Halim Şafak, "Gülle ekmeğin polissiz köyü", Evrensel Gazetesi, 13 Haziran 2016
İnsan baştan beri yaşadığı dünyaya bakarak bireysel ve toplumsal hayaller kurdu, düşler gördü. Hayatı yaşarken bunu çoğu zaman açık gizli amacı olarak kabul edip mücadele etti, direndi. Düşlediği gelecek hayali için bireysel ya da örgütlü olarak isyan etti. Bir yandan da bu hayalinden yola çıkarak yaşadığı dünyada geçici ya da kalıcı tam bir özgürlüğün talep edilip yaşandığı alanlar oluşturdu ve bunları her şart altında politikleştirdi, politik talepler haline de getirdi. Böylelikle hiçbir yer, hayali bir yer, yok yer ya da ütopya diye adlandırdığımız gelecek proje ve tasarımlarının bir ucundan gelecekten önce yerelde ya da dünya ölçeğinde deneyimlemeye, yaşamaya ve yaşatmaya çalıştı.
Gezi Parkı bu yüzden Todd May’ın “canlandırma” dediği şeyin en somut halinin yaşandığı yer olmasından dolayı dünyanın ilgisini çekti ve başka canlandırmaları kışkırttı, kışkırtıyor. Gezi Parkı bugünde ne yapılabileceği sorusuna esaslı bir yanıt olurken dünyada bugün ve gelecek arzusu tartışmalarına da yol açtı. Gezi Parkı’nın asıl somutlaştırdığı ise dünyaya rağmen dünyanın içinde özgürlük ve yaşama alanlarının olabileceği oldu.
Bu dediğimin bizde ve dünyada yerel ya da değil benzer hareketlere ve direnişlere ondan da önemlisi yaşamalara yol açması beklenmelidir. David Harvey de yine Gezi Parkı’na bakarak artık savunmadan çok bir yaşam biçimi kurma aşamasına geçmemiz gerektiği ve bunun zamanın geldiğini belirterek bu temelde direniş ve inşa çağrısı yapıyor. David Harvey’in bu dediğinden savunmayı atlamamız gerektiği anlamına çıkarmak yana değilim. Çünkü bu kez de dünyaya karşı kurduğumuz yaşamı ve biçimini savunmamız gerekiyor.
İspanya’nın Endülüs bölgesindeki Marinaleda’lıların yani az topraklı ve topraksız köylülerin 1970’lerden başlayarak mücadelesini verdikleri ütopik “komünist köy” inşası da benzer bir değerlendirmeye tutulabilir. Az topraklı ve topraksız köylülerin uzun bir mücadele sonucu oluşturduğu karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma temelli komünist bir dünyanın nasıl olabileceğini hem de kalıcı bir biçimde canlandırmış ve göstermiş oluyor. Juan Manuel Sanchez Gordillo bunu “Bütün kalbimizle inanıyoruz ki bugünde inşa edilemeyen bir gelecek yoktur.” diye açıklıyor.
Otoriteye Karşı Dayanışma
İspanya’nın Endülüs bölgesi tarih boyunca otoritelerde karşı oldu. Bu karşılığı da her zaman somut bir mücadeleye dönüştürmekte hiç zorluk çekmedi. 2700 nüfuslu Marinaleda köyünün Juan Manuel Sanchez Gordillo’nun önderliğinde yapıp ettiği ise “toprak işleyenin ve kullananın” sloganının somutlaştırdığı bir olgu ve durum olarak hem dünyaya kafa tutmak hem de dünyaya örnek olmak gibi bir anlamı baştan sahipleniyor. Bu pratik aynı zamanda günümüzde yerelde verilen çevreye dönük inşa etmeyi de yaşamayı da bünyesinde bulunduran mücadele ve direnişlerin nasıl boyutlanıp çeşitlenebileceğine de dikkat çekmemizi de sağlıyor. Burada önemli olan başka bir ayrıntı ise toprak mücadelesinin aynı zamanda otoriteye karşı bir özgürlük mücadelesine dönüşmesidir. Yoksulluk ve işsizlik karşısında göç etme yerine mücadele etmeyi tercih eden köylülerin Alba Düşesi’nin topraklarını işgal etmesiyle başlayan süreç Gordillo’nun önderliğinde sendika, kooperatif, belediye gibi kurumlar kadar anti-otoriter sol örgütlenme ve eğilimlerin birlikte verdiği mücadele sonunda kendini otoriteye karşılık, yardımlaşma ve dayanışmayla somutlayan bir köy oluşturuyor. Böylelikle kapitalizmin krizi karşısında yardımlaşma ve dayanışmanın başarısı ortaya çıkıyor.
Marinalede’nin oluşturduğunu gelecekteki toplumsal ve mücadele direnişleri etkilemesi ve onlara düşünce vermesi beklenmelidir. Uzun yıllar köyde kalarak, gidip gelip Dan Hancox’un kitabı Dünyaya Kafa Tutan Köy'üne bir sunuş yazan Alberto Garzon Espinosa bu durumu haklı olarak politik bir örnek olarak da kabul ediyor.
Marinaledalılar on yıl boyunca hem de ara vermeden havaalanlarını, tren istasyonlarını, hükümet binalarını, çiftlikleri ve sarayları işgal edip açlık grevine gittiler. Bu eylemlerinden dolayı dövüldüler, tutuklandılar, yolları kapattılar, yürüyüş yaptılar, tekrar açlık grevi yaptılar Dan Hancox’ın demesiyle ıstıraplarını dindirmek için sayısız eylem yaptılar. Hükümet İnfantado Dükü’ne ait 1200 hektarlık araziyi onlara verdikten sonra yaşadıkları dünyayı yeniden inşa ettiler ve kendileri için vazgeçilmez bir şey haline getirdiler. Toprağı birlikte işlerken büyük ölçüde kapitalizmin dışında bir köy ve dünya oluşturdular.
Marinaleda köyü Albert Camus’nun uzun yıllar önce İspanya için “Başkaldıran insanın ana vatanı, en büyük başyapıtların imkânsıza haykırışlar olduğu yer” demesini haklı çıkaran örneklerden yalnızca biridir. Dan Hancox’un uzun zaman Marinaleda köyünde kalarak yazdığı Dünyaya Kafa Tutan Köy hem biz de hem de dünyada yerel ve ulusal direnişleri kışkırtan ve herkesi karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmaya çağıran bir mücadele ve direniş örneği olarak ezilen sınıfların ve muhaliflerin muhakkak okumasını gerektiği kitaplar içinde önde bir yerde durmaktadır. Gül ve ekmeğin polissiz dünyası hayali bu hayali bizden önce gerçekleştirenleri anlamak ve anlatmakla mümkündür.