Suzan Saner, "Ailenin Karanlık Yüzü: Ensest kitabı üzerine", catlakzemin.com, 29 Haziran 2018
Türkiye’den araştırmalar, saptamalar, örnekler ve önerileri derleyen Ailenin Karanlık Yüzü: Ensest kitabı yeni çıktı. Ensest konusunu bilimsel bir perspektifle anlama ve kamuoyunun gündemine getirme çabasının bir ürünü olan kitabın editörlüğünü Alanur Çavlin, Filiz Kardam ve Hanife Aliefendioğlu yapmışlar. Öncelikle, kolektif emeklerine sağlık. Biz de sitemizde duyurup tanıtmak istedik.
Biliyoruz ki devleti ailenin babası ve aileyi toplumun mikrokozmosu olarak gören cinsiyetçi ve milliyetçi ideolojinin hegemonik söylemi, her yerde. Ders kitaplarından haber diline, magazinden parti seçim bildirileri ve tv dizilerine aile kutsal, temiz, mahrem ve “dokunulmaz”. Türkiye’de ensesti konu alan yayınlar ve gazetecilerle ilgili yakın tarihli sansür örnekleri mevcut. Yazarlardan Hanife Aliefendioğlu’nun “Ensest Vaka ve Suçlarının Medyada Temsil Edilme(me)si: Eleştirel Bir Yeniden Okuma” başlıklı yazısında dikkat çektiği gibi, haberlerde ensest bir sözcük olarak geçmiyor, kullanılan sözcük tecavüz.
Toplumsal cinsiyet perspektifiyle yakından bakılması ve içinin açılması gereken bir kurum olarak ele almadıkça, aile içindeki yaş ve cinsiyete bağlı iktidar ilişkilerini “görmek” mümkün değil. Cinsiyet hiyerarşisinin yaş hiyerarşisiyle güçlenmesi, özellikle kız çocuklarını ailenin en korumasız alanına hapsedebiliyor. Birçok nedenle bu kıymetli kitabı görmezden gelmemek gerek.
Kitapta ensest aile içi şiddetin bir biçimi, çocuk istismarının en ağır biçimi ve ataerkil ailenin sorgusuz kabulünün çocuğu ve kadını ikincilleştiren, şiddete karşı dezavantajlı kılan kanatları altında gerçekleşen bir saldırı olarak ele alınıyor. Çok boyutlu bir sorun olduğu için, çokdisiplinli bir yaklaşım benimsenmiş: Adli tıp, hukuk, psikiyatri, psikoloji, pedagoji, kadın çalışmaları, sosyoloji, nüfusbilim ve eleştirel medya çalışmaları alanlarından uzmanların birikimlerinden yararlanılmış.
Kitabın ensest konusunda çok önemli bilgiler içeren giriş kısmından bazı tespitleri burada aktarmak istiyorum.
Ensest saldırı, bir yandan antropolojik olarak tabu olarak adlandırılsa da bir cinsel şiddet türü olarak toplumun her kesiminde görülebilen bir yaygınlıkta. Patriyarkanın günümüzdeki tezahürlerinden bir tanesi. Saldırganın, yaşın sağladığı iktidardan istismarı hem gerçekleştirmek hem de üstünü örtmek amacıyla yararlandığı, çok boyutlu bir aile içi şiddet türü. İkiyüzlü toplumsal normlardan alınan cesaretle istismar, açığa çıktıktan sonra da sürebilir, hatta savunulabilir. Öte yandan suçun kesinleşmesi durumunda fail tekil bir sapığa dönüştürülerek (sık görüldüğü gibi cezaevinde öldürülerek) cezalandırılabilir.
Ensest Türkiye’de ve dünyada cinsel suçlar içinde en az rapor edileni. Ailenin “ne pahasına olursa olsun” sürdürülmesi adına sadece mağdurlar değil tanıklar tarafından da gizli tutuluyor, sır olarak saklanıyor. Türkiye’de ensest saldırganlarının yaklaşık yarısını öz babalar oluşturuyor. Dünya genelinde kız çocukların %20’si, erkek çocukların %10’u çocukluk döneminde cinsel ilişkiye zorlanıyor (Dünya Sağlık Örgütü-2004). Yetişkin her 5 kadından biri, her 13 erkekten biri çocukken cinsel istismara maruz kaldığını bildirmekte (DSÖ-2016). Kadın intiharı ve “namus cinayeti” olarak bilinen birçok ölüm vakasının altında ensest ilişkiler olduğunu düşünmek için çok geçerli nedenler var. Ensest Türkiye’de en çok adli vakalarla, ensest gebelikleri gibi en ağır sonuçlarıyla ortaya çıkıyor.
Devletin şiddetin faili olan (büyük çoğunlukla) erkeklerle ve şiddete ortam hazırlayan ataerkil güç ilişkileriyle iç içe olduğu koşullarda, ensestle mücadelenin daha karmaşık bir hal aldığına dikkat çekiliyor. Bireyi ailenin önüne koymadan ensestle mücadele etmenin mümkün olmadığının altı birçok kere, kalınca çiziliyor. Hedefi “her ne olursa olsun aileyi korumak” olan yaklaşımlar, ensestle mücadele eden tüm disiplinler için engel oluşturuyor. Ancak merkezine çocuğu korumayı alan, çocuğun üstün yararını öne çıkaran yaklaşımlar, sağaltıcı ve önleyici olabiliyor.
Ensest saldırıların ortaya çıkarılabilmesi ve ensest mağdurlarının desteklenebilmesi için aileye aidiyetin ve ailenin dokunulmazlığının sorgulanabilmesi zorunlu. 1960’lardan itibaren feminist terapi akımı psikiyatride kadın ruh sağlığı anlayışını eleştirirken bunu yaptı ve yeni tedavi yaklaşımları geliştirdi, geliştirmeye devam ediyor. Feminist politikanın sağladığı olumlu gelişmelere örnek olarak gördüğüm için kitaptan bir bölümü özellikle daha ayrıntılı tanıtacağım: Sosyolog Filiz Kardam ve Emine Bademci’nin “Ensest Mağdurlarının Anneleri Olarak Kadınlar” başlıklı yazılarını.
Ensest saldırı vakalarında önemli bir tartışma konusu, annenin “sessizlik, tutarsızlık ya da acizlik” olarak adlandırılabilen tutumu. Bu bölümde anneyi evde yaşanan tüm sorunların sorumlusu ve suçlusu olarak gören ataerkil aile ve annelik anlayışına eleştirel bir bakışla yaklaşılıyor. Uzmanların anneyi hemen damgalayıp, onun “suç ortağı” olduğu noktasından hareket etmemelerinin mağdur için yaşamsal olabilen önemi vurgulanıyor. Anneye empatik yaklaşırken, olayları bildiği koşulda mutlaka çocuğunu koruyacağı beklentisi yerine, onun çocuğunu korumadığı ya da koruyamadığı koşulların nasıl oluştuğunu anlamaya çalışmak, anne/kadının nasıl güçlendirilebileceği konusunda daha fazla bilgi verebilir. Annelerin tek bir model olmadığı, içinde yaşadıkları toplumun koşullarının onları farklı biçimlerde güçlü ya da güçsüz kıldığı, yaşadıkları travmadan da değişik biçimlerde etkilenebilecekleri göz önünde bulundurulmalı.
Uzmanlar ifadelerinde anneleri çoğu zaman “muhtaç, güçsüz, aciz”, “ne yapacağını ve nereye gideceğini bilmez durumda” diye tanımlıyorlar. Kadınların kırılganlığını, cinsiyet eşitsizlikleri ve ayrımcılık içeren ataerkil sistemin sonucu olarak gördükleri açık ve net değil; bizatihi kadınların bireysel zafiyetinin sonucu olarak değerlendirme eğiliminde olabiliyorlar. İlgili yazında, annelerin rolü konusunda hem teorik hem de metodolojik olarak, aşama aşama belirgin bir geçiş yaşanıyor. Önceleri, anneler suçlanırdı, şimdi ise ikincil mağdurlar olarak değerlendiriliyorlar. Ailedeki “işlev bozukluğu”nun kaynağı anne değil, anneyi güçsüz ve kırılgan duruma getiren yapısal düzenlemeler ve eşitsiz güç ilişkileri. Feminist analizler sayesinde suçlayıcı ve empatisiz yaklaşımın egemenliği sona eriyor, artık annenin “suç ortaklığı” kavramı kullanılmıyor.
Anne bir şeylerin ters gittiğinden şüphelenebilir, ancak koşullarına ve kendisini etkileyen bütün diğer iç ve dış etkenlere bağlı olarak, ensestin gerçekleşmiş olduğunu kabul etmesi ve harekete geçmesi zaman alabilir. Ensest annelerin yaşamında travmaya yol açıyor ve çocuklarını koruma ile ailenin birliğini koruma arasında gidip gelebiliyorlar. Eğer annelerin toplumsal ve ruhsal durumunun karmaşıklığı hafife alınır ve duygu karmaşası “cahillik ve zayıflık” olarak değerlendirilirse, anne sağaltım aşamasında engel olarak görülebilir, işbirliği yapılamaz, ihtiyaçları ve imkanları göz önünde bulundurulamaz, güçlenemez.
Farklı mesleklerden kişilerin birbirlerini anlamaları ve ensesti değişik bakış açılarından inceleme becerisi kazanmaları açısından çok faydalı bir kaynak olan bu kitaba katkıda bulunan herkese çok teşekkürler.