| | Aron Aji: "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı" Amal Hassan, Eleven Eleven, Sonbahar 2013 Bilge Karasu'nun kimi romanlarını İngilizceye çevirdiniz. Neden bu yazar? Sizi onun eserlerini çevirmeye iten neydi?Ben çeviriye Karasu'yu çevirerek başladım, onun eserleri benim bir çevirmen olarak gelişimimde çok önemli bir rol oynar. Tekrar tekrar Karasu'ya dönmemin sebebi onun dille ilgili sorduğu sorular: yalın, doğal ve dolaysız bir anlatı için gereken hem özgün hem de özgür bir dil nasıl yaratılır? Deneyim ve ifade arasındaki mesafe nasıl daraltılır? Bireysel biçem, biçim, ve yeni dil evinimleri birbirleriyle nasıl bağdastirilabilir? Bir anlamda Karasu'nun estetik anlayışı özünde çeviriyi, cevirinin kaygı ve amaçlarını çağrıştırır, dilin doğasında olan buluş-kayboluş gelgitinin bilincindedir. Karasu altı yedi dil bilirdi ve bu dillerin çoğundan çeviriler yapmıştı. Ayrıca göstergebilim (semiotics) alanında uzmanlaşmış bir düşünürdü. Bu yüzden, dil ve anlatı onun düşünsel ve estetik uğraşının belkemiğini oluşturur. Karasu, benim için sadece çevirdiğim bir yazar değildir. Giderek hocam olmuştur. Karasu'yu değil, başka bir yazarı çevirdiğim zamanlarda bile, sanki onun için, beğenmesini en çok istediğim okuyucum için çeviri yapıyormuş gibi hissediyorum. Karasu'yu çevirme sürecinizden söz eder misiniz? Yazar artık aramızda olmadığı zaman çeviri süreci daha değişik mi olur?Bu süreç kesinlikle çok yoğun, cok yorucu, her seferinde bir tutkuya dönüşen bir süreç. Çevirdiğim eseri elimden geldiğince benimser, içselleştiririm. Onunla olabildiğince derin bir ilişki kurarak, Türkce metin ile ceviri olasılıkları arasında arabuluculuk yaparken, bir yandan da anlamaya çalıştığım sözcük ya da söznenin yazarın diger eserlerinde nasıl kullanılmış olduğunu incelerim. Çevirdiğim sürece eseri çalışırım aslında. Metnin anlamını yakaladığımı hissettikten sonra, anlatıcı sesi ve biçemini doğru ve tutarlı kılmaya çalışırım. Bu ikinci aşama gerçekten de sayfadan sayfaya, bölumden bölume dönenerek okuma yöntemi (cross reading) gerektiriyor, ve mümkün olduğunca ara vermeden. (Ozellikle bu aşamada, çevirmenin neredeyse dış dünyasından bağımsız, ikinci bir bilinç düzeyinde çalismasi gerekiyor.) Metnin İngilizcesini güzelleştirmek çevirinin son aşaması. Kanımca, Türkçe metinle bu kadar güreştikten sonra metnin İngilizcesine dönmek, metnin çeviri sürecinde aşırı evcilleşmesini engelliyor.
Işte bu sebeblerden ötürü, çeviri benim için yalnızlık gerektiren bir uğras. Yazar hayatta olsa da olmasa da. Bence orijinal metni özümsemek, dil, ses, biçem vb. ögelerle doğru ve tutarlı ilişkiler geliştirebilmek için anahtar kelime: yalnızlık. Yaşayan bir yazarı çevirirken bile işin gerçekten bittiğine ikna olana kadar çalışmamı yazarla paylaşmayı sevmiyorum, kendisini elimden geldigince çeviri sürecinin dışında tutmayı yeğliyorum. Çalışmam bittikten sonra değerlendirme ve eleştirilere bütünüyle açığım çünkü ancak o zaman çevrilmiş metin, dil ve anlam bakımından içkin bir tutarlılıga ulasiyor ve eleştirel okumayı davet edebilir duruma gelmiş oluyor.
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nı çevirmenin en ilginç yönü neydi? Bu bir sahne, tema, düşünce, olay vb. olabilir.
Kitap aynalarla bezenmis postmodern bir koridor gibi. Uç anlatının her biri farklı ses ve psikolojiye sahip içsel monolog. İlk iki anlatı sekizinci yüzyılda yaşayan iki Bizanslı rahibe ait, üçüncüsü 1960'larda geçiyor, otobiyografik olduğu da çok belli. Bu anlatilar uzaminda, kitap aynı zamanda bir dizi ortak tema ve felsefi soruyu isliyor. Son tahlilde, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı Karasu’nun yarattiği kişilikler aracılığıyla gerçekleştirdigi bir öz-sorgulama olarak okunabilir. Ínanç üzerine, kimlik üzerine, esaret ve ozgürlük üzerine, doğru(cu)luk üzerine... Farklılıklara dikkat ederken tematik örgüyü keşfettiginizde, derinleştiği ölçüde genişleyen bir metinle karşı karşıya kalıyorsunuz.
Belirli bir tema, imge ya da sahneye gelince, onları birbirinden ayıramıyorum. Bu çeviriyi tamamlamak altı yılımı aldı; önceleri çatıştığım, kolaylıkla bağdaşamadığım ögeleri bile zamanla daha iyi anlayıp, sevmeye başladım. Ama sanırım kitap boyunca iki rahibi bir arada gördüğümüz tek sahne -birinin diğerini işkence edilirken seyrettiği- en carpici, en etkileyici sahnelerden biri... Ioakim ile Andronikos'un arasında kendine özgü bir aşk var, birbirlerine olan bağlılıklarında dile getirilmeyen bir cinsellik olduğu da söylenebilir. Ama aşklarını bu kadar özgün kılan öğe, onu yaşadıkları yerin bir manastır olması, daha doğrusu, zülumun, sorgusuz sadakatın, ve kendini reddetmenin ilkeleştirildiği bir imparatorluk kentindeki bir manastırda yaşanıyor olması. Ioakim ile Andronikos'un aşkı çarpıcı bir biçimde özgürlüğe, özgünlüğe duyulan özleme dayanıyor. Bana kalırsa Karasu, ataerkil toplumdaki erkeklik olgusunu sorguluyor; iktidar, boy ölçüşme, kendine mal etme, hukmetme gibi ataerkil saplantilarin karsisinda, erkekliğin bireye özgünlük ve özgürlük sunacağı yerde bu saplantilari haklı çıkarmasını sorun ediniyor.
Bir kurmaca eseri çevirmenin en zor yanları neler? Öyküyle karşılaştırırsak roman çevirmenin farklılıkları/engelleri neler?
İç monologların duygusal ritmini aktarmak galiba işin en zor yönüydü. Türkçe bitişimli bir dil olduğu için kök eylemleri tabanlara dönüştürmek veya anlam olasılıklarını arttırabilmek için bir dizi son eke başvurmak gerekiyor. Örneğin, bil- eylem kökünden geçmiş zaman anlamı vermek için bildik kullanılır. Başka eklerle yeni kelimeler türer: bilmeden “unknowingly” bilinmezlik “indescribability” anlamını verir, bilinç ise “consciousness” demektir. Bu inanılmaz çeşitlilikteki anlamlar fonetik benzerlikler taşıyan sözcüklerle ifade edildiklerinde, bu sözcükler birbirlerinin anlamını çağrıştırırken, birbirlerinin seslerini de yankılarlar. Dahası, Türkçenin hayli tutarlı olan ses yapısı bir sözcüğün adlandırdığı his ile yarattığı duygusal ses (tone) arasında çok yakın bir ilişki yaratır, cümle içinde olduğu kadar düşünce dizisi ile duygusal ritm arasında da.
Benim çeviri uygulamalarım şöyle bir yol izliyor: Bir dizi öykü, ardından bir roman, sonra bir dizi öykü daha vesaire. Ayrıca değişik yazarların öykülerini çevirmeye özen gösteriyorum. Karasu romanlarını çevirmenin giydirdiği ateşten gömlekten kurtulup yenilenebilmem için öykü çevirmeye yöneliyorum.
Bir romanı çevirmek için altı yıl uzun bir süre. Bu altı yıl içinde yaşadığınız zorluklar nelerdi?
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda Karasu'nun anlatı yapısı iç monologun doğal akışını yansıtır. Sıradan anlatılardan farklı, monologta doğaçlama ve cağrışımlı düşünce akışımlari yaygın. Anlatı sürecinde, paragraflar sık sık birbiriyle iç içe, birbirinin sözünü kesen, birbirine karışan ya da yolunu şaşıran cümlelerden oluşuyor. Düsünce uzamı geniş etkileşim akıntılarıyla ilerliyor. Kimi zaman bu akıntıları takip etmek yoğun bir çalışma gerektirdi. Bazı cümleleri çevirmek saatlerimi hatta günlerimi aldı. Aylarca "yaklaşmanın uzaklaştırıcılığı" şeklindeki çevrilmesi imkansız ifadeye dönüp durdum. Karasu'nun diliyle boğuşurken kendi düşünce tarzımın bilincine vardım. Örneğin şunu fark ettim: insan kendi kendine düşünürken “anlatı” sebep-sonuç bağlamlarından ziyade içgüdüsellikle birbirine dolanıyor, sonra tekrar çözülüyor; düşünce dizgesi mantıksal ve dilbilgisine dayalı olmaktan çok çağrışıma ve simgelere dayalı. Bunun gibi içgörü kıvılcımları bana büyük ölçüde yardımcı oldu. Bu işin üstesinden gelemeyeceğimi hissettiğim zamanlarda dönüp bir öykü ya da şiir çevirdim. Bu şekilde bu altı yıl içinde hatırı sayılır miktarda ceviri ortaya koymayı başardım.
Karasu'nun yazı ve çeviri kariyerinizde büyük bir etkisinin olduğundan söz ettiniz. Beğendiğiniz/hayran olduğunuz başka yazarlar ve çevirmenler var mı?
Bu soruyu sormanıza sevindim çünkü çevirmenlerin diğer çevirmenlerden öğrenecekleri çok şey olduğuna inanıyorum, tıpkı şairlerin diğer şairlerden öğrendikleri gibi. Bir yabancı edebiyat eseri Íngilizce’ye çevirildiğinde çok kalabalık, çok sesli bir odaya giriyor. Okur tarafindan doğru tanı(mla)nması için, o eserin kendi diline uyumlu, kendi kişiliğine yakın eserlerle kümeleşmesinde yarar var. Jose Saramago'nun İngilizce çevirmenleri, Giovanni Pontiero ve Margaret Jill Costa'ya büyük bir hayranlığım vardır. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nı çevirirken sıklıkla Körlük, Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş ve Görmek'ten bölümler okudum. Yazarlardan da Calvino, Kafka, Rilke, Yourcenar, Mishima, Duras’ın kitaplarını yakınınızda tutmak yararlı. Ayrıca, kendilerine danıştığım, onlardan oğrendiğim çok sayıda değerli çevirmenler var. Amerikan Edebiyat Çevirmenleri Birliği üyeleri olarak aramızda çok sıcak ve desktekleyici dostluklar var. Çeviri yalnızlığına ışık tutan, emeğini haklı ve değerli kılan dostluklar.
İngilizceden çeviren: Nilay Kaya |