Elif Köksal:
"Katmandu o sıralar küçük ve mükemmel bir yerdi..."
Elif Şahin Hamidi, Remzi Kitap Gazetesi, Mayıs 2010
Kraniosakral terapisti Elif Köksal, 1997-2008 yılları arasında yaşadığı Katmandu’daki yaşanmışlıklarını, deneyimlerini ve gözlemlerini kaleme alarak kitaplaştırdı. Köksal, Nepal’in başkenti bu rengârenk şehri, meraklı bir turist gözüyle seyreyleyip, adeta oraların yerlisi gibi yaşayarak edebi bir duyarlılıkla kaleme almış. “Katmandu’da Ev Hali”; Himalayalar’ın, Dünya’nın çatısı Everest’in, tapınakların, tanrıların kuşattığı bu mistik şehrin renkli kültürünü, ilginç ritüellerini ve hatta tarihini okurla paylaşıyor.

1997-2008 tarihleri arasında, Nepal cumhuriyetinin başkenti ve en büyük şehri olan Katmandu’da yaşadınız ve bu 11 yıllık yaşanmışlığın ardından Katmandu’da Ev Hali adlı kitabınız ortaya çıktı. Katmandu’ya gidiş ve orada yaşamaya karar verme hikâyenizi paylaşır mısınız?

1993’te, Sivas’tan sonra çok üzgündüm; Türkiye’den gidesim vardı. Sokaklarında dolaşırken etraftakilerin ne konuştuğunu anlamayacağım bir ülkede olmayı hayal ediyordum. O vakitler üzücü gibi görünen bir vesileyle, köpeğimiz çok havlayınca evden kovulduğumuz için, yeni ev tutacak paramız olmadığı için, her şeyi satıp yurtdışına çıktık. Asya’da bir sene sırt çantasıyla dolaştık. Sonra Bangkok’ta iki buçuk sene öğretmenlik yaptık. İstanbul’dan da büyük bir şehir olan Bangkok’tan sonra küçük bir yerde yaşamak lazım geldi. Hayırlı bir yanlışlıkla gittiğim Katmandu o sıralar küçük ve mükemmel bir yerdi, savaş daha çok yeni başlamıştı, gözle görünmüyordu. Orada kalmak istedim. İki seneliğine gitmiştik, öğretmenlik kontratlarımız bitince başka yerde olmak istemedik; fakirlerle çalışan sivil toplum örgütleri elemanlarına dersler veren bir vakıf kurup yerleştik.

“Zaten ben bir gün bir kitap yazacaktım,” diyorsunuz önsözde, ilkokul üçüncü sınıftaki roman yazma girişiminizi kastederek. Katmandu’da Ev Hali’nin oluş sürecini anlatır mısınız; nasıl ortaya çıktı bu kitap?

Katmandu’da dünya sahiden çok farklı, çok tuhaftı. Her şey... İnsan o tuhaflığı unutmamak, yazmak istiyor. İlk seneler benden başka Türk yoktu, Türkçe konuştuğum yer kağıtlardı. Sabahları Tibetli rahip öğretmenimle Tibetçe çalışıyorduk; hikâyeler anlatıyordu, bir kitabımız olması onun fikriydi. Sonra o başladığımız Tibet hikâyelerini senelerce unuttum, günlük hayatta kayboldum, hikâyeleri de kaybettim, seneler sonra buldum. Ama anlatacak şeyler birikiyordu. Sekiz sene sonra Kraniosakral öğretmenim; “Hikâyeler ruhundan taşıyor artık, bize anlatıp anlatıp dersi bölme. Yaz; hem rahatlarsın,” deyince yazmaya döndüm. Sahiden iyi geldi, yazmak hep iyi gelir, herkese tavsiye etmek isterim şimdi. Haftada bir hikâye çıkmaya başladı, arkadaşlarıma gönderiyordum. Derken Ertuğrul Kürkçü ağabeyim yazdıklarımın bir kitap olduğunu gördü, Türkiye’ye gelince beni elimden tutup Metis’e götürdü, sağ olsun. Metis’te kıymetli editörüm Semih Sökmen de karışık dosyamdan, bir akışı olan benim yazdığımdan daha iyi bir kitap ortaya çıkardı. Yazılar bir yollardan geçip bir yere ulaşıyormuş, bunu gördükten sonra Tibet kitabına da dönebilirim artık.

Tibetlilerin ölüme “anne kucağı” dediklerini öğreniyoruz kitaptan; “Ölüm, beklemediğimiz, yakınımıza geldiğinde çok şaşırdığımız, elimizi kolumuzu bağlayan karanlık, kötü bir şey değil buralarda...” diyorsunuz.
Pek çok konuda olduğu gibi ölüm konusunda da farklı ritüeller var Katmandu’da ve ölümle ilgili çok farklı bir bakış açısı söz konusu; biraz bu konudan bahseder misiniz?

Birisi öldüğünde cesedini komşular ve akrabalar omuzlarında tahta bir sedyede taşıyarak kutsal nehrin kenarına götürüyorlar. Sokakta turuncu kefene sarınmış götürülen ölü görmek normal. Taşıyanlar hep yalınayak, öndekiler ellerinde tütsülerle yürüyorlar. Ceset yanarken üç metre ötesinde bir tahtadan sıraya oturup sonuna kadar, beden kül oluncaya, küller nehre dökülünceye kadar seyrediyorlar. Ruhun zihnini karıştırmamak için, mümkün olduğu kadar ağlanmıyor. Ölünün bedeni yanarken büyük erkek evlat gelip elindeki çekiçle ölünün kafatasını kırıp ruhu azat ediyor. Bütün bunlar ölümün başımıza geldiğinde kabullenemediğimiz karanlık bir yerden başka bir şey olabileceğini, fani olduğumuzu, bunun hayatın parçası olduğunu öğretiyor. Annemi kaybettiğimde derin kalp acısının yanında bana çok iyi gelen bir bakma yolu öğrendim orada.

Nepal’de iç savaş başlamış ve giderek alevlenmişti ve fakat savaşa rağmen “Nepal hâlâ iyi bir yer,” olarak kalmayı nasıl başarmış?

İç savaş on sene sürdü ama Katmandu’da en ağır haliyle hissedilmedi. Çok karışık iç işlerine, bütün dertlerine rağmen Nepal hep iyi bir yerdir. Sokağa çıkınca mutlu olursunuz, dağlara gidebilirsiniz; pencereden, çatıdan, sokaktan dağlara bakabilirsiniz, tapınaklara girip gözünüzü kapayıp oturabilirsiniz. Rahiplerle oturup neşelenirsiniz. Emniyetlidir. İnsanları mülayimdir. Orada hayatınızla ilgili iyi bir şey yapabilirsiniz, dünyada bir işe yaradığınızı hissedersiniz.
       Öğretmenlik dünyanın en doyurucu, mutlu edici işi olur orada. Hayatlarında ilk defa araba görmüş öğrencileriniz olur mesela; öğrenciler minnetle öğrenir, dostunuz olurlar, insana çok iyi gelir.

Nepal’de halkın yüzde 80’i Hindu. Ayrıca çok sayıda etnik grup bir arada yaşıyor ve çok sayıda dil konuşuluyor. Bu farklılıklarıyla, çeşitliliğiyle sorunsuz bir şekilde yaşamayı başarmış mı Nepal? Bunun yolu nereden geçiyor?

Din hayatın çok içinde bir şey orada, gelenekleri belirliyor. Nepal tarihinde dinleri nedeniyle insanlara ilk defa 2004 yılında saldırıldı, yarım gün sürdü. Irak’ta on iki Nepalli fakir rehin öldürüldüğünde gerçekleşti bu. Etnik kavgalar savaş bittikten sonra, son yıllarda başladı. Cemaatler ve kastlar birbirine pek karışmadan yaşıyor.
       Sorunuzun cevabını bilmiyorum aslında; genelleyemiyorum, ama orada hayat başkalarıyla uğraşmamak, karşıdakini hoş görmek üzerine kurulu, bunu söyleyebilirim.

33 milyon tanrı, rahip öğretmenler Lamalar, tapınaklar, Himalayalar, Everest ve pek çok ritüelin çevrelediği Katmandu’daki günlük hayattan bahseder misiniz; dünyanın herhangi bir başka yerinden farkı ya da benzeştiği yönleri neler? Alışmakta zorluk çektiğiniz şeyler oldu mu?

Katmandu’da da insanlar işe gidip eve dönüyorlar, çocuk büyütüyorlar. Günlük hayat orada da günlük hayat. İlk yıllarda suyumuzu yirmi dakika kaynatıp süzdükten sonra içiyorduk, bir telefonu üç daire birlikte kullanıyorduk, çalınca herkes birden açıyordu. Çamaşır makinemiz hiç olmadı. Orada etraftaki fakirlik ağırdır, ama sokaklar neşelidir. İnsan her şeye alışır, zorluk çektiğimi hatırlamıyorum. Buradaki asabiyete pek alışamıyorum.

Katmandu rengârenk bir yer ve renkler burada büyük önem taşıyor. Çünkü renkler birtakım durumları simgeliyor; örneğin evli kadınlar kırmızı sariler giyerken, dul kadınlar beyaz giymek zorunda. Katmandu’nun renklerinden, renk kültüründen bahseder misiniz?

Rengârenk, evet. Siyah da pek yoktur oralarda, gençler giyiyor yeni yeni. Kırmızı, gelinlik rengi ayrıca. Nepal’de “en sevdiğin renk ne?” diye sorunca erkekler bile kırmızı diyorlar. Renkleri bizim alışık olmadığımız kombinasyonlarda bir araya getiriyorlar; mesela Newari rahibelerinin kıyafeti turuncu ve pembedir, gözünüz alışınca çok güzeldir. Hindu rahipler beyaz giyer, saflık, dünya nimetlerinden uzaklık anlamında. Yas rengi de beyaz, erkek evlat bir aile büyüğü öldüğünde bir sene boyunca beyazlar giyer, sokakta öyle yas üniformasıyla yürüyen insanlar görürsünüz, anlarsınız. Budist rahiplerin bordo-sarı cüppeleri masallardan çıkmış gibidir. Buraya döndüğümde Ikea’ya gitmiştim; renkler çok soğuk gelmişti, duramayıp dışarı kaçmıştım. Ama alıştım sonra.

Kumari geleneği, kız çocuklarına tanrıça diye tapınmakla, ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Çocuk haklarına aykırı değil mi bu gelenekler, âdetler?

Ne diyebilirim; orada dünya öyle, çocuk hakları kavramı yersiz, uzak kalıyor. Yargılarım olmamasına çalışıyorum. Emekli Kumariler hayatlarından memnun görünüyorlar. Kız çocuğumu isteseler veremezdim ama oranın dünyası, gerçekliği öyle.

Dünyanın en fakir ülkeleri arasında yer alan Nepal, yoksul insanlarla dolu; öyle ki kışın çoğunun sarılıp yatacakları bir yorganı bile yok, kışı atlatırlarsa şanslılar. Ancak her şeye rağmen mutlu mu insanlar burada; her daim mutlu olmak nasıl mümkün kılınır? Aslında nasıl bakarsak öyle bir yer mi dünya?

Beklentileri, ihtiyaçları bizimkine benzemiyor.
       Huzurlular evet, bizden daha mutlular. Aile ve geleneklere arkalarını yaslayabiliyorlar sanki. Aile, evlilik, insanın hayattaki vazifeleri, çok önemli şeyler orada. Aşk, yeni araba ya da tatil değil. Bireysellik yok, yalnız kalmayı sevmiyorlar, kalabalık yaşıyorlar. Beş odalı bir evimiz vardı; Nepalli arkadaşlarımız gelip bizimle yaşamak isterlerdi, evde yer var diye. Bizim kadar çok şey istemiyorlar. Bir meditasyon çalışmasında biz yabancılar annelerimizle olan dertlerimizle uğraşırken Nepalli arkadaşımızın tek meselesi kendine ait bir odasının olmayışıydı. Biz o temel ihtiyaçları geçtiğimiz için daha ayrıntılı ihtiyaçlarda takılıyoruz sanki. İnşallah nasıl bakıyorsak öyle bir yerdir dünya. Cennet-cehennem sahiden, hayırlı bir yer.

Katmandu’da sizi en çok etkileyen; belki içinizi acıtan, belki sevince boğan unutamayacağınız anılarınız neler? “Asya insanı kendine benzetiyor,” diyorsunuz kitapta; Katmandu size neler kattı, neleri değiştirdi?

Öğretmenlerimi unutamıyorum, sokakları... Hâlâ bir şey lazım olduğunda gözümün önüne oradaki bakkala giden yol geliyor. Dağları görmeyi hiç unutamıyorum. Burada birbirimizle uğraşan halimizi gördükçe Nepal’in iç savaşını bitiren barışın imzalandığı akşamı hayıflanarak hatırlıyorum, insanların mülayimliğini hep hatırlıyorum. Katmandu’da turist olarak yaşamak sevinçli bir şey olduğu için o ruh hali üstümde kaldı sanki. Daha mutlu bir insan olmayı öğretti.

“Bedenimizde hayatımızın hikâyesi yazılı, okumasını öğreniyoruz,” diyorsunuz; bunu açar mısınız biraz, nasıl öğreniyoruz?

Yaşadığımız her travmayı bedenimizde de taşıyoruz. Ağrılar sızılar, gergin duran kaslar... Sıkışmışlıklar, üzüntüler hayatta takıldığımız şeyler demek. Yargılamadan, kalp gözüyle bakınca, biraz da teoriyi bilince bedeni okumak mümkün. Ama karşındakini olduğu gibi kabul ederek bakmaya başlamak lazım; genç-yaşlı, güzel-çirkin, şişman-zayıf diye değil. O vakit herkes gerçekten güzel. Kalp gözünü açmak için kızmamaya, korkmamaya, anlamaya çalışmak gerekiyor galiba.

Siyaha hemen hiç yer olmayan, kırmızının hüküm sürdüğü; kızgınlık, öfke ve üzüntü gibi olumsuz duyguların dışa vurulmasının ayıp sayıldığı bir yer düşünün. Herkesin birbirini hoş gördüğü bir yer... İşte Nepal’in başkenti Katmandu tam da böyle bir şehir... Üstelik savaşa, yoksulluğa, açlığa ve kıtlığa rağmen... Her şeye rağmen mutlu olmak hayata bakışımızla alakalı belki de; Elif Köksal’ın dediği gibi “nasıl bakarsak öyle bir yer dünya”. Katmandu’nun renklerine karışmak, tanrılarıyla tanışmak, Himalayalara uzanmak istiyorsanız Katmandu’da Ev Hali’ne buyurun...
Okuyabileceğiniz diğer Elif Köksal söyleşileri
▪ "Katmandu’da on bir sene"
Gülenay Börekçi, Habertürk, 3 Nisan 2010
▪ "Yazmak şifalıdır"
İrem Çağıl, Birgün Kitap Eki, 12 Haziran 2010
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X