M. Görkem Doğan, "'Türk Sorunu' Nedir?", Mesele Dergisi, Ağustos 2007
"Yaşadıklarımızın yirminci yüzyılda 'hâlâ' olabilmesi karşısında duyulan şaşkınlık, felsefe anlamında bir şaşkınlık değildir. Bu şaşkınlık, kendisine kaynaklık eden tarih anlayışının savunulamayacağı bilinmediği sürece, hiçbir bilme sürecinin başlangıcını oluşturamaz." -Walter Benjamin
1948 baharında Kudüs yakınlarındaki bir Filistin köyü olan Deir Yasin, daha sonra İsrail başbakanı olacak olan Menahem Begin liderliğindeki milisler tarafından kuşatma altına alındı ve köy halkından aralarında yaşlıların, çocukların ve kadınların çoğunlukta olduğu yaklaşık 250 kişi öldürüldü. Henüz İsrail devleti resmen kurulmamıştı ve Deir Yasin Katliamı olarak anılacak olan bu olay, Filistin tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olacaktı. Buradan bakıldığında Batı Kudüs doğumlu gazeteci ve yazar Oz Shelach'ın kısa öykülerden oluşan küçücük romanı Mesire Yerleri'nin Deir Yasin köyünde geçen bir hikâyeyle başlaması yalnızca bir tesadüf değil. Ancak Shelach'ın bu istatistiksel tarihle fazla işi olmadığını da söylemek gerek. İstediği daha ziyade "evet, hepsi gerçek, ama kurgusal bir gerçek. 'Kitaptakilerin hepsi doğru mu?' sorusunun cevabı kimi zaman evet, kimi zaman hemen hemen, kimi zaman da bu olay özelinde hayır, ama buna benzeyen pek çoğu için gerçek'''dediği parça parça, ancak aynı kolektif bilince gönderme yapan deneyimlerle, acının ve inkârın kurucu unsurlar olduğu bir toplumda, bir anlamda toplumsal-arkeolojik bir kazıya girişmek belki de.
Mesire Yerleri'nin ilk fragmanı olan "Bir Akşamüstü"nde eskiden Deir Yasin olarak bilinen Givat Şaul'da ailesiyle piknik yapan bir tarih profesörünün, askerde öğrendiği kampçılık bilgilerini oğluna aktarırken dizdiği taşların hangi köyden geldiği, köy okulunun nasıl psikiyatri kliniğine dönüştüğü hakkında tek kelime etmemesi, ailesiyle birlikte Deir Yasin'le hiç alakası olmayan 'tarihin dışındaki bu yer'in tadını çıkarmaya çalışması, bu parçalı romanın tam da merkezinde duran insana özgü bir eğilimi daha en başta gözler önüne seriyor. Gittikçe inkâra varan, şiddetin ya inkâr edildiği ya da kanıksandığı bir sessizlik, romanın bütününde okuyucunun iliklerine kadar işliyor.
Hayaletli Köyler, İnsansız Kentler
İnkâr, -ya da belki görülmesi, duyulması, konuşulması istenmeyeni inkâr etme arzusu- fragmanların pek çoğunda tam da merkeze kuruluyor. Shelach bir mülakat sırasında bu görünmezlik tozunun gündelik hayatı nasıl ele geçirdiğini şöyle anlatıyor: "Kuzenimin eşi Eğlenceli Aile Turları adında bir rehber kitap yayınladı. Gezi rehberine ek olarak arabada çocuklarla oynanacak oyunlara da yer veriliyor. Pek çok fotoğrafı bizzat çekti ve bunlar oldukça çarpıcıydı: Eskiden insanların evleri, tarım alanları olan pek çok yapı, harabe vardı. Pek tabii ki bunlar eskiden buralarda yaşayan Filistinlilerin izleriydi; ancak 'terk edilmiş bir meyve bahçesi', 'çöle dönmüş bir köy' ya da 'antik kalıntılar' olarak tarif ediliyorlardı. Eskiden burada yaşayan insanlar kimi zaman iki mil uzaktaki bir mülteci kampında yaşarlar, ancak görülmezler."
Aslına bakılırsa Mesire Yerleri'nde mülteci meselesini dillendirmekle filan uğraştığı yok Oz Shelach'ın. Zaten fragmanlarda en çok göze çarpan unsurlardan biri de mültecilerin yokluğu. Shelach, hiç kuşku yok ki bir anlamda mültecilik öyküleri yazıyor; mülteciliğin ve sürgünün o toprakların hücrelerine kazındığının farkında olarak, lakin hikâyeler ilk elden anlatılmadan, mültecilerin sesleri, nefes alışları, elleri, yüzleri, cılız mırıldanmaları ya da cüretkâr haykırışlarıyla kendi anlattıkları hikâyeleri duyulmadan buna soyunmanın hadsizlik olacağını bilerek. "Bu sesin yokluğu, İsrail toplumunda ve bu kitapta süregiden şeydir" deyişi tam da bundan. Mesire Yerleri, bu yokluğu rahatsız edici bir spot ışığı gibi okurun gözüne yöneltme teşebbüsü olarak okunabilir pekâlâ.
"Şikâyet" adlı öyküsündeki Rus Mahallesi barı sahibinin işitme güçlüğünün altında yatan da aynı görmezden gelişe, aynı sessizliğe denk düşüyor. Öyküde sokağın karşı tarafındaki karakolun dört kat -kimilerine göre altı kat- altındaki sorgu odalarından gelen rahatsız edici ses, müşterilerinin içki içerken keyiflerinin kaçtığından şikâyet etmesine sebep olur. Karakola gidip polislerden gereğini yapmalarını bile rica eden bar sahibiyse talebinin karşılığını alamayınca çareyi içeride çalan müziğin sesini açmakta bulur. İsrail Gizli Servisi'nin sorguladığı Filistinlilerin tam karşısındaki bu barın öyküsünde Shelach, Neve Gordon'un deyimiyle "kokteyller, müzik ve işkenceden oluşan gerçeküstü gerçekliği yakalamıştır."
Kendi ailesiyle yaptığı piknik gezileri sonrasında bu köylerde doğmuş mültecilerle yaptığı sohbetlerin, onlardan dinlediği hikâyelerin, kitapta ve toplumsal hayatta görünür olmayan o ilk elden tanıklıkların sanki "göremediği şeyleri nihayet görmesini sağlayan, ancak İsraillilerin büyük çoğunluğunun görmeyi pek istemedikleri bir kör nokta" olduğunu söyleyen Shelach'ın fragmanlarına hayaletler eşlik ediyor da denebilir. Shelach'ın "Kırda Çay" öyküsünde dile getirdiği hayaletler: "Küçük yudumlar alarak içerlerdi çaylarını; toprağın üzerinde gezinen hayaletler gibi dikkatle, oradan sürdüğümüz çiftçilerin alacak hakları -iri, tatlı, bol çekirdekli üzümler, uzun incir ağaçları - kadar ısrarlı ve dirençli asmaların harabelerin üzerini örttüğü kana bulanmış bu toprağın üzerindeki hayaletler gibi." Ya da bir başka öyküde Tel Aviv Üniversitesi'nde yapılan deneyde gelecekte olmasını istedikleri, ya da olacağını hayal ettikleri kent sorulduğunda gözlerinin önünde çalılar, kum yığınları, denize akan ırmaklar canlandıran, ancak tek bir insandan bile bahsetmeyen psikoloji öğrencileri gibi.
Evler... Yıkılacak ve
İnşa Edilecek Evler
Mesire Yerleri romanını neden İngilizce yazmayı tercih ettiği sorulduğunda önce İbranice bilmeyen insanlara da ulaşmayı istediğini söyleyen Shelach'tan çarpıcı cevap daha sonra geliyor: "Modern İbranice bir ulus projesine hizmet etmesi için yaratılmıştır. Bunun da benim kendimi rahat hissetmediğim, kurgulanmış bir ideolojisi vardır. Yakın bir arkadaşım Tel Aviv'de 'ev' kelimesinin artık İbranice'de var olmadığını anlatmaya çalıştığı bir sergi hazırlıyor. Ev kelimesi ancak ulusçu yorumla anlam kazanabilir artık. Bir Yahudi evi ve bir Filistinli evi. Yani, yıkılacak bir ev ve inşa edilecek ev."
"Bir Örnek" adlı fragmanda dilin iktidara böyle hizmet ediyor oluşuyla ilgili bu rahatsızlığının bir başka örneğini veriyor Shelach, 'Mahkeme Bakanlığı'ndan söz ederek. İlginçtir, İngilizce olarak çoğu Batı'da çıkarılan gazetelerde ya da televizyonda izlediğimiz haberlerde Mahkeme Bakanlığı'ndan İsrail Adalet Bakanlığı olarak söz edilir. Shelach, "oysa kelimesi kelimesine tercüme edildiğinde Mahkeme Bakanlığı doğru tercüme olur" diyor. "Çünkü burada bakanlık adaletten çok mahkemelerle uğraşır."
Shelach'ın anlatımına ilişkin bir başka önemli ayrıntı, okurların gözünden kaçacak gibi görünmüyor; bir hikâye hariç, bütün fragmanlar birinci çoğul şahsın ağzından aktarılıyor. Sanki ortak burukluklara ve acılara olduğu kadar bir nevi suç ortaklığına, sessiz tanıklığa, bir tür kolektif bilince denk düşen bu 'biz' olma hali, yalnızca İsrail toplumunun değil, Türkiyeli olmanın da halini, ahvalini anlatıyor bir bakıma. Şiddetin kendisinden çok araçlarından, üzerinin örtülme biçimlerinden, bizler üzerindeki tesirinden dem vuruyor Shelach. Korku ortamını yaratan koca koca siyasetlerden değil, gündelik hayatlarımızda bu korkuyu ve şiddeti içselleştirmemizden, alışmamızdan ya da yokmuş gibi, sanki hiç olmamış gibi yaparak inkâr etmemizden, yok saymamızdan bahsediyor aslında. Bizlere çizdiği yeryüzü, hücrelerine kadar şiddete batmış, ama bundan ya hiç söz etmeyen, ya da her dakika ondan söz ederek olağanlaştıran, anlamdan yoksunlaştıran, içini boşaltıp çölleştiren bir yeryüzü; tam da bizim dünyamız.
'Ben' öznesiyle anlatmaya başladığı öyküyeyse "Nostaljik" adını vermiş Shelach. Şöyle diyor: "Çocukluğumdan beri nostaljik biri oldum. Anaokulunda dadımı özlerdim, birinci sınıfta anaokulunu özlemeye başladım. Lisedeyken ilkokulu özlerdim (oysa korkunç bir yerdi) ve orduya katıldıktan sonra yine anaokulunu özlemeye başladım... Bir uçağa binip acı bir hayal kırıklığı ve gelecek için umutla dolu olarak İsrail'den ayrıldığımdan bu yana ise, çok eskilerde kalmamış olan, ama benim asla bilmediğim, benim varoluşumdan öncesine, hatta tercihen bizim varoluşumuzdan öncesine ait bir zamanı özlüyorum." 1998'den bu yana ABD'de yaşayan Shelach'a acıyla karılmış bu topraklardan ne denli etkilendiği ve İsrail'in en çok neyini sevdiği sorulduğunda ise cevabı, var olmayan, belki de hiçbir zaman var olmamış bir şeyleri özlediği oluyor; huzur içinde olmayı. İlkokul öğrencisiyken el yapımı bombaları tanımayı ve onlara dokunmamayı nasıl okuldaki posterlerden öğrendiğini anlattığı "Kuşkulu Nesne" adlı hikâyesinde, arkadaşlarıyla düğme mayını sanıp polise haber verdikleri şeyin paslı bir çaydanlık kapağı çıkması belki de buna denk düşüyor. "Zaten", diyor, "11 Eylül'den sonra yükselen milliyetçilik ve Arap düşmanlığıyla burası da gittikçe bizim oralara benzemeye başladı."
Etnik Demokrasi,
Demokrasi Değildir
"Boşluk" adlı öyküsünde eskiden milis kuvvetlerindeyken bir İngiliz silahının kullanma kılavuzunu tercüme etmesi istendiğinde silahların İbranice karşılıkları olmadığı için İbranice silah isimleri icat eden Tel Avivli bir şairden söz ediyor Shelach. Bu sözcüklerin bugün de kullanıldığını, hatta birinin yaygın olarak kullanılan bir kız ismi olduğunu söylüyor. Yazarken sınırları içinde kendisini rahat hissetmediği Modern İbranice'nin kocaman duvarları ve insanı heybetine hapseden, çatlak bırakmayan kurgulanmış ideolojisi, bir dönem Shelach'ı da sonraları kendisini 'aptal gibi' hissedeceği şeye zorluyor; askerliğe.
Bugünkü gibi haber değeri taşıyan bir şey olmasa da o dönemde de vicdani ret gibi bir seçeneğinin olduğunu söylüyor Shelach; "Bilinçli bir karar verdim", diyor. "İsrail toplumu askerlikle sıkı sıkıya bağlı bir toplum ve dışlanmaktan korktuğum için bilinçli bir karar verdim." 1986'da başlayan askerlik süresinin ortasında Birinci İntifada'yı yaşayan Shelach, bu dönemde askeri radyoda muhabirlik yaptığını söylüyor kendisiyle yapılan bir mülakatta: "Garip bir deneyimdi. İsrail'in en popüler radyo kanallarından biridir bu. Haberin sorunlu kısımları düzeltilir, kimi zaman da yalanlar yayınlanırdı. Tabii ki ordu ile ilgili her materyal için ordu sözcüsünün ofisinden onay alınmak zorundaydı. Ancak dinleyiciler bunu bilmezdi." "Şüpheliler" adlı hikâyede "bölge sakinlerinin ölümlerini" haber verdikleri bu askeri radyo yayınlarından bahsediyor; ve bu haberlerin gittikçe nasıl değiştiğinden: "Gizli timler harekete geçince 'aranan bölge sakinleri'nin ölümlerini haber verir olduk. Epey düzenli bir sıklıkla yanlış kişilerin hedef alındığı anlaşıldığında, terimi 'aranıyor olmasından şüphelenilen bölge sakinleri' olarak güncelledik."
Bugün İsrailli vicdani retçilerin önemli destekçilerinden biri Oz Shelach. 2000 yılından bu yana www.oznik.com adlı internet sitesinde İsrail Savunma Kuvvetleri'nde ve İşgal Toprakları'nda askerlik yapmayı reddeden vicdani retçilerin kaydını tutuyor, 'büyük' medyanın görmek istemediği haberleri ve halka yayılması engellenen kültürel etkinlikleri yayınlıyor. 2002'de Ramallah ve New York'taki sanatçılarla birlikte kaleme alıp altına imza attıkları, dünyanın dört bir yanındaki sanatçıları İsrail sanat kurumlarını boykot etmeye çağıran metni yaygınlaştırıyor. "İsrail'deki müzeleri ziyaret eden biri şunu aklından çıkarmamalı," diyor; "işgalci rejim tarafından finanse edilen ve ona hizmet eden bir parça ayrıcalığa bilet alıyorlar. Bir sanatçı için ise Apartheid'in bir tarafında işlerini sergileyip bir tarafını bundan mahrum bırakmak son derece sorunlu."
İsrail'in bir gün demokratik bir ülke olacağını umut ettiğini söyleyen Shelach, bunun yakın zamanda gerçekleşecek bir ihtimal olmadığını, yalnızca yargılanmamış 2000'den fazla siyasi tutuklunun bulunduğu İsrail'de değil, aynı zamanda Suriye ve Ürdün gibi yine pek çok siyasi tutuklunun olduğu ve Batı destekli elitlerin demokrasi umutlarını bastırdığı Ortadoğu ülkelerinde de mümkün görünmediğini ekliyor. "İsrail'in demokratik bir ülke olmadığını mı düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği cevapsa çok net: "Yalnızca Yahudiler için demokrasi, etnik bir demokrasidir ve bence etnik demokrasi yeterince demokratik bir durum değildir."
Kısa ve birbiriyle bağlantısız fragmanlardan oluştuğu izlenimi veren romanının sonlarındaki "Kısa Bir Öykü" adlı hikâyede bir Fransızca profesöründen söz ediyor Shelach. Profesör öğrencilerine şöyle bir konuşma yapıyor: "Roman diye bir şey yok artık. Uzun, düzenli metinler, 19. yüzyıl raflarına aitler. Bugün yalnızca kısa öyküler var" (vurgu yazara ait). Bana kalırsa böyle bir açılım, yalnızca Shelach'ın İsrailli olma deneyimini yansıttığı ve onun bu deneyimi tarif etme biçimine denk düştüğü için değil, içinde bulunduğumuz zamanda bizlere anlatılarımızın, tecrübelerimizin, paçavra diyerek çuvallara tıkıştırıp da bir türlü çöpe atamadıklarımızın, tarihe kapı aralayabilecek, Benjamin'in deyimiyle "bir tehlike anında parlayıverdiği konumuyla, bir anıyı ele geçirebilecek" çatlaklara yer açması ihtimali bakımından oldukça heyecan verici.