| | Antony Loewenstein: "Gazze’de yaptıklarına rağmen İsrail’e derin bir hayranlık var." Diyar Saraçoğlu, bianet.org, 27 Eylül 2024 İsrail’in Filistin’e yönelik sistematik yıkım politikası, bu kez de Lübnan’a yönelmiş durumda. Hizbullah’ın kullandığı çağrı cihazları ve telsizlerin uzaktan patlatılmasıyla tırmanan gerilim, İsrail’in 23 Eylül’den bu yana Lübnan’a yönelik yoğun hava saldırılarıyla devam ediyor.
“Filistin İçin Teknoloji” serimizde, İsrail’in yıkım politikaları doğrultusunda teknoloji araçlarının nasıl kullanıldığını anlamaya çalışırken, teknoloji emekçilerinin İsrail Apartheid’ına karşı farklı biçimlerde gösterdikleri direnişi de ele alıyoruz.
Bu bölümde ise kısa süre önce Özlem Özarpacı çevirisiyle Metis Yayınları’ndan çıkan Filistin Laboratuvarı kitabının yazarı Antony Loewenstein ile konuştuk. 2016-2020 yıllarında Doğu Kudüs’te yaşamış olan bağımsız gazeteci Loewenstein, kitabından yola çıkarak İsrail’in savaş teknolojilerini anlattı ve son saldırılara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
“Kilit tarihlerden biri 11 Eylül saldırılarıydı”
Genellikle, İsrail’in geliştirdiği savaş teknolojilerini dünyaya pazarlamaya başlamasının dijitalleşme ve bilgisayar destekli sistemlerin gelişmesinden sonra yaygınlaştığı düşünülüyor. Oysa kitabınızda da belirttiğiniz üzere, İsrail çok uzun süredir Filistin’i bir laboratuvar olarak kullanıp geliştirdiği savaş teknolojilerini tüm dünyaya pazarlıyor. İsrail devletinin, bir yandan yerleşimci sömürgeciliği sürdürürken bir yandan da savaş teknolojilerini dünyaya pazarlayışının tarihindeki birkaç önemli kilometre taşından söz edebilir misiniz?
İsrail silah endüstrisinin tarihi, 1948’de İsrail devletinin kurulmasından çok önce başladı. İlk Yahudi Siyonist liderler arasında, güçlü bir savunma ve silah sektörü olması gerektiğine dair bir fikir vardı. İsrail kurulur kurulmaz, ilk başbakan David Ben-Gurion çok hızlı bir şekilde yerli bir silah endüstrisi kurmaya ve Almanya da dahil olmak üzere bir dizi ülkeye silah ihraç etmeye başladı.
Silah endüstrisi, 1960’ların sonlarında, 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan sonra büyük ölçüde genişledi. Son 60 küsur yıldır, İsrail silah endüstrisi, işgal altındaki Filistin topraklarını hem silah satışı hem de eğitim ve kontrol fikirleri, sınır ve baskı teknolojileri için bir test alanı olarak kullandı.
Kilit tarihlerden biri de 2001’deki 11 Eylül saldırılarıydı. Bu saldırıların bir yandan İsrail ile doğrudan bir ilgisi yoktu, ancak öte yandan İsrail, çok hızlı bir şekilde kendisini sözde “Teröre Karşı Küresel Savaş”ta kilit bir ortak olarak tanıttı ve dünyadaki pek çok ülkeye şunları söyledi: “Terörizmle nasıl mücadele etmeniz gerektiğini anlıyoruz. Biz yıllardır Filistinlilere karşı mücadele ediyoruz. Bize gelin ve size bunu yapmanın en iyi yolunu öğretelim.”
Pek çok ülke bu çağrıya yanıt verdi ve İsrail şu anda dünyanın en büyük silah endüstrileri listesinde 9 veya 10. sırada yer alıyor. 2023 yılı itibarıyla, İsrail silah endüstrisinin büyüklüğü hakkında elimizdeki en son bilgi 13,1 milyar ABD dolarıdır; yani sektör “çok iyi gidiyor”.
“İsrail kontrolüne dair bir hayranlık söz konusu”
İsrail’in savaş teknolojilerini Filistin halkı üzerinde deneyip sonra başka ülkelere, özellikle de karşı-devrimci diye adlandırabileceğimiz örgütlere ve siyasi aktörlere sattığını görebiliyoruz. Bu savaş teknolojileri Burma’dan Güney Afrika’ya, Haiti’den Guatemala’ya kadar oldukça geniş bir coğrafyayı kapsıyor. İsrail adeta bir “katliam AR-GE’si” olarak hareket ediyor diyebiliriz. İsrail’in bu teknolojileri sattığı aktörlerin ortak özellikleri neler sizce? İsrail bu satışlarla neyi hedefliyor?
İsrail’in, ister demokrasi ister diktatörlük olsun, dünyadaki pek çok ülkeye sattığı şey sadece silah, gözetim teknolojisi, Pegasus yazılımı ya da füzeler değil. Bazı ülkelerin tek istediği bunlar olabilir, ancak bazıları için bundan çok daha fazlası söz konusu; onlar bir fikri ve bundan sıyrılma becerisini istiyorlar. Fikir derken kastettiğim şu: Pek çok ulus, işgale veya Gazze’deki soykırıma karşı olduğunu açıkça söylemesine rağmen, aslında İsrail’in yaptıklarına derin bir hayranlık duyuyor. Neden mi? Çünkü İsrail tüm bu yaptıklarından sıyrılabiliyor. İşgali durdurması, Gazze’deki savaşı sonlandırması veya şu anda Lübnan’daki çatışmaları bitirmesi için İsrail’e karşı ciddi bir uluslararası baskı yok. Birçok Batılı devlet İsrail’in suç ortağı konumunda. Açıkçası, Arap seçkinlerinin çoğu da İsrail’in suç ortağı konumunda ve küresel Güney’in çoğu, olan biteni değiştirecek güçte değil. 1948’den beri, ama özellikle de 1967’den bu yana, İsrail’in Filistinlileri nasıl kontrol ettiğine dair bir hayranlık söz konusu.
Elbette bir yandan 7 Ekim bu sistemin tam bir başarısızlığı gibi görünebilir. O gün İsrail’in ordusu, istihbaratı, hükümeti çöktü. Hamas, Gazze-İsrail bariyerini aşabildi ve yaklaşık 1100 İsrailliyi gerçek bir savunma olmadan öldürdü (bununla birlikte İsrail de Hannibal Protokolü ile kendi vatandaşlarının bir kısmını öldürdü). Ancak ilginçtir ki, şu anda bulunduğumuz noktada, yani 7 Ekim’den yaklaşık bir yıl sonra, İsrail silah endüstrisinin olumsuz etkilendiğine dair hiçbir belirti yok. Hatta tam tersine, İsrail Gazze’de yeni silahlar test ediyor. Yeni gözetim teknolojilerini 7 Ekim’den bu yana deniyor ve bu araçları şimdiden silah fuarlarında küresel olarak pazarlıyor.
Günümüzün yaygın yapay zekâ yöntemi olan derin öğrenmede asıl önemli olan, veri setleri üzerinde çalışmak ve verilerden öğrenmek. İsrail’in de milyonlarca Filistinli üzerinde yıllardır sürdürdüğü kırım ve kıyım politikalarıyla birlikte, Filistinlilerin tüm yaşamını veriye dönüştürdüğünü biliyoruz. İsrail, farklı biçimlerde elde ettiği tüm bu verilerden ne gibi sonuçlar çıkarıyor? Bu verileri hangi amaçlarla kullanıyor?
İsrail, Filistin içi ve dışı tüm iletişimleri içeren, Filistin yaşamının tüm unsurlarını kontrol etme sanatında gerçekten ustalaşmak için yıllarını, hatta on yıllarını harcadı. Telefon görüşmeleri, WhatsApp mesajları ya da sadece internette gezinmek gibi tüm internet trafiği İsrail tarafından izleniyor.
İsrail ayrıca Filistinlilerin -yani Batı Şeria ve Gazze’de işgal altında bulunan yaklaşık beş buçuk milyon insanın- tüm verilerini kontrol etme konusunda da muazzam bir kabiliyete sahip. Onlar hakkındaki tüm bilgiler giderek artan bir şekilde İsrail tarafından depolanıyor.
Kitabımda bahsettiğim bir konu da İsrail’in son dört beş yıldır ‘Kırmızı Kurt’, ‘Beyaz Kurt’ ve ‘Mavi Kurt’ adı verilen bir araç kullanıyor olması. İsrail askerlerinin cep telefonlarında bulunan bu araçlar, işgal altında izledikleri tüm Filistinlilerin nerede ne yaptıkları hakkında fotoğraf ve biyometrik veri gibi tüm bilgileri topluyor. İsrail bu şekilde, Filistinlilerin yaşamının tüm unsurlarını kitlesel olarak kontrol edebiliyor.
İçinde bulunduğumuz büyük veri çağı, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de nüfusun büyük bir kısmını kitlesel olarak hedef almasına izin verdi. Şunu söylemekte fayda var: İsrail son bir yıldır Gazze’de teröristleri hedef aldığını iddia etse de, aslında Filistin altyapısının ve sivil yaşamın yok edilmesi de dahil olmak üzere kitlesel yıkımı amaçladığı oldukça açık. Başka bir deyişle, İsrail’in amacının toplu katliam yaratmak olduğunu söyleyebiliriz. Ve çoğunluğu sivil olmak üzere en az 40 ila 50 bin Filistinlinin öldürüldüğü, 7 Ekim’den yaklaşık bir yıl sonra, İsrail’in fikri ya da vizyonu Gazze’yi yaşanmaz hale getirmek oldu. Trajik bir şekilde, bu vizyon dikkate değer ölçüde başarıya ulaştı.
“İsrail’in elinde milyarlarca veri noktası var”
İsrail’in büyük teknoloji şirketleriyle yaptığı anlaşmalara dair son zamanlarda pek çok haber ve araştırma yayımlandı. Biz de Yuval Abraham’ın +972 Magazine için sürdürdüğü ve Türkçeye çevirdiğimiz araştırmadan pek çok gelişmeyi öğrendik. Siz, yaptığınız araştırmalar sırasında ne gibi “ortaklıklara” denk geldiniz?
İsrail, son yıllarda Amazon, Google ve Microsoft gibi dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinden bazılarıyla ortaklıklar kurdu. Bu şirketler, hem İsrail hükümeti hem de ordusu için büyük miktarda bulut hizmeti sağlıyorlar. Bu, 7 Ekim’den önce de bir sorundu; Amazon ve Google’ın İsrail’e bulut hizmetleri sağladığı Nimbus Projesi’nin başladığını biliyorduk.
7 Ekim’den bu yana ise İsrail, savaş için ihtiyaç duyduğu daha fazla veri depolama alanı için Amazon ve Google’ın bulut hizmetlerinden yararlanıyor. Kaynaklarıma dayanarak anladığım kadarıyla, İsrail’in elinde milyarlarca veri noktası var ve bunların hiçbirini silmiyorlar. Başka bir deyişle, Gazze’deki Filistinliler hakkında sahip oldukları tüm bilgileri kullanmak üzere saklıyorlar. Bu kadar veriyle önümüzdeki yıllarda ne yapacaklarını ise hiçbirimiz bilmiyoruz.
Yerleşimci sömürgecilik ve kırım amacıyla teknolojinin kullanımından söz ettiğimizde bazen sadece doğrudan saldırı araçları algılanabiliyor, ama aslında bu araçlarla da bağlantılı olan gözetim teknolojileri de çok farklı amaçlar için kullanılabiliyor. İsrail’in gözetim amacıyla teknolojiden nasıl yararlandığına dair neler biliyoruz?
İsrail’in Filistinlileri kontrol etme işinin başında, kitlesel gözetim yoluyla Birim 8200 yer alıyor. ABD’deki Ulusal Güvenlik Ajansı’na (NSA) eşdeğer olan bu istihbarat biriminin ana hedefi, Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Filistin’deki tüm Filistinlileri izlemek. Bunu bazen dijital gözetim, bazen çevrimiçi gözetim, bazen de insan etkileşimi yoluyla farklı şekillerde yapıyorlar. Örneğin, Birim 8200 hem Batı Şeria’da hem Gazze’de hem de Doğu Kudüs’te kendileri için casusluk yapmaları amacıyla Filistinlileri işe almaya çalışıyor. İsrail için casusluk yapan Filistinlilerin olduğunu da biliyoruz. Tam sayıyı bilmiyoruz ve açıkçası, 7 Ekim’den bu yana İsrail’in yıllardır Gazze’de topladığı istihbaratın aslında oldukça hatalı olduğu ortaya çıktı. Ne yazık ki bu durum, oradaki savaşta pek bir fark yaratmadı çünkü Gazze’deki amaç, çok sayıda insanı öldürerek Filistinlilere ve açıkçası Müslüman Arap dünyasının büyük bir kısmına, İsrail’e saldıran herkesin nihai ve ölümcül bedeli ödeyeceği mesajını vermekti.
İsrail’in geliştirdiği teknolojileri, İsrail vatandaşlarını gözetim altında tutmak için de kullandığını biliyoruz. İsrail, “ülke içinde” bu savaş teknolojilerinden nasıl yararlanıyor?
İsrail’in, Yahudiler de dahil olmak üzere kendi vatandaşlarını izlediğine dair giderek artan kanıtlar var. Özellikle COVID sırasında, birçok İsrail vatandaşı kendilerinin de izlendiğini keşfettiklerinde bu durum çok net bir şekilde ortaya çıktı. Uzun yıllar Filistin’de yaşamış ve 20 yıldır orayı ziyaret eden biri olarak, İsrailli Yahudi kamuoyunun çoğu, İsrail’in Filistinlilere onlarca yıldır yaptıklarına ya saf ya da kasten kör oldukları halde, bir İsraillinin izlendiği fikri karşısında şok oldu ve dehşete düştü. Kitapta bahsettiklerim, Filistin’de test edilen ve denenen şeylerin asla orada kalmadığını, her zaman ya İsrail’e ya da küresel olarak ihraç edildiğini gösteriyor.
“7 Ekim’den bu yana baskılar daha da arttı”
İsrail’in işgal, kırım ve sistematik yıkım politikalarını hayata geçirirken geliştirdiği teknolojileri kullanmasının yanı sıra, bugün kitle iletişiminin önemli bir boyutunu kapsayan Facebook, TikTok, X gibi büyük tekellerin sosyal medya platformlarında da Filistinlilerin sesleri duyulamıyor. Bunun başlıca nedenleri sizce nedir?
Sosyal medya, İsrail için yeni bir savaş alanı haline geldi. On yıllardır Batı basınında Filistinli ya da Arap seslerin ya çok az olduğu ya da neredeyse hiç olmadığı yönünde bir inanç vardı. İsrail anlatısı baskındı, ancak sosyal medyanın ortaya çıkışıyla birlikte, özellikle son 10 yılda yaşananlar bu denklemi kökten değiştirdi. Artık Facebook, Instagram, X ve TikTok’ta dünyanın dört bir yanında Filistinlilerin yaşadıklarını gören milyarlarca insan var.
ABD’nin şu anda TikTok’u tamamen yasaklamaya çalışmasının nedeni de bu. Bu, Kongre üyeleri tarafından zorlanan bir şeydi ve 7 Ekim’den bu yana genç Amerikalıların artık Filistin yanlısı görüşlerini ifade etmelerinden veya Gazze’deki gerçekliği görmelerinden dehşete düştüklerini söyleyen bazı Kongre üyeleri tarafından bağlayıcı bir kural olarak açıklandı. Bu nedenle TikTok platformu engellenmeye çalışılıyor.
TikTok’un büyük bir savunucusu ya da destekçisi değilim, ancak bu kadar çok gencin neden Filistin’de yaşananlara özellikle öfkelendiğini ele almak yerine TikTok’u yasaklamaya çalışmak oldukça anlamsız ve beyhude görünüyor. Kitabımda bir belge olarak son 10 yılda gördükleriniz, Filistin yaşamının filtrelenmemiş gerçekliğidir. Batılı bir mercekten bakılmıyor; işgal altındaki yaşamlarının gerçekliğini Filistinlilerin kendileri açıklıyor.
İsrail, uzun yıllardır sosyal medya şirketlerine içerikleri sansürlemeleri için baskı yapmaya çalışıyor ve kısmen başarılı da oldu. 7 Ekim’den bu yana baskılar daha da arttı ve çok sayıda Filistin yanlısı içeriğin sansürlendiğini, yasaklandığını ya da görünürlüğünün azaltıldığını görüyorsunuz. Ancak aslında tüm bu sansürlerin sonuçta nafile olduğunu düşünüyorum. Çünkü dünya genelinde yapılan kamuoyu yoklamalarında, bazı ülkelerde Filistin’i destekleyen, özgür bir Filistin’e inanan 18-35 yaşındaki gençlerin çoğunluğu, İsrail’in politikalarını desteklemiyor. Dolayısıyla, var olan tüm sansüre rağmen insanların fikirlerini değiştirmeyi başaramıyorlar.
Hamas’ın 7 Ekim 2023’te başlattığı “Aksa Tufanı Operasyonu”nun, tüm dünyaya savaş teknolojileri satabilecek teknolojik güce sahip İsrail için nasıl bu kadar yıkıcı olabildiğini hâlâ anlamaya çalışıyoruz. Sınır gözetim teknolojileri, İHA’lar, uydu görüntülemeleri, radar sistemleri ve çeşitli yapay zekâ araçları ile sürekli gözetim altında olan Hamas karşısında İsrail nasıl bu kadar afalladı?
Gazze’nin etrafındaki tüm kitlesel gözetim faaliyetlerine rağmen, 7 Ekim’in nasıl gerçekleştiği sorusu bana çokça soruluyor. Gazze’de bulunduğum dönemde o devasa altyapının, teknolojinin, duvarın bir kısmını gördüm. Benim hissiyatım, İsrail’in teknolojiye aşırı derecede bağımlı olduğu ve Gazze’de 2 milyondan fazla Filistinliyi hapsetmek için milyarlarca dolar harcadığı ve bunun bir şekilde onları memnun edeceğine ve asla hapishaneden kaçmaya çalışmayacaklarına inandığı yönünde. 7 Ekim’den bu yana geçen sürede, hem İsraillilerle hem de Filistinlilerle konuştuğumda, İsrail hükümetinin Batı Şeria ve Gazze’ye eşit derecede odaklandığını açıkça gördüm. Aşırı sağcı İsrail hükümeti, Filistinlilere yönelik şiddet artarken çok sayıda İsrail Savunma Kuvvetleri askerini Batı Şeria’ya gönderiyor.
“Bir ülkenin ne söylediğine değil, ne yaptığına bakın”
7 Ekim’den sonra İsrail’in başta Gazze olmak üzere hem Filistin’de hem de Lübnan’daki saldırıları sürüyor. Ayrıca İsrail, Hamas lideri İsmail Heniye’yi de İran’da öldürdü. İsrail’in on binlerce insanın yaşamını yitirdiği bu son saldırılarında hangi teknolojik araçları nasıl kullandığına dair neler biliyoruz?
İsrail, 7 Ekim’den beri Gazze’ye ve Lübnan’a başlattığı savaşta pek çok yeni silahı test ediyor ve deniyor; katil quadcopterler, saldırı dronları, robot köpekler, yeni gözetim biçimleri ve füzeler kullanıyor. İsrail bu yeni silahları sadece sahada test etmekle kalmıyor, aynı zamanda küresel silah fuarlarında satıyor ve tanıtıyor. Geçtiğimiz yıl, özellikle 2023’ün sonlarında Paris’te ve bu yılın başlarında Singapur’da olmak üzere bir dizi küresel silah fuarı düzenlendi ve İsrailli şirketler ile İsrail hükümeti, Gazze’de kullandıkları silahları ve gözetim araçlarını açıkça tanıttı. Bunu çok çekici bulan pek çok ülke var. Sık sık “Bir ülkenin ne söylediğine değil, ne yaptığına bakın” derim.
Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana İsrail silah endüstrisi çok iyi durumda. Pek çok Avrupa ülkesi, inandırıcı olsun veya olmasın, Rusya’nın bir işgal olasılığından korktukları için İsrail’den füze savunma sistemleri veya diğer güvenlik teknolojileri satın aldı. İsrail’in gözetim teknolojisi için hâlâ büyük bir pazar var.
Bir bakıma, İsrail kamuoyunda Filistin’deki sivil kayıpları gerçeğini neredeyse görmezden gelme yeteneğinin bulunduğunu düşünüyorum. Benim de kısa süre önce tekrar yaptığım gibi İsrail’de zaman geçirdiğinizde, Filistinlilerin gerçekten insanlıktan çıkarıldığını, insanların bırakın insan olmayı, Filistinlilerin yaşamayı bile hak etmediğini düşündüklerini görüyorsunuz. Yani aslında Filistinlilerin hayatlarını görmüyorsunuz. Terörist olarak gösterilmediği sürece Filistinlilerin yüzlerini televizyonda göremezsiniz ve bence İsrail gibi bir devlette silah endüstrisinin psikolojik olarak ‘başarılı’ olmasının tek yolu bu.
“Bölgesel bir savaş olasılığı gerçek bir tehdit”
Kitabınızın tam da Türkçede yayımlandığı günlerde, İsrail’in Lübnan’da önce çağrı cihazları, ardından da telsizler üzerinden saldırısı oldu ve çok sayıda insan yaşamını yitirdi, yaralandı. İsrail bu gibi saldırı yöntemlerini geçmişte de kullanmıştı, ancak bu sefer saldırının boyutu ve kitleselliği çok ciddi boyutlara ulaştı. Bu son saldırıları nasıl yorumlayabiliriz?
Saldırıya verdiğim ilk tepki tabii ki dehşet ve endişe oldu, ama aynı zamanda korku da vardı. Çünkü İsrail, mobil cihazları silah olarak kullanmaya başladığında pandoranın kutusu da açılmış oluyor; başka devletlerin de bu saldırıya bakma ihtimali doğuyor. Hem demokrasilerde hem de diktatörlüklerde istihbarat servisleri, İsrail’den tavsiye istemekten zevk alırlar çünkü bir devletin muhalif bir eleştirmenin ya da gazetecinin peşine düşeceğini kolayca hayal edebilirsiniz Cep telefonlarını, televizyonları ya da başka herhangi bir elektronik cihazı patlatabilme olasılığını hayal edebiliyor musunuz? Lübnan’daki bu saldırılar, inkâr edilemez bir terör eylemiydi ve çok sayıda sivili öldürdü. Bunun, önümüzdeki yıllar ve on yıllar için potansiyel olarak neye işaret edebileceğinden endişe ediyorum.
İsrail’in Hizbullah’a karşı devam eden saldırıları, çok sayıda Lübnanlı sivili öldürerek Lübnan halkında ve Hizbullah liderliğinde şok ve korku yaratmayı amaçlıyor. Hizbullah, Hamas’tan çok daha büyük bir örgüt ve İsrail’e büyük zararlar verme kapasitesine sahip. Bölgesel bir savaş olasılığı gerçek bir tehdit olmaya devam ediyor. Okuyabileceğiniz diğer Antony Loewenstein söyleşileri |