| ISBN13 978-605-316-149-3 | 13x19,5 cm, 168 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Astrobiyoloji Nedir?, İsmin Ardındakiler, s. 11-13 Bir Amerikan Gizli Servis ajanı, telsizine “Astrobiyoloji de neyin nesi?” diye seslendi. San Francisco yakınlarındaki NASA Ames Araştırma Merkezi’ni ziyaret eden bir akademisyenin kimliğini kontrol ediyordu. Ziyaretçi, NASA’nın ilk astrobiyoloji bilimi konferansına katıldığını söylemişti. Ames’te Başkanlık Uçağı Air Force One’a güvenli iniş sağlayan bir iniş pisti bulunuyordu. 2000 yılının nisan ayında Başkan Bill Clinton ve Gizli Servis maiyeti San Francisco Körfezi civarını ziyaret etmek üzere henüz iniş yapmıştı. Ajanın sorusu yerindeydi. Astrobiyolojinin anlamı üzerinde bilimsel uzlaşmaya ancak 1990’ların sonunda ulaşılmıştı. Meslekten olmayanların veya Gizli Servis ajanlarının çok azının bu terimi duymuş olma ihtimali vardı. O zamanlar NASA, Ames’in yürüttüğü bir astrobiyoloji araştırma programını teşvik etmeye başlamıştı, ben de orada uzaybilimci olarak çalışıyordum. İlk başta, meslektaşlarım Yunanca terimin harfi karşılığı olan “yıldızların biyolojisi”nden hoşlanmamışlardı. Bir tanesi yaşamın yıldızların cehennemi içinde var olamayacağını belirtmişti alayla. Daha cömert bir yorum ise astrobiyolojideki “astro”nun, Güneş de dahil olmak üzere yıldızların çevresindeki veya basitçe uzaydaki yaşam hakkında olduğu yolundadır. Astrobiyologlar dış uzaydaki yaşam hakkında fikir yürütebilmek için yaşamın öncelikle Dünya’da nasıl evrildiğini iyice kavramamız gerektiği konusunda hemfikirdir. Ne var ki modern bilimin en hayret verici yönlerinden biri, biyoloji hakkında bir çocuğun bile sorabileceği bazı soruları cevaplamayı şimdiye dek başaramamış olmasıdır. Yeryüzünde yaşam nasıl başladı? Bu konuda biraz fikrimiz var ama detayları bilmiyoruz. Dünya’nın ve Güneş Sistemi’nin hangi özellikleri gezegenimizi yaşanabilir kılıyor? Yine birtakım fikirlere sahibiz ama daha öğrenecek çok şey var. Peki, yaşamın basit kalmak yerine karmaşık organizmalara evrilmesine ne sebep oldu? Yine kesin bir bilgiye sahip değiliz. İnsanlığın bilgisindeki bu boşlukları doldurmak için, Dünya’daki yaşamın kökenini ve evrimini, ayrıca başka yerlerde mümkün olan çeşitli yaşam biçimlerini inceleyen bir bilim dalı olarak astrobiyoloji ortaya çıktı. NASA astrobiyolojiyi evrendeki yaşamın kökeninin, evriminin, dağılımının ve geleceğinin incelenmesi olarak tanımladı. Sık kullanılan diğer tanımlar, evrendeki yaşamın incelenmesi veya yaşamın kozmik bağlamda incelenmesi’dir. Bu anlamda, astrobiyologlar hem “Yeryüzündeki yaşamın tarihi ve geleceği nedir?” hem de “Başka bir yerde yaşam var mı?” sorularının peşinden giderler. Astrobiyolojinin 1990’ların sonunda bir disiplin olarak ortaya çıkışı dört gelişmeyle aynı anda gerçekleşti. 1996’da bir Mars meteoritinde, gezegende çok uzun zaman önce yaşam bulunduğuna dair tartışma yaratan işaretler betimlendi. Bir asteroitin çarpması sonucunda Mars yüzeyinden kopan 1,9 kg’lık bu kaya parçası nihayetinde Antarktika’ya düşmüştü. Doğru olsun veya olmasın (bkz. 6. Bölüm), fosilleşmiş mikroskobik yaşam yorumu insanları düşünmeye teşvik etti. Dahası, önceki yirmi yıl içinde biyologlar bazı mikropların yalnızca daha önce düşünülenden çok daha geniş bir aralıktaki ortamlara dayanıklılık gösterebileceklerini ortaya koymakla kalmayıp, bu mikropların aslında sıcaklık, asit, basınç veya tuzluluk açısından aşırı koşulları sevdiklerini de göster mişlerdi. Böylece yaşam için elverişli görünmeyen yerlerde de dünyadışı mikropların var olduğunu düşünmek makul hale geldi. Üçüncü bir bulgu, 1996’da NASA’nın Galileo uzay aracı tarafından çekilen, Jüpiter’in uydusu Europa’nın buzlu yüzeyini gösteren fotoğraflardan geldi. Geçmişte sürüklenerek birbirinden ayrılmış buz parçalarını gösteren bu fotoğraflar buzlu kabuğun altında bir okyanusun bulunduğuna işaret ediyordu. Ardından, 1990’ların ortalarından bugüne astronomlar peş peşe birçok ötegezegen –yani bizim güneşimizden başka yıldızların etrafında dönen gezegenler– buldular. Ötegezegenlerde veya Güneş Sistemimizin kozmik arka bahçesinde yaşamın bulunma olasılığı, yaşamın evrende yaygın olup olmadığı sorusunun sorulması için itici bir güç oldu. |