Sunuş, s. 9-14
Bion günümüz psikanalizinde en fazla üzerinde durulan, en esin verici kuramcılardan biridir. Özellikle son yirmi yıl içinde kuramının geniş kapsamı daha da görünür hale gelmiş ve psikanaliz kliniğini derinden dönüştürmüştür, dönüştürmeye de devam etmektedir. 1950’li, 60’lı, 70’li yıllarda psikanalist olarak çalışan ve eserlerini kaleme alan Bion çıkış noktası itibariyle Kleincı bir analisttir. Psikotik hastaları psikanaliz tekniğinde değişiklik yapmadan tedavi eden ilk analistlerden biridir. Psikanaliz kuramına ilk katkıları yine Kleincı çevreden H. Segal ve H. Rosenfeld’in çalışmalarına paralel olarak ele alınır. Grup zihniyeti üzerine yazdığı Experiences in Groups (Topluluk Deneyimleri, 1961) başlıklı ilk çalışmasını takip eden ve Tereddütlü Düşünceler’de toplanan makaleleri psikotik düşünceyi enine boyuna araştırarak vardığı kuramsal ve teknik sonuçları sergiler. Düşünme kuramına dair görüşleri de ilk olarak bu makalelerde dile gelmeye başlamıştır. Makaleler psikanalist Bion’un o dönem seansta nasıl çalıştığının örneklerini sunar. Bion’un kuramı yıllar içinde psikanalizde yeni bir paradigma açan, başlı başına güçlü bir kuram olarak gelişmiştir. Klinik anlayışındaki farklılaşma ise Avrupa ve Amerika’da çeşitli psikanaliz cemiyetlerinde verdiği ve son yıllarda kitap olarak yayımlanan seminerlerde dile gelir.
Bion Roma seminerlerinden 15 Temmuz 1977 tarihli olanı şu sözlerle açar:
Ortalıkta bir sürü kişi olduğunda, aynı zamanda düşüneni olmayan bir sürü de düşünce vardır ve düşüneni-olmayan-bu-düşünceler etrafta bir yerlerde salınmaktadırlar. İddiam o ki onları düşünecek birini aramaktadırlar. Aranızdan bazılarının onlara zihninde veya kişiliğinde yerleşebilecekleri bir yer vereceğini umuyorum. Bunun çok şey istemek olduğunu biliyorum çünkü düşüneni-olmayan-bu-düşünceler sahipsiz düşüncelerdir ve yabani düşünceler olmaları muhtemeldir. Kimse evini artık onun düşünceleri olarak anılacak yabani düşüncelere açmaktan hoşlanmaz. Hepimiz düşüncelerimizin evcilleşmesini isteriz; medenileşmiş, iyice terbiye edilmiş, mantığa bürünmüş düşünceler olmalarını isteriz. (Bion, 2005: 47)
Onun bu sözleri kuramının ve önerdiği psikanaliz tekniğinin pek çok yönünü özlü ve esprili bir biçimde yansıtır. Aynı zamanda Freud tarafından geliştirilmesinden bu yana psikanalizin açıklamaya, anlamlandırmaya katkıda bulunduğu bir insanlık durumunu da incelikli biçimde dile getirir. İnsanın doğumdan ölüme içinden geçtiği insan olma süreci bir medenileşme süreci değil midir? Bu sürece insanın topluluk içinde birey olarak var kalabilmeyi sürdürme çabası ve dilin ve başka simgeleştirme biçimlerinin insanda açığa çıkması damgasını vurur.
Freud medenileşme sürecinin bileşenlerini ayırt etmiş, ruhsal aygıtı, medenileşme yönünde dürtünün katettiği yolları esas alarak tanımlamıştır. Freud’un ağırlıklı olarak üzerinde durduğu dürtü yaşam dürtüsü yani libidodur. M. Klein Freud’un bilinçdışı kavramıyla ortaya attığı ulaşılması güç, karanlık dürtü alanını, iç nesnelerin birbiriyle karmaşık ilişkiler içinde olduğu iç dünya olarak kavramlaştırır ve projektörü saldırgan ve yıkıcı dürtülere çevirir. Bion ise kuramını özneler arasındaki ilişkiyi öne çıkartan farklı bir perspektif üzerine kurar. Freud ve Klein’da sanki etrafı çevrili bir depoda tutulmaya müsait gibi duran bilinçdışı veya iç dünya Bion’da farklı boyutlar kazanır. Onun kuramında bilinçdışının yerini alan, O adıyla tanımladığı sınırsız coşkusal alan adeta sürekli taşmaya eğilimli bir gelgit hareketi içindedir. O alanı Bion ve onu takip eden yazarların durmaksızın tanımlamaya çalıştıkları, ancak metaforlarla, mistik denebilecek tanımlama ve isimlerle ifade edilebilen, ele gelmez bir alandır. Henüz temsil edilmemiş, ruhsallaşmamış tanımsız duyumlar, algılar, duygular ve coşkulardan oluşur (Bion’un verdiği isimle beta öğeleri). Bion O’nun mutlak hakikatin alanı olduğunu belirtir. İnsan, yaşantısında bu alandan parçaları deneyimler ve onlara temsil kazandırır. O sırada insan da O haline gelir ama hemen sonra onu kaybeder.
O’nun içerdiği duyumlar, algılar, duygular ve coşkularla kuşatılan kişi bu alanın öğelerini nasıl ruhsallaştırır? Bu soruya yanıt arayan Bion bir düşünme kuramı geliştirir. Kuramında anne-bebek ikilisinin bebeği insanlaştırma, bebeğin düşünme aygıtını harekete geçirme sürecini tarif eder. O alanının kuşatması altındaki olgunlaşmamış zihin düşünebilmek için başka bir zihnin varlığına ihtiyaç duyar. Bebeğin “düşünceleri düşünme aygıtı” ancak ona eşlik eden ve onun yerine düşünen anne zihninin varlığında, deneyim içerisinde düşünme yetisini geliştirebilir. Bion düşünebilmek için önce düşüncelerin olması gerektiğini öne sürer. Düşünceler doğuştan gelen beklentiyle gerçekliğin örtüşmesinden doğar. Anne bebeğe bu örtüşmeleri deneyimlemekte aracılık eder. Böylece ön-kavrayışlardan kavrayışlara ve düşünceye doğru bir dizi dönüşümle düşünme aygıtının nesnesi olan düşünce ve soyut kavramlar doğar.
Bion psikanalize Kleincı bir analist olarak adım atar. Daha sonra Klein’ın bazı kavramlarını kendi düşünme kuramının gerektirdiği şekilde dönüştürür. Bunların en önemlilerinden biri yansıtmacı özdeşleşimdir. Klein’ın, yaşamın başlangıcındaki bir ruhsal durum olan, ilkel mekanizmaların ve yıkıcılığın hâkimiyeti altındaki paranoid-şizoid konuma özgü habis bir savunma olarak tanımladığı yansıtmacı özdeşleşimi Bion farklı bir gözle değerlendirir ve “normal” bir yansıtmacı özdeşleşim türünün de olduğunu gösterir. Ona göre söz öncesi anne-bebek ilişkisinde bebeğin anneyle iletişim kurma yöntemi yansıtmacı özdeşleşimdir. Benzer şekilde ağır patolojik durumdaki psikotik hastalar, şizofreni hastaları da analistle iletişimde yansıtmacı özdeşleşimi kullanırlar. Bebek/hasta kırılgan ruhsallığının tahammül edemediği ve dönüştüremediği taşan coşkuları, duyum, duygu ve düşünceleri yansıtmayla annenin/analistin içine koyar. İyi işlev gösteren bir anne/analist ise bunları kendi ruhsallığına alır, öğütüp, işleyip, kabul edilebilir bir biçimle bebeğe/hastaya geri verir (yorum). Buradan hareketle Bion anlatılması geniş yer tutacak çok sayıda yeni kavramla düşünme kuramını tanımlar. Burada sadece bazılarının isimlerini anmakla yetinebiliriz: Alfa ve beta öğeleri, alfa işlevi, adsız dehşet, kapsayan-kapsanan ilişkisi, annenin hayalleme yetisi, olumsuz yeti, başarı dili, rüyalaştırma, hakikat, dönüşüm, K, -K, L, -L, H, -H bağları, yaşayarak (deneyimden) öğrenme, “bellek ve arzu olmadan”...