Ali Bulunmaz, "Başka türlü bir köy: Marinaleda", K24, 23 Haziran 2016
Dünyaya Kafa Tutan Köy kitabını karıştırmaya başladığınızda, Dan Hancox’un Camus’nün bir sözüne yer verdiğini göreceksiniz: “Başkaldıran insanın anavatanı, en büyük başyapıtların imkânsıza karşı haykırışlar olduğu yer…” Aslında bu söz, Camus’nün İspanya sevgisini ve ülkeye duyduğu saygıyı gösteren anlamlı ve küçük bir örnek.
Camus, İspanya’yı, İkinci Dünya Savaşı’nın provası sayılan iç savaş öncesinde takibe almıştı. Ülkedeki gerilim had safhaya ulaşıp Hitler’le Mussolini’nin Falanj’a destek atmasıyla sol kesimin ve Cumhuriyetçilerin üzerinde baskı kurularak katliamlara girişilince Camus, yeraltı direniş örgütlerine sahip çıkan yazılar yazdı, eylemlerin içinde oldu. Hatta Asturya’da İsyan adlı oyunu, İspanya’ya duyduğu sevgi sonucu ortaya çıktı. 1936’da yayımlanan oyunda Camus, metaforlarla ilerliyor ve o dönem İspanyası’ndan kesitler sunuyordu. “Albert Camus’nün Tiyatrosu” başlıklı yazımda, bu oyunla ilgili şunları söylemiştim: Camus, Asturya’da İsyan’da yoksunluğa karşı bir savaşımı anlatırken İkinci Dünya Savaşı da yaklaşıyordu. Yazarın o dönemde bağlı olduğu siyasal hareket ve birliktelik vurgusu oyunda önemli bir yer kaplıyor. Bu birlikteliğin belirgin tarafı başrolün seyirciye verilmesi. Tüm cellât ve kurbanlar, seyirciyi harekete geçiren Camus’nün çabasıyla yıkılmak isteniyor. Oyunun yazılıp sahnelendiği yıllara dikkat edilirse koca bir tarihin herkesin üstüne geldiği görülüyor (…) Oyunda, madencilerin silahlanıp ayaklandığı ve Katalunya’nın başkaldırdığı İspanya’daki sefalet ortamı keskin radyo anonslarıyla sık sık yankılanır. Camus’nün komünizmden daha çok gönül verdiği Anarko-sendikalizm ve madencilerin yüzleştiği tehlike de oyunun bir başka yönü. Çan kulelerinden ateş eden asker ve onlara yardım eden kimi işbirlikçiler, bunun üzerine silahlı çatışmaya giren, muhafazakârlar tarafından ‘barbar’ olarak adlandırılan halk cephesi ve İspanya’yı saran Falanj, yaklaşan iç savaşı haber veriyor.”
Hancox’un, Camus’nün İspanya sevgisini anmasının bir başka nedeni var: Camus’nün, memleketi Cezayir’le ilgili Fransa’nın politikaları karşısında takınmadığı tavrı İspanya için ortaya koyması.
Franco İspanyası’nın, 1952’de UNESCO’ya kabul edilmesi üzerine Camus kurumdaki görevinden ayrılır. Üstelik son derece sert eleştirilerle dolu bir mektup kaleme alır. Hayatının geri kalan bölümünde ise Franco rejimini her fırsatta yerden yere vururken İspanya’daki sol geleneğe ve iktidar muhaliflerine de destek olur.
Hancox’un, Dünyaya Kafa Tutan Köy’de anlattığı Marinaleda, tam da Camus’nün arka çıktığı geleneğin ete kemiğe büründüğü bir yer olarak karşımızda.
"Arsız bireyciliğin dışında"
Peki, bu niteliği nereden kaynaklanıyor Marinaleda’nın? Ahalinin en başta kâr dürtüsüyle değil, insanca yaşam isteğiyle hareket etmesi. Her şeyin herkes tarafından tartışılarak karara bağlanmasından, evlerin imece usulü inşa edilmesinden, köyde polis bulundurulmamasından vb.
Günümüzün tersine kürek çeken köy halkı için Hancox, “arsız bireyciliğin dışında” diyor. Kaynakları özelleştirme düşüncesi yerine paylaşım var. Yani liberalizm soslu vahşi kapitalizm Marinaleda’da revaçta değil; orada siyasetin itibar kaybetmesinden de söz edilemez çünkü bildiğimiz formel politikaların dışında bir anlayış hâkim.
Hancox, Marinaleda’nın bugünlere bir anda gelmediğini, zorlu bir sürecin ardından kazanımlar elde edildiğini anlatıyor kitapta. En başta da alternatifsiz denen ve kaynak paylaşımını engelleyen girişimlerin reddiyle derdini halka anlatıp köyün barış içinde yaşamasını sağlayan, yönetimdeki Sol Birlik.
Endülüs’ün en önemli kentlerinden Sevilla’nın köyü olan Marinaleda, başka bir ekonomi, başka bir siyaset ve başka bir yaşamın vücuda gelmiş biçimi Hancox’a göre: Ütopya gerçeğe dönüşüyor; Marinaleda, ekmeğin ve gülün memleketi oluyor.
"İspanya’nın William Wallace’ı"
Kitap, bir hikâye anlatıyor elbette ama onun da oluşum öyküsü var. Hancox, 2004’te Sevilla’da gezerken Marinaleda’dan haberdar olup köyle ilgili bilgiler toplamaya başlıyor. İlk duydukları gerçekten acayip; orayı anlatan herkesin yüzünde bir tebessüm beliriyor ve köyden, sanki dünyanın dışında bir yer gibi bahsediyorlar.
Söz konusu tebessümün hikâyesi ise 1970’lere dayanıyor; Franco ölmüş, tüm ülkede olduğu gibi işsizliğin yüzde 70’lere dayandığı Marinaleda’da da çok büyük bir belirsizlik var. İspanya İç Savaşı’yla birlikte köylülere karşı Franco’nun başlattığı görmezden gelme politikası, orayı diktatörün ölümüne dek perişan ediyor. Tüm Endülüs’le beraber Marinaleda da çürüyor anlayacağınız. Hancox, gezilerinde bütün bu izlere rastlıyor.
Faşizm sonrası Marinaleda tam bir uyanışa sahne oluyor; köyde siyasi parti ve sendika kurulurken halk, ülke çapındaki gösterilerde hep başı çekiyor ve tabii bunun “karşılığını” da hapisle ve devlet şiddetiyle alıyor. Fakat 1991’de, İspanya hükümeti resmen pes edip ülkenin en zengin aristokrat ailelerinden birinin üyesi olan Infantado Dükü’nün 1200 hektarlık arazisini köylülere verince Marinaleda yükselişe geçiyor. Bu zaferin mimarlarının başında ise 1979’dan beri belediye başkanı olan Manuel Sánchez Gordillo geliyor.
Öncülük ettiği kamulaştırmalar, yoksullara yaptığı yardım ve katıldığı protestolar Gordillo’ya, “İspanya’nın William Wallace’ı” ve “Robin Hood Belediye Başkanı” gibi lakaplar kazandırıyor. Hancox’un görüp anlattıkları, Gordillo’nun, Marinaleda’nın hem ruhu hem de temsilcisi olduğunu kanıtlıyor: Barış ve eşitlik için ter döken başkanın ardında toplanan bir halk…
Hancox, köyün görünüşünü şöyle özetlemiş: “Son derece sessiz bir yer burası, bir o kadar da gösterişsiz. Çokuluslu markaların reklamını yapan hiçbir işaret yok: Ne reklam panoları ne de modern kapitalizmin hayat alanlarımıza destursuz dalması.” “İspanyol kapitalizminin baş belası” başkan Gordillo’nun, bu manzaraya, Endülüs’ün dört bir yanından gelen fakirler için aynı kendi yaşantısındaki gibi son derece mütevazı ve reklamsız biçimde aşevlerini kondurduğunu söylüyor yazar. Köye attığı en belirgin imzalardan biri ise Franco Meydanı’nın adını Salvador Allende Meydanı yapması. Zaten bu bile değişimin hangi yönde olduğunun bir göstergesi: Sermayeye, homofobiye ve kapitalizme karşı tüm dünya halklarıyla dayanışma çağrıları, toprak reformunu, emeği ve eşitliği destekleyen yazılar Hancox’un dikkatini çekiyor. Bir de Gordillo’nun sözü: “Seçkinler, kendisine solcu dese bile daima tiranlıktır.” Başkanın, bütün halka aşılamaya çalıştığı dengeyi de Eski Yunan felsefesine duyduğu hayranlıkta aramak lazım.
Bahsi geçen dengenin köye kattıkları muazzam: Bir kere kâr dürtüsü bertaraf edilmiş, siyasi ve finansal seçkincilik yerine yardımlaşma esas, işsizlik yüzde 5’lerde. Hancox, köyün bu yapısıyla küresel krizlere karşı direnç gösterdiğini not ediyor. Böylece Marinaleda, geleceği gören ve bu doğrultuda çalışan insanları barındıran bir yer haline gelmiş.
"Alternatif dayanışma ekonomisi"
Endülüs’ün yardımlaşma ve her seferinde topraktan yeni bir hayat yaratma geleneği, tüm kriz zamanlarında Marinaleda’ya can vermiş. Hancox, bunu İspanya İç Savaşı’ndan alıp bütün ekonomisini inşaata bağlayan ülkenin 2008’deki krizde yokuş aşağı yuvarlanmasına ve günümüze dek getiriyor. O dönemlerin hepsinde, bir ekosistem olan Marinaleda, adım adım kendisini buluyor. Bölgeye egemen olan anarşist ve isyankâr ruh da bunda hayli etkili.
Hancox, Marinaleda özelinde, hem İspanya’ya dâhil hem de ülkeden ayrı bir tarihi anlatıyor bize. Bu kesit, bereketli topraklardan yetişen ve İspanya’nın dünüyle bugününü değiştiren isimsiz aktörleri de okurla buluşturuyor. “Halk kahramanlarına kucak açan” Endülüs ve onun, yoksulluğu “sosyal soykırım” olarak tanımlayan bir belediye başkanına sahip köyü Marinaleda…
Ürettiği kadarını tüketen ve kendine yetecek oranda üreten Marinaleda halkı, kooperatif sistemiyle oluşabilecek herhangi bir haksız kazancın önüne geçerken elde edilen kârı, daha fazla istihdam yaratmak üzere yatırım için kullanıyor. Hancox, “alternatif dayanışma ekonomisinin” dönüştürücü ve bakış açısını değiştiren gücünü bizzat yerinde inceliyor.
Sadece ekonomik değil, sosyal hayatta da büyük bir dayanışma söz konusu. Hancox, köyde geçirdiği günlerde gürültülü kutlama ve ritüellere, anmalara, kapsamlı yardımlaşmalara, çeşitli noktalardaki samimi bir araya gelişlere ve bol müzikli eğlencelere şahit oluyor.
Aklın bir köşesindeki sorular
Peki, bu olup bitene muhalefet eden yok mu? Elbette var, özellikle de başkan Gordillo’yu diktatör olmakla suçlayan belli bir kitleden söz ediyor Hancox. Başkan, Marinaleda’daki muhalefetten demokratik sınırlarda kaldığı sürece hayli memnun. Köyde polisin bulunmaması, başkanın halkına bu konuda ne kadar güvendiğinin bir kanıtı âdeta. Üstelik polis yokluğunun, kanunlara aykırı olduğunu bilmesine ve hükümetin bu konuda onun üstünde baskı kurmasına rağmen. Gordillo ise seçim kazanmaya devam ediyor: “Marinaleda’yı grotesk, demagojik bir diktatörlük şeklinde tasvir eden sağ kanat veya liberal kesimin altından kalkamadığı bir sorun her zaman vardı, hâlâ var: Gordillo seçim kazanıp durmaya devam ediyor. Üstelik ne çok az, itiraza açık bir farkla kazanıyor ne de BM seçim gözlemcilerini buraya çağıracak kadar, akıl almaz derecede çok bir farkla. Kriz, sağcı Partido Popular (PP) ve PSOE gibi büyük partilerin kalan güvenilirliğini de yavaş yavaş tüketirken Marinaleda, CUT ve Gordillo’nun da dâhil olduğu sol partiler koalisyonu IU’nun kalesi niteliğinde.”
Hancox, Küba için sorulan bir soruyu Marinaleda özelinde tekrarlıyor: Bu efsane ne kadar sürecek? “Megafonu eline aldıysa yapar” denen Gordillo görevini ne zamana dek devam ettirecek? Evet, başkan her şey demek değil ama Marinaleda, kazandığı hemen her şeyi ona borçlu; büyük çoğunluk bunun ayırdında. Ancak yukarıdakine benzer sorular da akıllarının hep bir köşesinde…