarını açıkça söyleyen, bundan asla şüphe etmeyen kıta Avrupa’sı felsefesinin saygın ve ilerici akademisyenlerinin, konunun felsefe tarihi içinde ciddi bir biçimde ele alınmasının önünde bir bariyer oluşturduklarını ima ediyoruz. Felsefe hâlâ fazlasıyla beyaz bir oyun. Buna karşın son iki yılda çok önemli bir gelişme olmuştur: Bernasconi’nin bu makaleleri, ABD’de ve başka ülkelerde felsefe disiplini içinde, ırk meselesini konu alan derslerde okutulmaya, hazırladığı seçkiler ders kitabı olarak kullanılmaya başlamıştır. (bkz. The Idea of Race, Robert Bernasconi ve Tommy Lee Lott (yay. haz.), Hackett Publishers Co., 2000 ve Race, Robert Bernasconi (yay. haz.) Blackwell Publishers, 2001.) Zaten bu çalışmaların amacı da bu yeni kulvarı oluşturmaktı.

Kitap, içinde bulunan Kant üstüne yazılmış bir makaleden adını alıyor. Deleuze ve Guattari, Felsefe Nedir? adlı eserde, felsefi faaliyeti, düşünürün önceden serdiği bir içkinlik düzleminde kavram icat etmesi olarak tanımlamışlardı. Bu tanım, kavramların mucitlerinin imzasını taşıdığını ima eder. Bernasconi’ye göre, “bilimsel ırk kavramı,” Aydınlanmanın en büyük düşünürü Kant tarafından imzalanmıştır. (Robert Bernasconi, bunu Race adlı seçkinin girişinde yazar. a.g.e, s. 1.) Aslında, XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görünür nitelikleri temelinde insanları sınıflandırmak için “ırk” sözcüğü kullanılmaya başlamıştır. Ancak sözcüğün içerdiği mananın bulanıklığı yapılan çeşitli sınıflandırmalara bakılınca ortaya çıkar. Kant, 1775 yılında insanların dünyanın birden fazla bölgesinde, çok kökenli bir biçimde ortaya çıktıklarını öne süren teze (polygenesis) karşı tek kökenli oluşumu savunurken, özellikle ten rengi gibi kalıcı kalıtımsal nitelikleri açıklamak için ırk kavramına başvurmuş ve onu “açıkça” tanımlamıştır. Günümüzün bilimi “bilimsel bir ırk kavramının” olmadığını göstermiştir; çünkü “ırk” kavramına tekabül eden bilimsel bir gerçeklik yoktur. Analitik felsefeden Antony Appiah buna dayanarak, “ırk kavramı”nın sahte ve son çözümlemede boş bir kavram olduğunu, “ırkların” biyolojik anlamda bilimsel bir temeli olmadığını göstermenin ırkçılıkla mücadele etmeye yeteceğini ileri sürmüştür. (bkz. Antony Appiah, “The Uncompleted Argument: Du Bois and the Illusion of Race”, Critical Inquiry, Autumn 1985.) Bu sava karşı şunları söylemek gerekir: Irkçılık ırkın bilimsel anlamda bir gerçekliği olmadığını göstermekle bitmiyor. Zaten ırkçılığın bilimsel anlamda bir ırk kavramına ihtiyacı yoktur, çünkü onu besleyen tarihsel, antropolojik, sosyo-kültürel ve elbette ekonomik kaynaklar vardır. Ayrıca, fenomenolojik olarak bakıldığında, ırkın yaşanan tarihsel ve toplumsal bir gerçekliği vardır. Bilimsel olarak ırkın bir gerçekliği olmadığını ispatlamak, dünyada başkasının bakışı altında ırklılaştırılmış bir bedene bürünmüş olarak yaşama ve ayrımcılığa maruz kalma tecrübesinin gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Irk kavramını biyolojinin sınırlarının dışına çıkarıp onu tarihsel, felsefi, sosyolojik, edebi, antropolojik araştırmalara dayanarak daha geniş bir anlamda ele almadan ırklı varoluşun tecrübesi de anlamlandırılamaz. Irk kavramının bilimsel bir gerçekliği olmadığı bulgusunun ortaya çıkmasına kadar geçen yüzyıllar sırasında, ırkın bilimsel bir gerçeklik olduğunun doğruluğuna inanılması ırkçılığı beslemiş, ırklılaştırılmış bedenin tarihsel ve toplumsal bir biçimde yaşantılanmasını yoğun bir biçimde belirlemiştir. Bernasconi’nin “Irk Kavramını Kim İcat Etti?” adlı makalesi bu süreci Kant’ın başlattığını öne sürdüğü için önemlidir.

Fenomenoloji ve varoluşçuluk, yaşanan tecrübenin taşıdığı anlamın araştırılmasında analitik yaklaşımlardan çok daha zengin olanaklar sunarlar. Örneğin Sartre’ın bakış fenomenolojisi, ırkçılığı, antisemitizmi, sömürgeciliği anlamada oldukça ileri bir adımı temsil eder. Siyah’ın yaşadığı tecrübeyi betimleyen Franz Fanon Merleau-Ponty’nin öğrencisidir. Bernasconi, ırksal ideolojinin kurucularından biri olarak okunan Herder’de de benzer bir fenomenoloji bulur: Herder, ona göre, hem Avrupalı kültürlerin Avrupalı olmayan kültürleri kendi standartlarıyla, bu kültürlerin tutarlılığını kuran şeyi yıkıcı bir biçimde yargılamasını eleştirdiği ve radikal bir çoğulculuk önerdiği için önemlidir, hem de “Beyazların genelde kendilerini diğer insanların onları gördükleri gibi görmekteki isteksizliklerini ya da beceriksizliklerini” vurguladığı için dikkate değerdir. (s. 100) Fenomenolojik-varoluşçu bakış açısının bir başka avantajı da, ırk sorununu cinsiyet ve sınıf kavramları ile iç içe geçmişliği içinde ele almaya olanak tanımasıdır. Politik fenomenolojiyi geliştirmeye yönelik bir yaklaşımla Sartre’a geri dönmek önümüzdeki dönemde önem kazanacak gibi görünmektedir.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X