| ISBN13 978-605-316-281-0 | 13x19,5 cm, 308 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Önsöz, "Duygulanımsal Etkileşimler, Değmek, Değer, Dayan(ış)ma", s. 9-10 Yakın dönemde bahsi sıklıkla geçen “duygulanımsal dönemeç”i kültürel dönemeç dahilinde ama dilsel dönemeç sonrasında ortaya çıkan bir alan olarak konumlamak mümkün. Duygulanıma yönelik 1990’ ların ortalarında başlayan ilgi 2000’li yıllarda giderek artıyor. Özellikle 11 Eylül sonrası ortaya çıkan güvenlik toplumu, internetin her seviyede yaygın ve etkin hale gelmesi, neoliberalizmin bedeni açık bir kaynak haline getirmesi ya da sağ popülizmin veya ekolojik yıkımın tetiklediği endişe ve korkular duygulanımın gördüğü entelektüel ilgide önemli rol oynayan güncel gelişmelerden birkaçı olarak ifade edilebilir. Duygulanımsal dönemeçten bahsederken Ann Cvetkovich “duygulanım çalışmaları” ile “duygulanım teorisi” arasında bir ayrım yapılması gerektiğini hatırlatıyor (2012: 3, ayrıca bkz. Leys 2011). Bu ayrıma göre “duygulanım çalışmaları” tek bir kuramsal kökenle ilişkilendirilmeksizin ortaya çıkan disiplinlerarası bir alan. Bu ayrımı yaparken Cvetkovich’in iki kaygısı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki kendisi de dahil olmak üzere duygulanımsal dönemeçten önce gelen ve mahremiyet / samimiyet (intimacy), cinsellik, ruhsal ile toplumsal arasındaki etkileşimler, kuir bedenlerin özellikle melankoli ve utanç ile olan ilişkileri gibi konularda, özellikle de feminist ve kuir araştırmacılar tarafından yapılmış öncü çalışmaların hakkının yenmesine yönelik itirazını ifade etmek, [1] ikincisi de duygulanım üzerine düşünmenin tek bir kavramsal çerçeve ötesinde de mümkün olduğunu hatırlatmak. Buna karşılık “duygulanım teorisi”nden bahsettiğimizde kuramsal kökeni Spinoza ve Deleuze’ün çalışmalarına giden, özellikle Brian Massumi, Michael Hardt ve Antonio Negri, Lauren Berlant ve Patricia Clough gibi teorisyenlerin metinleri ve bunların değişik vakalara uyarlanması ile ortaya çıkan bir alandan bahsediyoruz. Bu teorisyenlerin çalışmalarının kendi konu ve anlatıları ötesinde önemli bir ortak özelliği duygulanım teorisi üzerinden Spinoza’nın güç / iktidar üzerine olan kavramlaştırmasını başlıca referans noktalarından biri olarak almaları. Güç (Lat. potentia, Fr. puissance), Spinoza’ nın güç ilişkilerine ilişkin kudret (Lat. potestas, Fr. pouvoir) ile birlikte yaptığı iki kavramlaştırmadan birisidir ve ikincisinin aksine egemenlik kurma, tahakküm ya da yabancılaşma gibi aşkın biçimlerde işlemez. Tam tersine güç (potentia), kişilerin kendi donanımları dahilinde mevcut olmayan ama duygulanımsal kapasitelerini birbirlerine aktarma süreçleriyle ortaya çıkan bir “etki etme ve etkilenme” gücüdür (Hardt 2015; Ruddick 2010; Slaby ve Mühlhoff 2018) ve bu kavramlaştırma pek çok teorisyenin yüzlerini Spinoza’ya dönmelerinin başlıca sebeplerindendir. Bu nedenle duygulanım teorisini aslında Foucault’nun “iktidarın her yerde” olduğu tespitinin hem bir devamı hem de güç ilişkilerinin daha önce bakılmamış hal ve durumlarında ele alınması olarak okumak yerinde olacaktır. [2] Ayşe Akalın Notlar [1] “Duygulanımsal dönemecin öncülleri kimdir?” sorusu elbette yoruma açık bir konu. bell hooks, Ruth Behar, Veena Daas, Susanne Langer, Stanley Fish, Richard Dyer, Audre Lorde, Maurice Merleau-Ponty gibi isimleri böyle bir listeye eklemek mümkün. Duygulanımsal dönemecin öncülü ve temel metinlerinin iyi bir listesi için bkz. Ann Cvetkovich (2012) Giriş Bölümü, 5. dipnot. Metne dön. [2] Foucault’nun iktidar kavramı olarak Fransızca pouvoir’ı yani Spinoza’ya göre potestas/kudreti kullandığını hatırlamakta fayda var. Metne dön.
|