 | ISBN13 978-605-316-432-6 | 13x19,5 cm, 320 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş, s. 13-15 Canavarların yerelden küresele müşterek bir duygu yapısının izleri olarak muhtelif sebeplerle geri döndüğü söylenebilir. Bunu bir yandan pandemiyle birlikte gözle göremediğimiz “canavarlar”ın insan türünün hayatını tehdit etmesi karşısında yaşanan şokta ve insan faaliyetlerini askıya almasıyla duygu durumlarında ve alışkanlıklarda gerçekleşen radikal dönüşümlerde gözlemleyebiliriz. Nitekim farklı sözlükler tarafından son yılların en popüler kelimeleri olarak seçilen “pandemi”, “covid”, “aşı” gibi şaşırtıcı olmayanlar arasında benim ilgimi çeken, Oxford’un 2022 yılında goblin mode’u, Merriam Webster’ın 2022’de gaslighting’i ve Cambridge’in 2023’te hallucinate’i seçmesi oldu. Goblin mode (umacı gibi takılmak) bireyin toplumsal kalıp ve normları reddederek, nasıl göründüğünü umursamadan hazcı ve dağınık bir yaşam tarzı sürmesi olarak tanımlandı, hem pandemi bittikten sonra eski “normal”e dönmeyi hem de sosyal medyada sunulan aşırı özenli hayatları reddetmek anlamında kullanıma girdi. Hallucinate (sanrı yaratmak) yapay zekânın yanlış bir bilgiyi gerçekmiş gibi sunması anlamında kullanılmaya başladı. Gaslighting ise, bir istismar ve psikolojik şiddet yöntemi olarak, istismarcının karşısındaki özne ya da grubu gerçeklik algısından şüphe duymaya, rasyonel ve ruhsal zeminini sorgulamaya götürerek kontrol altına almaya çalıştığı bir tahakküm biçimi olarak tanımlandı. Dolayısıyla 21. yüzyılın canavarlarının bir yandan, insan türünü tehdit eden virüs veya yapay zekâ gibi, potansiyelleri ve yapabilecekleri öngörülemeyen varlıklar olduğu söylenebilir. Bu durum “insan” tanımının gözden geçirilmesi bakımından önemli bir dönemece işaret ediyor. Diğer yandan, gaslighting özellikle kadınların bildiklerinden, inandıklarından, deneyimlerinden ve hafızalarından şüphe duymalarına yol açan bir şiddet biçimi olarak, belirli bilme ve var olma biçimlerinin marjinalleştirilmesi, canavarlaştırılanın hikâyesini dinlemenin ve anlatmanın etiği gibi, bu çalışmanın temel meseleleri arasında yer alan konulara da temas ediyor. Ayrıca, Avrupa’nın erken modern döneminde ağırlıklı olarak kadınların yakılması biçiminde gerçekleşen “cadı avları”nın günümüzde farklı toplumlarda özellikle kadınlara ve kuirlere yönelik olmak üzere yeniden başlatıldığını da görüyoruz. Silvia Federici (2019) 2008’den beri, “cadı avı” adı altında işlenen cinayet kayıtlarının had safhaya ulaştığını, sırf Tanzanya’da yılda beş binden fazla kadının cadı olduğu gerekçesiyle katledildiğini, Orta Afrika Cumhuriyeti, Hindistan, Nepal, Papua Yeni Gine ve Suudi Arabistan’dan cadıların öldürülmesine ya da cezaevlerine tıkılmasına dair bilgiler aldıklarını belirtir (12). Ancak önceki dönemlerden farklı olarak yeni cadı avlarına karşı feminist direnişin de büyüdüğüne dikkat çeker. Cadı avı adı altında olsun olmasın, kadınlara ve kuirlere yönelik yeni şiddet biçimlerinin dünyanın her yerinde çoğaldığını görüyoruz. Özellikle de güçlenen feminist hareketlere bir karşı tepki olarak antifeminist grupların sayısında hızlı bir artış var. Türkiye’de de kadınlara, kuirlere, hayvanlara yönelik şiddetin giderek arttığı dönemlerden geçiyor, özellikle LGBTQ+ bireylerin marjinalleştirildiği, terörist ilan edilip hedef gösterildiği zamanlara tanıklık ediyoruz. Bu durumun Türkiye’ deki feminist ve kuirlerin haletiruhiyesine de “canavar”la ilişkili ifadeler olarak yansıdığını söylemek mümkün. Örneğin kadın ve kuir gündemini takip eden bağımsız bir çevrimiçi yayın olan 5Harfliler, adının nereden geldiğini şöyle açıklıyor: “kadın kelimesinin neredeyse öcüyle bir tutulduğu günlerde, ‘üç harfliler’ tabirinden hareketle kız, kadın, bayan, hanımefendi ayrımından bunalan bütün yorgun ruhlar için kendine 5Harfliler ismini yakıştırmıştır.” Feminist bağları güçlendirmek için kurulan başka bir çevrimiçi oluşum, Çatlak Zemin’in ismindeki “çatlak” ise, “deli kadın” göndermesinin yanı sıra, bana Dana Oswald’ın (2016) “Canavar Toplumsal Cinsiyet: Belirsizlik Coğrafyaları” başlıklı makalesinde geçen, canavarların “bedenleri arada kalmış, çatlak durumda, geçiş halindedir ve sergiledikleri toplumsal cinsiyet, içinde yaşadıkları muğlak bedenlerden ve coğrafyalardan kaynaklanır” ifadelerini hatırlatıyor (343). Benzer duygu notalarında tınlayan, “arada kalan konu, kişi ve topluluklar için araştırma odaklı, katılımcı ve eleştirel bir inisiyatif” olan KIRIK’ın isminin de “garip ve eğreti olan, kuir, renk nüansı, fay kırığı gibi anlamları kapsadığı ve kucakladığı için” seçildiği belirtiliyor. Andığım tüm bu oluşumların müşterek bir duygu ikliminin varlığını kanıtlar nitelikte olduğunu düşünüyorum. Kişisel olan ile politik olanın zaten hiçbir zaman ayrı düşünülemeyeceğine inanan bir kadın olarak, zamanın ruhu ve duygu yapısıyla şekillenen yetişkin halime, nasıl bir kadın olma(ma)sı gerektiğini öğrenmeye çalışan, kafası karışık çocuk halimin hayaletleri de musallat oldu ve yüksek lisanstan beri ilgi duyduğum, insan olmayanların edebiyatta temsili meselesi “insan” sayılmayan, “canavar” görülen, yaşarken ölü kılınan cinsiyetlendirilmiş bedenlerin ve hallerin temsili meselesiyle birleşince bu inceleme ortaya çıktı. |