Ayşe Nur Narboğa, "Çocuklar İçin Hannah Arendt Okuma Kılavuzu", Çocuk Şehri Dergisi 1. sayı, Ocak 2017
Metis Yayınları’nın çocuklar için çıkardığı felsefe serisinin 21. kitabı Hannah Arend’in Küçük Tiyatrosu kamusal alan ve iktidarın yapısını sembolik bir anlatımla keyifli bir hâle getirmeyi başarıyor. Keyifli bir okuma sunduğu kadar modern siyaset felsefesinin ustalarından Hannah Arendt’in düşüncelerini başarılı bir kurguyla çocuk okurlara sunuyor.
Küçük bir Hannah belirir ansızın, Büyük Hannah’ın sıradan bir gününe misafir olur. Birdenbire bir diyalog başlar aralarında. Küçük Hannah, üzerinde çalıştığı kitabın öyküsünü anlatmasını ister Büyük Hannah’tan. Kitapta anlattıklarının uydurulmuş kelimeler olmadığını, asla böyle biri olmadığını, siyasetin hayatın ta kendisi olduğunu söyler Büyük Hannah. Sadece kitaplardan örülmüş bir dünyayı değil sokakları da umursadığını anlatır.
Ama Hannah, tüm bunları bu meraklı küçük kıza nasıl anlatacaktır?
Biz de onun bu zorlu imtihanını bir kitap okur gibi değil bir tiyatro izler gibi seyrediyoruz, tam da kitabın ismine ve içeriğine uygun olarak. Yazar Marion Muller Colard’ı bu şahane kurgusu için tebrik etmek gerekir. Tiyatral bir anlatımı var kitabın. Kurgu ve üslubunun birbirini böylesine beslediği kitaplar nadirdir. Artık okura düşen, sözcüklerin zihinde bıraktığı sembollerin anlamlarını çözebilmek. Bu yazı, bu çaba için mütevazı bir amaç taşımaktadır.
Büyük Hannah (gerçek) ile küçük Hannah (hayali)’ın aralarında başlayan diyalog, bir nevi düşsel bir yolculuk gibi düşünülebilir. Bu düşsel yolculukta Büyük Hannah, Küçük Hannah’ı hayatın içine davet eder. Çünkü ona anlatmak istediği siyaset hayatın ta içindedir. İlginçtir, onu bir tiyatroya götürür. Tiyatro sahnesinin ortasında gerçekleri deneyerek, sorgulayarak ve risk alarak öğrenmesini sağlayacaktır. Neden tiyatro gibi bir alanın kurgulandığını, kitabı okudukça daha net görüyoruz.
Tiyatro, sahne ve kulis olmak üzere ikili bir yapıdadır, yani kamusal ve özel alan. Bu anlamda seyircinin sorgu ve yargısına açık “gözler önünde” olan alan sahne kamusal alan, gözlerden ırak olan kulis de özel alanı temsil ediyor. Aynı zamanda sahneyi-kamusalı şekillendiren bir yer de diyebiliriz. Herkesin gözü önünde dinleyeceği bir öyküyü istemiyor Küçük Hannah başta, ama bir öykünün ancak onu yargılayan biri olursa değerli olacağını söylüyor Büyük Hannah.
Derken sahnede beliren dev taş sütunlardan biri Aristo olur, dile gelir. Antik Yunan düşüncesinin modern siyasi düşünceyi büyük ölçüde beslediğinden Aristo’nun açıklamalarını hatırlamak önemli. Aristo, Küçük Hannah’ı Agora’ya davet ediyor: “Bizler Yunan Sitesi’nin bilgeleri, şehrin meydanını, kamusal alanımızı her türlü zorunluluktan, her türlü şiddetten ve her türlü boyunduruktan korumaya karar verdik. Bu agora bu yüzden burada, özgür insanlar olarak fikir alışverişinde bulunabilmek için.” Müthiş bir kamusal alan yüceltmesi değil mi! Siyasal yaşamın ta kendisi!
Birden iki kocaman tehditkâr göz fark eder küçük Hannah, bu bir kurttur! Kurdun bakışları, bağımsız ve özgür olduğu söylenen agorayı tehdit eder. Aristo, küçük kızın endişesini yatıştırmak ister: “Kurdu kuliste, özel alanımızda tutuyoruz.” Aristo’nun özel alanda, kuliste tuttuğunu söylediği kurt, “iktidar”ı sembolize etmektedir.
O hâlde kulis benzetmesi ile anlatılmak istenen hem sahnenin gerisinde gözlerden ırak olan özel alan, hem de asıl sahneyi yöneten ve şekillendiren iktidar mıdır? Özel alanın tüm iktidar biçimlerine ve “sorgulanamaz” oluşuna bakınca gayet yerinde bir benzetme gibi duruyor.
Bir de tilki karakterimiz var kitapta. Tilki agorafobik, yani siyasetten hoşlanmayan, kendi evinin konforunu tercih ederek dışarısının sorunlarıyla ilgilenmeyen biridir, konformisttir. Hannah’a göre konformizm kamusal alanın en büyük tehlikesidir.
Kurgu ilerledikçe siyasal yaşamın diğer öğeleri de belirir. Aristo agorasında sanatçılar, mühendisler, edebiyatçılar, bürokrotlar, iş adamları vs. bir araya gelmiş konuşurken görülür. Her kesimden insanın eşit temsil hakkı kazandığını düşündüğümüz agora görüntüsü, kutu taşıyan insanların izdihamı ile bozulur. Ellerinde kutular taşıyan bu insanlar özel mülkiyet sahipleri olabilir. Agora gittikçe kalabalıklaşmaya ve karmaşa görüntüsü vermeye başlar. Aristo bu duruma itiraz etmekte geç kalmaz: “eğer herkes gündelik ihtiyaçlarıyla uğraşmak zorunda kalırsa düşünme işini üstlenecek özgür insan kalmaz.”
Derken bu kargaşa isyan sesleriyle bölünür. Bu bir devrimdir. Kamusal alanın efendileri Site’nin özgürlüğünden yararlanabilsin diye hayatlarından vazgeçen, özgürlükleri elinden alınan kölelerin devrimidir. Dolayısıyla biz Aristo’nun büyük bir övünçle sahip çıktığı agorasının kadınlar, köleler, yoksullar ve çocukların olmadığı bir temsiliyet zemini olduğunu hatırlarız böylece. İnsanlar gasp edilen hakları için birbirleriyle dövüşmeye başlar. Kurt bu kargaşadan oldukça memnundur. Küçük Hannah, kulisten çıkan kurdun varlığından endişelidir: “kurdu kim evcilleştirecek peki?”
Dövüş bitmiş, insanlar kurdu evcilleştireceğini düşündükleri seçim yoluna gitmiştir.
Yasalarla haklarını güvence altına alacaklarını ve kurdu zaptedebileceklerini söyleyenler Rousseau’nun toplumsal sözleşmesini hatırlatıyor. Seçim sonucunda yönetici seçilir. Ama seçimle birlikte sona ermesi beklenen kaos, aksine daha da artar. Her şey bir anda yıkılmaya, parçalanmaya başlar. Sahne enkaza dönüşür. Bu “devlet”ten beklenen şeyin çok da başarılı olmadığını gösterir bize. Sahnedeki hızlı geçişleri tarihsel dönemlere benzetebiliriz. Devrimi Fransız devrimine, kutuları özel mülkiyete, kaosu özel mülkiyetle birlikte başlayan kavgalara, seçimle yönetici belirlenmesini ise modern üniter devlet yapılanmasına benzetebiliriz.
Harabe hâline gelen sahnede orman oluşuverir. Orman dinginliği, sakinliği çağrıştırdığı kadar büyük gövdeli ağaçlarıyla pek çok şeyi sakladığı da düşünülebilir. Ormanda yol bulmak da kolay değildir üstelik. Bir kaybolmuşluk ve imkânsızlık hâli bürür Büyük ve Küçük Hannah’ı. Bundan sonra uyanık olmamız gereken tuzakları anlatacaklar bize.
Öykü boyunca bir görünüp bir kaybolan tilkimiz de ormanda kendine bir yer arar. Kendine bir “in” kazar. Orada dış dünyanın tehlikelerinden uzak, konformist hayatını kurmak ister. Tuzaklardan bahsetmiştik ya, “arkadaşımız tilki bir gün ininde bir tuzak olduğunu keşfedecek.” Küçük Hannah tilkiye özenir bir an, onun kendi tasasız dünyasını kurmasına imrenerek âdeta agorayı özlediğini söyler. Büyük Hannah yine soğukkanlıdır: “Ben asla geçmişe özlem duymam başlama olanaklarının sonsuzluğunu özlerim.” Onun bu sözü, tilkinin konforlu; ama sadece kendine has olan dünyasını reddederek tüm meşakkatine rağmen kamusal alanı yeniden mümkün kılmaya uğraşacağının sinyalini verir. Tüm gayretiyle “insani faaliyetler sahnesini” aramaya başlar, yeniden başlama olanaklarının umuduyla. Dışarının risklerini hatırlatan tilkiye vereceği cevap da müthiştir: “Hiç risk almamanın ölmüş olmaktan farkı yoktur.”
Ormanda ilerlerken birden kurt belirir karşılarında. Kurdun serbest kalması panik havasından faydalanmasıyla mümkündür. Kulisten nasıl kurtulmuş olabilir? “Kendi kendisinin efendisi olma hakkını” dile getiren kurdun bu müstekbir edası, kendine olan güveninden gelir. Büyük Hannah yine de cesurdur, pabuç bırakmaz: “Kulisten çıkıp sahneye indiğine göre, burada bazı yasalar var: öldürmeyeceksin.” Kurt, alıştığımız ve yalın hâliyle önceden tanıdığımız kurt değildir artık, değişmiştir.
İktidar farklı görünümleriyle varlığını sürdürmeye devam eder. Bu kez “aklı” keşfetmiştir kurt, açıktan saldırıp öldürmeyecektir elbette, “ya yasalar değiştirirse!”
Tilkinin dehlizinden çıkmak öyle kolay değil, geçmeleri gereken çokça sapak var. Kaçmak için bunca tünele ve sapağa sinirlenir Hannah. “Eğer düşünceler kelimelerden ibaret kalıyorsa sonunda bize değmez hâle gelebiliyorlar; hiçbiri sonunda insani faaliyetlerin gerçekleştiği dünyaya varmadıktan sonra sen istediğin kadar tünel kaz.”
Karşılarına bu kez açık bir alan çıkar. Arka arkaya dizili masa ve sandalyelerden oluşan bir sürü mobilya vardır. Ortamın rahat ve temiz görüntüsü Küçük Hannah’ı hemen etkilese de Büyük Hannah temkinlidir: “Ya bu mobilyalar hayvanların en haininden de büyük bir tehlikeyi gizliyorsa?”
Bir okul görüntüsünü çağrıştırıyor bu mobilyalar. Birazdan belirecek ve hepsi tıpkı Küçük Hannah’a benzeyen bir sürü çocuğun varlığı da bu mekânın okul olduğunu düşündürtüyor okura. Ama anlattıkları tüm kamuyu ve bürokrasiyi de çağrıştırıyor.
Masa başı adamlarının önlerindeki kağıtlara bir şeyler karalayıp damgalar bastığı ve Küçük Hannahların üstüne etiketler yapıştırılması korkunçtur. Küçük Hannah’ın az önceki sevinci yerini büyük bir hayal kırıklığına bırakır ve o da hipnotize bir hâlde ilerlemeye başlar. Birer kukla oldukları anlaşılan masa başı adamlarının elinden Küçük Hannah’ı elbette ki Büyük Hannah kurtarır. Bizi öldürmek mi istiyorlar diye sorar küçük kız. “Daha da kötüsü küçüğüm, insanlık ilkesinin ta kendisini yok ediyorlar. Ve bunu öyle iyi başarıyorlar ki artık kendileri de insan değil. Bahse girerim dilleri artık hamasetten başka değil. “ Hamaset dili, artık birer kukla olan insanların sistemin cümlelerini tekrarlamasıdır ve Hannah bunu çok iyi bilmektedir. Bu sistem insanların düşünmeksizin, sorgulamaksızın sadece kendilerine verilen işleri yapması ve yasalara itaat etmesi şeklinde özetlenebilir. Bu, Hannah’a göre yeryüzündeki en büyük felakettir: “Tüm kötü iç güdülüleri bir araya getirsen düşüncenin yokluğundan daha tehlikeli olamaz.”
Üzerlerine etiket yapıştırılan Küçük Hannahların hepsi yakılmak üzere bir yerde istif edilir. Tüm bu insanlar birer kuklaysa, ipler kimin elindedir? Kulisi bir yoklamak gerek. “Beni mi arıyorsunuz” diyerek beliren kurt bu kez de iktidar biçimini değiştirmiştir. Daha önce aklı keşfeden kurt bu kez görüntünün de önemini kavramış görünür. Modern bir takım elbise içerisinde pek de kötü birine benzemeyen kurt, Küçük Hannah’ı etkilemiş olabilir; ama Büyük Hannah her zamanki gibi iktidarı çözümlemeyi başarır: “Kurt, kurt oldukça ona tasma takılabilir; ama insana dönüşürse insanlığın yüreğine bile sızabilir.” Büyük Hannah’ın ikazıyla kendine gelen Küçük Hannah, toplatılan bedenlerin bırakılmasını ister: “Hani öldürmeyecektin!” İktidar biçimlerini daha ustaca işleten ve onu şeffaflıktan uzaklaştırarak algıları hedefleyen kurt, artık öldürmediğini sadece yasalar yaptığını söyler. “Bürokratlarımın odun beyinleri iyi ile kötüyü ayıramıyor, yeni koyduğum yasayı tamamen içselleştirdiler.” Hannah’ın tüneldeyken bahsettiği tuzaklar bir bir çıkar ortaya böylece.
Kukla insanlar yakılmaktan kurtulamaz. Sahnede beliren tilki, her ne kadar üzülse de onlardan biri olmadığına mutlu olur ve güvenli inine geri döner. “İşte, bu da inin tuzağıdır.” der Hannah. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!
Neler olup bittiğini açıklamak için kuklaları yakan cellatlardan biri olan masa başı adamı da kurt gibi konuşur: “Ben öldürmedim, yasalara uydum.” diyerek elinde bulunan çok sayıdaki dosyayı gösterir. İktidarlaşan bireye öfkelidir: “Yani kendinize ait bir sözünüz yok mu, önceden hazırlanmış kâğıtlara bakmadan iki çift laf edemiyor musunuz! İnanılmaz derecede bayağısınız, kötülüğünüz bile sıradan.” diye haykırır savunma koltuğundaki masa başı adama. Küçük Hannah “tahtadan birinin yargılanmasının ne işe yarayacağını” sorar tam bu sırada. İtaate duydukları yüksek sadakat ve otoriteye besledikleri sorgusuz itaat yüzünden bu adamları yargılamak bir işe yaramaz mı gerçekten!
Elbette yarar. Yargılamak, düşünmek için fırsat tanımaktır, hatta buna onu zorlamaktır. “Doğru kelimeler yalnızca konuşmaya yetmez, bir etki yaratırlar.”
Yargılama için kurulan mahkeme hukuk devletinin işlediğini mi anlatıyor yoksa vicdanlardaki bir yargılama mı bilinmez. Sonuçlardan sorumlu tutulamayacağını söyleyen masa başı adamı, yasalar iyi olsaydı ona uyanın da iyi olacağını söyleyip klasik bir ahlakçılık yaparak yırtmanın peşindedir. Hannah için bu affedilir gibi değildir. Tıpkı tilkide gördüğümüz gibi kendi kuyruğunu kurtarmaktır bunun adı. “Düşünmeyi bırakıp sadece işini yapmanın rahatlığına teslim olursan olacağı budur işte. İtaat etmekten başka bir şey bilmeyen insanlarla bir kamusal alan nasıl kurulabilir ki.”
Masa başı adamının itaat psikolojisi yalnızca yasalara uyan kör bir itaat değildir, aynı zamanda “uyuz bir kurtken toplumun en tepesine tırmanarak dünyanın iplerini elinde tutuşuna” duyulan gizli bir hayranlık da vardır. İktidar, tebaasında korku gibi hayranlık da yayarak meşruiyetini güçlendiriyor demek ki. “Siyasette itaat destek vermek ile aynıdır, onun kadar suçlusun” diyerek kovar masa başı adamı insani faaliyetler sahnesinden. Dolayısıyla sahne kamusal alanı tehdit eden bütün olumsuzluklardan arındırılır ve mutlu sona yaklaşılır.
Yaşadıklarından dolayı üzgün ve umutsuz olan çocuğu teselli etmek yine Büyük Hannah’a kalır:
-Oldu bir kez; ama her yerde olmadı. Bu da gezegenin insanlık için hâlâ yaşanabilir olması için yeterli bir sebep.
-Peki yarın?
-Öngörülemez şeylere inancımı koruyorum. Sana olan inancımı koruyorum. Sence dünyaya sürekli yeni başlangıçlar yapma şansı sağlayan nedir?
-Çocuklar!
-Evet! Farklı davranışlarda bulunacak farklı insanların aralıksız dünyaya gelişi… Yeter ki bunlar inatçı ve sevimli çocuklar olsun.
Sahnenin temizlenmesi ile mücadele bitmez. Kamusal alana uygun yeni bir sahne hazırlanmalıdır. Sahneyi çocuklar yeniden kuracaktır. Beraber geçirdikleri bu kısa yolculukta küçük kıza bıraktığı tecrübelerle usulca tiyatrodan ayrılır Büyük Hannah.
Tekrar Hannah’ın düşsel yolculuğuna başladığı yerdeyiz, evindeki koltuğunda. Bitirmeyi başaramadığı; ama bu küçük kızla yolculuğuna sebep olan kitap hâlâ masada duruyor. Bir son gibi duran bu sahne aslında bir başlangıcın ta kendisi; çünkü Hannah ismi sondan başa doğru okunduğunda da aynıdır.